Sivil hayatı ve pazarlık...
Eşik aşıldı... Şiddet eşiği aşıldı... Şiddetin eşiği mi olur diyeceksiniz.
Olur.
PKK'nın son dönem eylemlerinin iki özelliği var. Polisi ve sivilleri vuruyorlar...
Evet, özellikle polisi vuruyorlar. Hükümetin "terörle mücadelede askerin yerini polis alacak" açıklamasından bu yana, hareket halindeki, spor ya da devriyedeki, uyuyan veya karakolda görev yapan polis memurları PKK'nın hedefi haline geldi.
PKK'nın polisle karşılaşması dağda değil, sıcak temaslar sonrası değil, doğrudan pusular atarak ve şehir ortasında, canice oluyor.
Neden açık...
PKK bölgenin siyasi efendisi olduğunu, bölgede asli otorite olduğunu göstermek, o alanı denetlemek ve tekeli altında tutmak niyetinde...
Bu durumda PKK'nın son saldırılarını yalnızca İmralı'yla yapılan görüşmelerin kesilmesine ya da devletin Kandil'de başlattığı hava akınlarına "bağlamak" son derece anlamsız ve imkânsızdır.
Nitekim Kürt çevrelerden, bakışını salt bu çevrenin hassasiyetlerine indirgemeyi esas alan kesim ve kişilere uzanan bu "bağlama" Kürt siyasi hareketinin stratejisini doğrulamaktan öte çok anlam taşımıyor.
Nitekim analiz sahasında da bu bağ, (bu, eken biçer mantığı) basit ya da girift nedensellik ilişkileriyle, kimi unsurlar arasındaki ilişkileri o unsurların kendisinden daha önemli gören "diyalektik hastalık"la yol alıyor.
Görmek gerek: Alan kontrolü politikası, şiddet tekelini elinde tutma iddiası, Kürt siyasi hareketinin varoluş araçlarından ve stratejik duruş unsurlarından en önde gelenidir.
Ortada ve insanda, "çözüm, siyaset, demokrasi" diye bir hassasiyet varsa, "bu unsur" gerek Kürt sorunu, gerek iktidar ilişkileri, gerek Kürtlerin gelecekleri açısından özerk bir şekilde tartışılmak durumundadır.
Özerk bir şekilde tartışılması gereken ve Kürt siyasi hareketinin ikinci önemli stratejik öğesi olan diğer husus Kürt hareketinin politikasında bugün gelinen nokta ve dengeler itibariyle "şiddetin işlevi" meselesidir.
"Kurucu şiddet" ya da "kurucu şiddet politikası" olarak adlandırdığımız "uluslaşma ve cebir" arasındaki ilişkiyi de kuşatan bu işlev, devlet ile örgüt arasındaki ilişkilerde bir pazarlık unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son dönemdeki bazı gelişmeler bu duruma örnektir.
Devlet düzeyinde örgütle görüşmelerin sürdüğü kanıtıyla ortaya çıkmış ve ilgiler tarafından teyit edilmiştir. Bugün anlaşılmaktadır ki, son dönemde, İmralı'yla görüşmeler, İmralı'yı tatmin etmediği ya da kesildiği oranda şiddet artmıştır.
Artan şiddet, Kürt siyasi hareketi açısından istenilen sonucu vermeyince ya da karşılık bulunca şiddet eşiği aşılmış, silah ve tehdit sivillere yönelmiştir.
Sivil hayat bir pazarlık aracı haline gelmiştir...
Ortada değil mi?
Kalabalık sokaklara kurulan bombalı tuzaklar, roketatarlarla vurulan sivil araçlar, basılan düğünler, hedefteki siviller, velhasıl kaba terör tanımı içine giren eylemler...
Kürdistan Özgürlük Şahinleri adlı örgütün "biz yaptık, tekrar yapacağız, sivilleri hedef alacağız" açıklaması...
Bunun sorumlusu olarak, istenileni yerine getirmeyen Başbakan'ı göstermesi, BDP'li Demirtaş'ın aynı makamı tutturması...
Bunu, durumu savaş isteyenlerin, Kandil'i vuran uçakların ya da garip iç kavgaların sonucu olarak mı kabul edeceğiz, yoksa adam gibi oturup şiddet meselesini mi tartışacağız?
İspanya'da, İngiltere'de, başka diyarlarda olduğu gibi, şiddete her yönüyle, her şekliyle, hep beraber tavır mı alacağız?
Bugün elinde silah olmayan her kişinin asli siyaset hattı budur.
Siyasete, Kürt meselesine gelince, geçenlerde yazdık tekrar edelim:
"Bu anlamda şiddete karşı durmak, ne devlete ve siyasi iktidara düşen sorumluluğu ortadan kaldırır, ne de Kürt siyasi hareketinin muhatap alınma, müzakere taleplerine karşı bir duruşu ifade eder..."
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT