Sinirleri bozuk gazeteciler…
Meslek ahlakı, etik değerler, bağımsız durma çabası sizden uzaksa, sizin için her denge değişikliği riskli olur. Zira varlığınız kendi başına bir “çıkar” olarak tanımlanacak hale gelmiştir. Ve bu varlık başkalarının varlığına öylesine bağlıdır ki, o başkalarının iktidarı sizin yaşam suyunuzdur.
Değişikliklere direnirsiniz…
En azından değişikler sonrası yeni dengeler içinde eski yerinizi talep edersiniz…
Aksi halde öfkelenir, çıkarlarınızı ilke ilan eder, tehlikeli bir hale gelirsiniz
Gözünüz döndüğü zaman yapamayacağınız şey, çalamayacağınız kapı yoktur…
Bir dönemler Sabah Gazetesi'nin yayın yönetmeniydi…
AK Parti hükümetiyle yakın ilişki kuran, başbakanı kendi programlarında bol bol ağırlayan Fatih Altaylı, TMSF'nin Sabah'a el koymasından bir süre sonra eski patronlarıyla derin ilişkiler kurduğu gerekçesiyle görevinden alındı.
Şimdi bir internet gazetesinde yazıyor…
Ve en azılı AK Parti düşmanı…
İki gün önce bir televizyon programında Silahlı Kuvvetler'i duruma el koymaya çağırıyor, bu işin kişisel değil, kurumsal bir mesele olduğunu, askerin gereğini yapmasını söylüyordu…
Çıkarlar belli ki farklı kapıları çalmayı gerektiriyor…
Durum ağır…
Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi'nin yayın yönetmeni…
Bir süredir soğukkanlılığını kaybetmiş durumda…
Günlerce Abdullah Gül'e aday olmayın, aday olursanız ve seçilirseniz, kimi gazetecileri Çankaya'dan içeri sokmayın tarzı yazılarla garip bir ruh halini ortaya döktü.
Bekir Çoşkun'u kahraman ilan ederek Emin Çölaşan konusundaki tavrını unutturmaya çalıştı. Kendi oyununa katılmayan, darbe güzellemecisi Bekir Çoşkun'a destek vermeyen gazete ve gazetecileri iktidara biat etmekle suçladı.
Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra yeni ve değişimi simgeleyen bir dönemde Hürriyet Yayın Yönetmenliği postu da dahil ayrıcalıklarını koruma zorluğunu görünce, öfkesi daha da arttı. Ve şaşkın ne yaptığı, ne dediğini bilmez misali kendisinden farklı kimi gazetecileri devlet gazetecisi ilan etmeye soyundu…
Artık “kral(lar)” çıplak!
Perihan Mağden, Radikal'de dünkü yazısında şöyle diyordu:
“Bir zamanlar soyadına 1 'şe' harfi eklenerek, mizahi olarak pek tabii ki, Ertuğrul Özköşşk diye çağrılacak kadar özdeşşleşme katsayısı yüksek Bir Mühim Türk Büyüğünün, şimdi 'istemediği', 'tasvip etmediği', 'münasip bulmadığı' bir kişinin Çankaya'da oturacak/oturuyor olması kabul edilir gibi (kendisi ve kedisi açısından) değildi!...”
Umur Talu'nun 26 Ağustos'taki yazısı da müthişti, doğrusu:
“Bugün, bir süreliğine, bu olayda siz öyle değilmiş gibi yapıyorsunuz diye...
“Ne çabuk 'tam bağımsız', ne çabuk 'her daim mert' oluverdiniz!
“Onca senede tek emirle atılan onca manşet, tek emirle gizlenen onca haber, 'hükümet medyası' olarak, RTÜK, banka, benzin vesaire için onca manipülasyon ve otosansür, Genelkurmay andıç emirlerinde hazır ol durmak, hükümetlere yaranmak için kovulanlar, manşetlerden linç edilenler, “biat gazeteciliği'nin had safhası köşe sansürleri: RTÜK ekindeki baskıcı basın kanununa dair tek satır yazamamak, azledilen bir bakanın lehindeki yazıların sayfalardan çıkarılması.
“Sadece gazeteciliğe, gazetecilere yapılanlar değil:
“Bütün bir ülkenin aklının, fikrinin, geleceğinin; siyasetin, ekonominin, özellikle çalışanların rehin alınması? Şantaj ve tehditler?
“Onlar neydi ha?
“Laikliğin, cumhuriyetçiliğin, demokrasinin, medya ahlakının mı gereği!..”
Türkiye değişiyorsa, elbet medya da değişecektir…
Yeni Şafak Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT