'Sivil Faşizm mi, Askerî Vesayet mi?'
'Sivil Faşizm mi, yoksa Askerî Vesayet' mi? Şimdi de bu tartışma başladı ve süregidiyor. 'Ne o Ne Öteki' diyenler de var, 'Ne O ne Öteki'yi beğenmeyenler de!
'Ne O ne Öteki'yi beğenmeyenler (mesela, Hasan Cemal), bu olasılığın, 'ne darbe ne şeriat!' sloganını çağrıştırdığını, Ergenekon sanıklarından birinin, bir Cumhuriyet Mitingi sırasında mikrofondan bu sloganı dile getiren konuşmacının sözünü kestiğini bildiriyor. Anlaşıldığı kadarıyla sevgili Hasan Cemal, 'ne askerî vesayet, ne sivil faşizm!' durumunun, dolaylı bir biçimde, askerî vesayetin devamına imkan verme olasılığı taşıdığı kanaatinde...
Bu konuda Hasan Cemal'in hiç de haksız olmadığını düşünmek için yeterli sebepler vardır. Bugün, Türkiye'nin birincil ve hayatî meselesi, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana süregelen Askerî Vesayet rejimine son verilmesi ise, o zaman öncelik, hiç şüphesiz, buna, yani Askerî Vesayete son verilmesi olmalıdır.
Daha önce de yazdım: Türkiye'de 27 Mayıs 1960 ve sonrasında yapılan bütün askerî darbeler, sivil ve özellikle de asker bürokrasinin, son kertede vesayet rejimine varan hâkimiyetini tahkim etmek misyonuyla işe başlamışlardır. 27 Mayıs 1960 Darbesi, DP'nin tek parti diktasına, ya da bugünkü terminoloji ile söylersek, sivil faşizme karşı yapılmış görünse de, özünde ve ilk fırsatta, devletin yaptırımcı aygıtlarının konsolidasyonunu amaçladığını göstermiştir. 27 Mayısçılar'ın yeni Anayasayı hazırlamakla görevlendirdiği hukuk hocalarının tümünün, yine bugünkü terminoloji ile söylersek, 'ulusalcı' olduklarını öne sürmek yanlış olmayacaktır. Eğer yanlış tanımadıysam, bu hocaların tümü, bugün yaşıyor olsalardı, hiç şüphem yok, yüzdeyüz Ergenekoncu olurlardı...
Anayasa Mahkemesi, kanunların Anayasaya uygunluğunun kazaî murakabesi ('yargısal denetimi') amacıyla, dolayısıyla da tek parti diktasına ('sivil faşizm'e) karşı kurulmuş olsa da, son yedi yılda, bu görevin, Devletin bürokratik ideolojisinin tahkimi yolunda yerine getirildiği inkâr edilemez. Hiç kimsenin, parlamentonun kararlarının yargısal denetime tâbi tutulmasına itirazı olamaz;-olmamalı da! Ama bu denetimin Türkiye'de demokratik siyasetin önünü kesmek için kullanılmasına da göz yumulamaz. Mahut 367 meselesi, bunun tipik örneğidir.
Şimdi, AK Parti hükûmeti, yapmayı öngördüğü Anayasa değişikliklerini referandum yoluyla halkoyuna onaylatmaya hazırlanıyor. Bana sorarsanız, gerçek anlamda 'Demokratik Açılım' budur. Budur, evet çünkü, referanduma gidilirse halka sunulacak olan değişiklikler arasında, YAŞ Kararlarının yargı denetimine açılması (bilindiği gibi YAŞ kararıyla TSK'den ihraç edilenler yargı yoluyla bu karara itiraz etme hakkından yoksundurlar); memurlara toplu sözleşme ve grev hakkının verilmesi; Yargıtay başsavcısının siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin iddianamesinin TBMM'de onaylanması; Parti kapatmak için Anayasa Mahkemesi üyelerinin en az dörtte üçünün oyunun gerekli olması; parti kapatma yerine davaya konu eylemleri gerçekleştirenler hakkında dava açılması... gibi hususlar bulunuyor.
Türkiye'nin demokratikleşmesinin sivilleşmeye bağlı olduğunu; sivilleşmenin demokrasinin olmazsa olmaz ve vazgeçilemez koşulu olduğunu asla unutmamamız gerekiyor. Türkiye'nin meselesi, artık sivil ve asker bürokrasinin hâkimiyetini tahkim edip pekiştirecek darbelerin önünü bir daha gerçekleşmeyecek biçimde kesmek, buna karşılık 'Hâkimiyetin Kayıtsız Şartsız Millete' ait olduğunu şüphe götürmeyecek biçimde restore edecek sivilleşme kararlarını alıp hayata geçirmektir.Şunu unutmamak gerek: Askerî Vesayeti tahkim etmenin tek yolu Politik toplumu (ve onun yaptırımcı ve ideolojik aygıtlarını) egemen kılmaktan geçiyorsa, Sivil Faşizmi önlemenin tek yolu, Sivil toplumu Demokratik hayata egemen kılmaktan geçer. Sivil Faşizmi önleme, Askerî vesayeti devletin yaptırımcı ve ideolojik aygıtlarıyla tahkim ederek değil, sivilleşme ile gerçekleşir. Sivil Faşizmin panzehiri, Sivil Toplumdur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT