1. YAZARLAR

  2. Akif Emre

  3. 'Sınıf' üstüne yanlı bir yazı
Akif Emre

Akif Emre

Yazarın Tüm Yazıları >

'Sınıf' üstüne yanlı bir yazı

01 Mayıs 2014 Perşembe 15:19A+A-

Hayatı, yaşadığı dünyayı anlamlandırmak, yorumlamak, buna göre tavır almak, müdahil olmak Müslüman olarak yeryüzünde bir yer işgal ettiğinin bilincine varan her fert için gereklilik. Bu bilinçtir ki bazı Müslümanları bazılarından ayırır.

Bu nedenle belki de İslam toplumunun, Marksist sınıf çözümlemesine bir tepki olarak sınıfsız bir toplum modeli önerdiğini savunmak yanıltıcı olur. Zira ekonomik temelli bir sınıf yapısı olmasa da erdem ve bilgiye dayalı bir ayrım, tabakalaşma vardır. Bilenlerle bilmeyenleri bir tutmayan bir dinin bireye ve topluma bakışı; bunları tasnifi, ayrıştırması da temelde farklıdır.

Geleneksel anlamda İslam toplumlarında kapitalist toplum modelinde olduğu gibi dikey bir sınıflılıktan bahsetmek mümkün değil. Onun yerine yatay düzeyde kültürel farklılıklara imkan tanıyan, farklılığın hukukunu kuran bir toplum modeli tarihsel olarak geçerli oldu. Bu yatay yapılanma sayesinde İslam toplumlarında Müslüman olmayanların hukuku korunabilmiştir. 'Modern pluralism'den çok daha farklı bir paradigmanın inşa ettiği bir model söz konusu...

Yatay olarak farklı inanç sistemlerini yan yana getiren çoğulcu toplum modelinin içinde, Müslümanlar arasında da dikey ama sınıfsal olmayan ve daha farklı bir zeminde kategorik bir yapılanma söz konusu.

Batı toplumlarının sınıfsal yapısının temelini oluşturan sermaye, üretim, emek ve siyaset ilişkilerini tanımlayan teorik çerçevenin ortaya koyduğu insan ve toplum modeli ile İslam toplumlarının tarihsel deneyim ve tasavvurundaki model elbette farklı. Ne var ki küreselleşen kapitalizmin dayattığı ilişki biçimlerinin doğurduğu haksızlar, modern dünyanın her renk ve dinden insana biçtiği gömlek ilk bakışta tüm bu farklılıkları ortadan kaldırıyor gibi. Ancak modern zamanların toplumlarını eşitleyen bu durum sadece emeğin, sermayenin, paylaşımın vs. oluşturduğu toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan adaletsizlik ortak paydasında da birleşmiyor. Aynı zamanda yine aynı ilişki biçimlerinin hangi din ve gelenekten olursa olsun sunduğu hayat tarzında da ortaya çıkıyor. Bu biraz da modernleşmenin getirdiği tüketim alışkanlıkları, hayat tarzı sonucu ortaya çıkan bireyselleşme ve buna bağlı olarak sekülerleşmenin yaygınlaşmasıdır.

Sonuçta mağduriyetler kadar modern zamanların sunduğu hayat biçimiyle de aynîleşiyoruz. Bir yanda ayrımlar derinleşirken diğer tarafta dünyanın tüm renkleri rengini kaybediyor, renksizleşiyor; aynîleşiyoruz...

İnsanlığın benzer bir etkiye maruz kalması; buna karşı alacağı tavrın, durumu teşhisinin ve alternatif teklifinin aynı olacağı anlamına gelmez. Maruz kalınan etkinin, baskının, adaletsizliğin mahiyetini anlamlandıracak olan her toplumun, bireyin inancı, değer yargıları farklı olduğu gibi, bu maruz kalışa karşı teklifi de farklı olacaktır.

Bu nedenle 'dünyanın tüm ezilenleri, tüm işçileri' gibi çok genel ifadeler her durumdaki her mağduru birleştiren, kuşatıcı bir çağrı olmaktan uzaktır. Mağduriyet ve mazlumiyetin kaynakları benzer olsa da bu durumdan kurtuluşun çözümü, en önemlisi, önerilen toplum ve insan modelinin farklılığı mağduriyetleri bile ayrıştırabilir.

Önemli olan hangi gerekçelerle ve nelerden mahrum bırakılmaktan dolayı ortaya çıkan mağduriyetlere karşı çıkıyor ve buna çözüm arıyor oluşunuzdur. Modernleşmenin hızla insanları bireyselleştirerek sekülerleştirdiği ortamda, kapitalist ilişki biçimlerine, modern nimetlerden istifade edilemediği için karşı çıkılıyorsa sonuçlar benzer gibi görünse de muhteva tamamen zıtlaşır. Kapitalizmin ortaya çıkardığı tüketim toplumu ve buna bağlı ilişkilerin bireyleri ve toplumları sekülerleştirmesini; bireysel olarak dindar olsalar bile toplumsal hayatta ve ilişkilerde, hayatı bütün olarak algılayışta sekülerleştiriyor oluşunu mesele yapanlarla yapmayanları 'işçiler, ezilenler' parantezine almak baştan tutarsızlık. Benzer biçimde modern ve seküler toplum hedefini temel almak kaydıyla bunu farklı modellerde gerçekleştirmeyi amaçlamak, yani paradigma içindeki modelleri esas alarak karşı çıkmak da eklektik bir tutumdur. Hatta müslümanca duruşun antiteze feda edilmesi durumudur.

Unutmamak gerekir ki, her kavram içinde doğduğu medeniyetin değerlerini taşır. Tanımlama ve çözüm, yöntem ve teklif her düşüncenin, inancın dünya tasavvuruyla anlam kazanır. Türkiye'de Müslümanların her anlamda kafa karışıklığı yaşadığı, her alanda sınavdan geçtiği bu dönemde pek çok meseleyi yeniden, konjonktür şartına bağlamadan, düşünmeleri, konuşmaları gerekecek.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT