Sivas’ta "Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek" Kitabı Değerlendirildi
Sivas Özgür-Der bu hafta Marshall G. S. Hodgson'un "Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek" adlı kitabını Orhan Özdemir değerlendirdi.
Dernek binasında yapılan sunumun özeti:
Tarih özü itibarı ile yazılmaya başlandığı günden beri araçsallaştırılan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. 19. yüzyıla kadar güçlü olanın meşruiyetini genel olarak tarih üzerinden sağladığını görüyoruz.
Elbette bu durum hâlâ varlığını koruyor, bugün hâlâ birçok ülke gündelik siyasetini tarih üzerinden devşirip dünyaya sunuyor. Ne var ki 19. yüzyıl birçok konuda olduğu gibi tarihin araçsallaştırılmasını da başka bir yöne çeviren dönemdir. Batının kendisini öteki üzerinden tanımlaması her ne kadar daha erken dönemlerde başlamış olsa da 19. yüzyılda bu durum işlevsel bir hâl almış ve sistematik bir şekilde üzerinde çalışılmıştır.
Bunu kavramsal bir zemine oturtan ve “Şarkiyatçılık” olarak niteleyen Edward Said, söz konusu çalışmasını 1978 yılında Colombia Üniversitesi’nde çalışırken hazırlamış, bu hususta batının doğuya olan haksız eleştirilerinin bir nebze önünü almayı başarmıştır.
Hodgson ise esasen Edward Said’den en az on yıl önce Chicago Üniversitesi’nde, tarih yazımı perspektifinden bakarak Avrupamerkezci, ötekileştirici, yok sayıcı tarih algısını yıkmaya yönelik önemli çalışmalara imza atmıştır. Elimizdeki bu kitap batı merkezli tarih yazımına bilimsel bir reddiye ve nasıl bir dünya tarihi yazılmalı sorusuna verilmiş kapsamlı bir cevap niteliği taşımaktadır.
İslam Medeniyeti tarihi Orta Doğu tarihi bağlamı içerisine mi yerleştirilmeli yoksa dünya tarihi ne mi?
Batı Medeniyetinin eleştirisine girişmezden evvel atılması gereken adım nedir?
İslam Medeniyetinin araştırılması Avrupa tarihi açısından nasıl bir etkiye sahiptir?
Kıta olma kriterlerini ne belirler?
Avrupa kıtası ile Hindistan arasındaki fark nedir ki biri kıtayken diğeri değildir?
Mercator dünya haritası ve özellikleri nedir? Doğu ve Batı kavramları neleri ifade eder? Teknikçiliğin ahlaki boyutları nelerdir?
Bu sorular dünya tarihi yazıcılığında önemli kriterlere cevap arayan sorulardır. Tüm bu sorulara bir cevap niteliğinde olan kitap yazarın temel tezlerini en iyi şekilde yansıtıyor.
Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek kitabında dünya tarihi karşılaştırmalı bakış açısından ele alınıyor ve bu sebeple tek bir tarih algısının dışına çıkılabilmesine kapı aralıyor.
Hodgson kitabın ilk bölümünde “Küresel Bağlamda Avrupa” başlığı üzerinden Avrupa’nın kıta addedilmesinin nedenlerini irdeleyerek işe başlamış. Tanım gereği tarihin ana akış istikametinin Batıyı kapsamasını ve Doğuyu adeta tecrit etmesini Batılı ırk merkezciliğinin en önemli özelliklerinden birisi olarak tanımlar. Bu daha sonraları Avrupa’yı dünya gibi gösteren ve diğer bütün bölgeleri tecrit eden dar ve sınırlı hale getiren bir anlayışa sebep olur. Hodgson “Haritanın Merkezinde” adlı ikinci bölümde harita belirlemelerinin ideolojik bir altyapısı olduğunu iddia eder.
“Dünya Tarihi ve Bir Dünya Perspektifi” adlı bölümde tarihin hedefleri üzerinde duran Hodgson Avrupalı biri olarak kendine şu soruyu soruyor: Dünyadaki yegâne halk olmadığımız gerçeğine uyanmanın zamanı değil mi?
Bu bölümde aynı zamanda “doğu” ve “batı” mefhumları üzerinde duruluyor. Bu bölümde karşımıza sorgulanması gereken bazı savlar çıkıyor. Bu savları şu şekilde belirtebiliriz: Batı Medeniyetinin en baştan itibaren Doğudan büsbütün farklı bir kulvarda kendi yolunda yürüdüğü ve insanlık tarihinde benzersiz bir medeniyet vücuda getirdiği ve tarihin hep merkezinde bulunduğu savları. “Teknikçiliğin Ahlaki Boyutları” başlığı altında ise teknik etkinliği en yüksek dereceye çıkarmak uğruna bütün ahlaki değerlere, güzellik yahut insani fedakârlık mülahazalarına boyun eğdirmenin akıldışı bir kâbusa dönüşmesinin kuvvetle muhtemel olduğu tezini savunuyor Hodgson.
