Sıra Kürtlerde
Bir zamanlar 'Kürt yoktur, dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir' denirdi. Aradan yıllar geçti.
Orgeneral Aytaç Yalman bu hatayı itiraf etmek, askerin Kürtlere bakışındaki değişikliği söylemek zorunda kaldı. Demirel, "Kürt realitesini tanıyorum" dediğinde tarihler 1991'i gösteriyordu. Kürt aydınlar alkışlarla karşıladı. Peki, bu "realite" konusunda adım atıldı mı? Hayır. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz 1997'de "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" dediğinde de yer yerinden oynamıştı. O günün gazetelerine bir bakın lütfen; kuru bir laftan oluşan, en küçük bir eylem özelliği taşımayan o cümle nasıl da baş tacı edilmişti. Tek bir adım bile atılmadı Mesut Bey zamanında. Ancak Kürt aydınlar bu söz üzerine epey bir güzelleme yapmıştı...
Yakın bir zamana kadar Kürkçe yasağının kalkması bir hayaldi. Kürtçe dil kursunun açılması muhaldi. O kurslara ruhsat vermemek için bürokrasinin nasıl direniş gösterdiğini unutmamak lazım. Kürtçe şarkılar söylenecek, Kürtçe yayın yapacak televizyonlar kurulacak, hatta TRT bir kanal açıp Kürtçe yayın yapacak vs.; hayal bile edilemiyordu bu gelişmeler.
Ne var ki "Kürt" edebiyatı yapanları ciddiye alanlar Kürtlerin bu ülkede birinci sınıf vatandaş olduğunu perçinleyen adımlar karşısında genellikle sessiz kalmayı tercih etti. Niçin? PKK adlı terör örgütünden tir tir titredikleri için. DTP, Kürtleri temsil ettiğini iddia ediyordu; ama Kürtlerin haklarını yasalarla garanti altına alan hükümete zerre kadar destek vermiyordu. Niçin? Öcalan korkusu bütün benliklerini sardığı için.
Daha ötesi de yaşandı bu ülkede. PKK'nın istismar ettiği, DTP'nin dilinden düşürmediği "faili meçhul" cinayetlerin üzerine yargı yoluyla gidildi. Muvazzaf subaylar tutuklandı, kireç kuyuları açıldı, görgü şahitleri ile sanıklar mahkeme salonunda yüzleştirildi... DTP'den tık yok. Niçin? Çünkü istismar edilecek konular ellerinden bir bir alınıyordu. Ortadaki Kürt vatandaş da yapılan fedakârlığı pek anlayamadı. Bir zamanlar devletten korkuyordu. Şimdi devletin şefkatli ellerini sırtında hissediyor; ancak bu sefer de örgütün maskesi düştü, vahşi yüzü ortaya çıktı.
Gerçek şu: Kürt-Türk çatışmasını körükleyen aşırı uçlar ülkenin OHAL'e, sıkıyönetime, darbeye, kaotik ortama sürüklenmesini istiyor. "Vatan bölünüyor" diyerek Kürt düşmanlığı yapanlar da sokağı adres göstererek aynı günahı paylaşıyor. PKK ile PKK karşıtı görünen güçlerin hedefi adeta kesişmiş durumda.
Artık vicdan sahibi, akıl sahibi, sağduyu sahibi Kürtlerin meseleye müdahil olması, sivil ve demokratik tepki vererek örgütün karanlık işlerini sorgulaması gerekiyor.
Bu mesele, aşırı uçların cinnetine bırakılmayacak kadar ciddi. Türk ve Kürtlerin ezici çoğunluğu sağduyu sahibidirler; kardeşliğin kıymetini bildikleri gibi parçalanmanın fecaatini de bilirler. Özgürlükler konusunda Turgut Özal'dan Tayyip Erdoğan'a kadar alınan mesafeyi görmemek için kör olmak gerekiyor. Hükümet önemli adımlar attı; PKK adlı örgüt bir milim oynamıyor yerinden. Çağdışı bir örgütçülükle hâlâ teröre başvuruyor. İnsanların bu gerçeği görmesi, meseleyi tıkayanları suçüstü yakalaması ve hepsinden önemlisi tahriklerin pençesine düşmemesi şart! Bunun da bir tek yolu var: Düzenbazların, mızıkçıların, goygoycuların oyununu bozarak özgür iradenin ortaya konulması ve her türlü şiddete karşı demokratik şuurun sesinin yükseltilmesi. Bu noktaya kadar en suskun kalan zümrenin en ciddi rolü üstlenmesi; yani Kürt halkının maceraperestlere artık dur demesi gerekiyor. Devlet yapacağını yaptı, yapıyor. Artık sıra Kürtlerde; onların sağduyusunda, kadirşinaslığı ve fedakârlığında...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT