1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Sistem Değişimini Nasıl Anlamak Gerekir?
Sistem Değişimini Nasıl Anlamak Gerekir?

Sistem Değişimini Nasıl Anlamak Gerekir?

Türkiye’de sistem değişiminin bir darbe ve yetki gaspından çok bizzat anayasadan ve anayasada yapılan değişikliklerden kaynaklandığının dikkate alınması gerekmektedir.

02 Eylül 2015 Çarşamba 14:44A+A-

Haluk Alkan / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi İç Politika Uzmanı / Star

1982 anayasası ileri derecede bir hibrit rejim kurgulamıştır. Bu rejimler demokratik kurumlara yer vermekle birlikte asıl amacın otoriter işleyişin korunması olduğu bir kurumsal yapıya sahiptirler. Bir vitrin demokrasisinin arka planında otoriter odaklar sistemin işleyişine etki ederler. İyi kurgulanmamış hibrit rejimlerde otoriter unsurların sisteme zaman zaman müdahale etmeleri söz konusudur -askeri darbelerde olduğu gibi-. Buna karşılık ileri hibrit rejimler bir tür anayasal oligarşik yapı oluşturur. Müdahale anayasal kurumlar aracılığı ile yapılır ve sistem açık bir müdahaleye gerek olmaksızın kendini otoriter güçlerden yana revize eder.

Bu nedenle hibrit rejimler hiç bir zaman içinde formüle edildikleri hükümet sistemleri gibi çalışmazlar. 1982 anayasası konusunda yapılan güncel tartışmalarda mevcut anayasa üzerinden parlamenter sistem savunusu yapmak bu nedenle tutarlı bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. 1982 Anayasası döneminde Türkiye’de sistem hiç bir zaman parlamenter temelde işlememiştir.

Güncel tartışmalarda Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırları çekilmesi gerektiği ileri sürülürken, tartışılan hemen her konunun  bizzat Anayasada Cumhurbaşkanı’na  tanınan yetkilerden kaynaklandığının göz ardı edilmesi, tartışmanın bilimsel ve reel siyaset zemininde yapılmasını engellemektedir.

Anayasa tartışılmalı

Bu gün 45 günlük süre içerisinde hükümet kurulamaması nedeniyle erken seçimi tartışıyorsak, Cumhurbaşkanı’nın bakanlar kuruluna başkanlık etmesinden söz ediyorsak, geçici hükümet kurulması sürecinde bir yöntem sorunundan bahsediyorsak, bunların hepsinin kişisel boyutun çok ötesinde Anayasa’da tanınmış yetkilerle ilgili tartışmalar olduğunu da kabul etmemiz gerekir.

Bu tartışmalar 1982 Anayasası’nın getirdiği rejimden kaynaklanmaktadır. 1982 Anayasası, 1950-1980 yılları arasında yaşanan siyasal gelişmelerin bir yansıması olarak sınırlı hükümet - güçlü yürütme ikilemini yürütme içinde Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini parlamenter sistemin doğasını bozacak şekilde güçlendirmek ve vesayetçi kurumların yönetimini ona bağlamak suretiyle aşmaya çalışan bir belgedir. 1961-1980 döneminde asker kökenli cumhurbaşkanlarının sistem içinde devletin temsilcisi olarak oynadıkları rol bu formülasyonun şekillendirilmesinde belirleyici olmuştur. 1982 Anayasasını kaleme alanlar bu formülasyonu oluştururken ağırlıklı olarak yarı başkanlık sisteminden esinlendiler. Tek fark; halk iradesine dayalı seçimli bir Cumhurbaşkanı’nın yerine cumhurbaşkanın meclis tarafından seçilmesi üzerinden yeni vesayetçi bir sistemi kurgulama arayışıdır.

Bu hibrit sistemin önemli siyasi sonuçları olmuştur. Her şeyden önce halka hesap vermeyen ve güçlü yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanlığı makamı ile politikaları belirleme ve siyasi açıdan sorumlu hükümet arasındaki krizlerin 1982 Anayasası döneminde sıklıkla yaşanmış olmasıdır. 1982 Anayasası döneminde göreve gelen Cumhurbaşkanları’nın genel bir özellik olarak parlamenter rejimin öngördüğü biçimde hareket etmedikleri, bu güçlü yetkilerini bir siyasal denge, denetim ve yönlendirme aracı olarak kullanmaktan çekinmedikleri görülmektedir. Örneğin bu dönemde cumhurbaşkanları, parlamenter rejimde karşı imza kuralı gereğince kararnameleri imzalama yetkilerini, hukuka ve usule uygunluğun ilanı amacının çok ötesinde hükümeti yönlendirme ve bloke etmek amacıyla sıklıkl kullanmışlardır.

2007 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri gerek hükümet sisteminin yapısı üzerinde gerekse Türkiye’de siyasi sistemin kurumsal anlamada işleyişinde önemli bir değişimi beraberinde getirmiştir. Öncelikle salt çoğunluğa yakın bir oranda halk desteğini almış bir Cumhurbaşkanı öncekine göre daha güçlü bir meşruiyete sahip olacaktır. Anayasada Cumhurbaşkanı’na verilmeye çalışılan vesayetçi liderlik rolü yapılan seçimlerle çökmüş, Cumhurbaşkanı’nın sistem içindeki rolünü de değiştirmiştir. Artık Cumhurbaşkanı seçmenlerinin taleplerini izleyen ve hükümet politikalarını bu açıdan değerlendiren bir siyaset aktörüdür. Dolayısıyla yürütme otoritesi içinde yetkilerini kullanırken bu meşruiyet zemininde hareket edecektir. Cumhurbaşkanı’nın bir siyaset aktörü olması ile Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Cumhurbaşkanı anayasal yetkilerini kullanma, bu çerçevede halka hesap verme sorumluluğunu taşıyan bir otorite olarak siyaset sürecine etki edecektir. 2007 değişikliklerinden önce Cumhurbaşkanları yine aynı şekilde hareket etmekteydiler, belirtildiği gibi buradaki fark tekrar seçilebilecek olan Cumhurbaşkanı’nın halka dayalı bir meşruiyet kullanması ve yine halka hesap veren bir otoriteye dönüşmüş olmasıdır.

Shugart ve Carey modeli

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte güçlü bir cumhurbaşkanlığı makamı ile Meclise karşı sorumluluğu öne çıkartılan bir hükümetin çifte meşruiyet içinde bir arada çalışacağı bir sistem değişimi söz konusudur. Bu yeni sistemin en azından, Shugart ve Carey’in belirledikleri başkanlı-parlamenter sistem modeline yakın bir işleyiş doğurabileceği söylenebilir. Bu modelin belirleyici özelliklerinden biri özellikle parlamentonun istikrarlı hükümet çıkaramadığı durumlarda, anayasadaki güçlü yetkilerin cumhurbaşkanını sistemin işleyişinde öne çıkarmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye’de sistem değişiminin bir darbe ve yetki gaspından çok bizzat anayasadan ve anayasada yapılan değişikliklerden kaynaklandığının dikkate alınması gerekmektedir. Türkiye’de temel sorun 1982 Anayasasının vesayetçi doğasının değişikliklerle gündeme gelen bu değişimi kaldırabilecek kurumsal altyapıya sahip olmamasıdır. Yetki dağılımındaki belirsizlikler, Cumhurbaşkanı’nın statüsü, anayasal boşluklar sistemin kurumsal temelde iyi işleyebilmesini engelleyici faktörler olarak rol oynayabilecek niteliktedir. İki yürütme otoritesi arasında, özellikle farklı siyasal eğilimlerden geldikleri dönemlerde bir meşruiyet (çifte meşruiyet sorunu) krizi olasılığı kurumsal olarak çözümlenmediği sürece, bu makamlarda kimler bulunursa bulunsun anayasa üzerindeki tartışmalar sürecektir.

HABERE YORUM KAT