Kitapta altı çizilmesi gereken önemli hususlarda bahsedecek olursak ilk olarak İslam Medeniyeti Orta Doğu tarihi içerisinde değil dünya tarihi içinde konumlandırılmasının gerekliliği noktasını ele alabiliriz. Hodgson bir tasavvuru tamamen değiştirme yoluna gitmiş ve İslam tarihini dünya tarihi içinde ele almanın gerekliliği üzerinde durmuştur.
İkinci husus olarak Batı Medeniyeti kavramının Batı Avrupa’da yaşayan insanların buranın dışında yaşayan insanlardan kültürel ve ahlaki açıdan üstün olmasını belirtmesinin eleştirilmesinin üzerinde durulabilir. Oluşturulan bu kavramsal sistemle Batı kendi üstünlüğünü diğer insanlara kabul ettirmek istemiştir. Diğer bir husus ise İslam Medeniyeti ile Batı Medeniyetinin köklerinin aynı olduğu ve kardeş medeniyetler olmaları iddiasıdır. Hodgson Medeniyetlerin büyük çoğunluğunun Asya merkezli olması gerektiğini söyleyerek bu tezini savunmaktadır.
Önemli hususlardan biri de Mercator projeksiyonuna göre çizilen haritaların Avrupa’yı olduğundan büyük göstermesi ve yazarın bunu ideolojik bir amaç güdülerek yapıldığını zikretmesidir. Avrupa’nın kıta sayılıp aynı büyüklüğe ve öneme sahip Hindistan ve Güneydoğu Asya’nın kıta sayılmamasının “klasik bir ırk merkezli ikilem inşa etmemize izin verir”
“Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek” kitabında Hodgson temel tezlerini en iyi şekilde yansıtmış Avrupa ve İslam tarihini yeni bir perspektifle ele almış. İslam Tarihini Orta Doğu tarihi içinde değil dünya tarihi içinde ele almıştır. Özgün bir tarih metni olarak karşımıza çıkan kitap daha önce önümüze sunulan tarih perspektifi ile hesaplaşmayı deniyor.
Batılıların Orta Çağ’ın ırk merkezli dünya tasavvurlarından bazı özellikleri koruduklarından şikâyetçidir. Bu kitabı önemli kılan hususlardan birisi Hodgson’un hiçbir şeyi peşinen kabul etmemesi hatta yeri geldiğinde dünya tasavvurlarımızın geçerliliğini bile sorguluyor olmasıdır. Zira Hodgson dünya tarihini karşılaştırmalı ele alıyor ve bu suretle “tek bir tarihin” içine gömülü olanların fark edemeyeceği bazı temel dönüşümler ışığında olayları yorumluyor. Geçmişin dibini tarayan gözüpek bir maceraya atılıyor. Geçmişi yargılarken “Mutlak bir standart yoktur.” şiarınca hareket ediyor Hodgson.
Değerli arkadaşlar, bu kitabın Avrupa'nın içerisinden çıkmasına kendileri şaşırıyor. Çünkü farklı bir usül ve üslup ile dünya tarihini yeni bir içerikle tahlil ediyor. Onlar alışageldik bir şeye inanıyorlardı. Lakin bu kitap farklı bir şeyden bahsediyordu.
Kısacası her şeyi Batı'ya hasredemeyiz diyor. Medeniyet süreklilik bildirir, parça parça değildir.
İslam Medeniyeti de bunun bir parçasıdır. Avrupa mi ilerledi? İslam mı geriledi? sorularına yazar şöyle cevap veriyor: Aslında Doğu veya Islam gerilemedi ama Batı/Avrupa tekniği geliştirdi ve üstün konuma geçti. Diğer toplumlar buna ayak uydurmadı ve kendilerini geliştirmediler.
Arkadaşlar şunu da belirterek sözümü sonlandırayım. Bizler tarihi, felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi yeniden okumaliyiz. Hatta kendimize ait alanlar oluşturmalıyız.
Batı elindeki kitabı bozdu/tahrif etti ve hakikatı arıyor. Bizde ise şüphesiz bir kitap var lakin hakikatı aramıyoruz veya yeterli değiliz. Bunun üzerine kafa yorup bu çerçevede hakikata ulaşmalıyız.
HABERE YORUM KAT