Sinemada kötü ve kötülüğün inşası
Sadık Yemni, CİNS'te yayımlanan yazısında filmlerde kötülüğün sıradanlaştırılmasını eleştirel bir şekilde ele alıyor.
Kötünün avazı
Kötünün avazıKorku filmleri son elli-altmış yılda dünyadaki konjonktürel gelişime paralel bir seyirle teknik ve içerik olarak kendini yeniledi. Filmlerin yıllar içinde içerdikleri şiddet dozu değişmiş ve kurban yaşının giderek düştüğü görülmüştür. Korku ya da diğer türdeki filmlerde şiddet öğelerinin kullanılmasına karşı değilim. Çünkü dünya bunların gerçeğiyle dolup taşıyor. Sadece son yüzyılda iki dünya savaşı yaşadık. Üçüncüsünü şimdilik ağır çekim şeklinde deneyimliyoruz. Afganistan, Irak, Suriye’de icra edilen kitlesel cinayetlerin kaydı belleğimizde çok taze. Zalimlerin hırsı, mazlumların ahı bilgisi genetik kayıtlarımıza sinmiş durumda.
Filmlerdeki şiddetin gereksiz yere aşırılaşmasını, çığrından çıkmasını ve özellikle takdim edilme şeklini tasvip etmiyorum. Kötünün lanse ediliş tarzına da itirazım var. Çünkü bu filmler zihni ve hayal gücünü çalıştırmaktan, eğlendirirken uyarmaktan ve eğitmekten çok umarsızlık, duyarsızlık, vicdansızlık, çaresizlik ve giderek zalime teslimiyet hislerini aşılıyor.
Korku filmleri gibi gardrobumuz
Vampir ve kurt adam filmlerinde ana konu insanın fıtratından sıyrılarak aşırı, acımasız, kan dökücü ve doğal olmayan bir yaratığa dönüşmesidir. Zombi de bu dalga boyundan. Daha ötesi hatta. Kötünün sokakları ele geçirmesidir. Tekinsiz şatolarda, evlerde barınan, mazinin derinliklerinden emdiği kötü, intikamcı bir kaydı-enerjiyi taşıyan genelde bedensiz varlıkların hikâyesi bize çocukken dinlediğimiz hortlaklı ev mesellerini hatırlatır. Bir mahzen, kuyu dibi ücra köşeler kötülüğün kuluçkalandığı mekân işlevi görür. Bedene giren cin ve şeytan konusu da çok popülerdir. Sıradan bir insan bu kadim güçlerin yoldan çıkarmasıyla kan dökücü bir katile evrilir.
- Kötülüğün taşrada pusu kurduğu filmlere de sıkça rastlarız. Doğal hayat düşkünü şehirliler bu yerlerden birinden yakın geçtikleri ya da araçlarındaki arıza nedeniyle orada durmak zorunda kaldıkları için şiddetin kurbanı olur. Uzaydan gelen kötülük temalı bilimkurgu-korku filmleri de güncelliğini hiç yitirmeden yoluna devam etmektedir. Muhayyer gerçeklik ortamının tekinsizliğini konu alan “Dijital Kafes” çerçeveli yeni filmler yakın geleceğin en iddialı türü olma sevdasında. Bu yazımda cisimlenen, eskisinden farklı olarak kendine has bir bedene bürünen ve öyle kalmaya kararlı olan kötülüğe, yeni zamanların trendine değinmek istiyorum.
İlk günahın laneti
Ana akım korku filmlerinin içersinde “peccatum originale” (ilk günahın laneti) gizli ya da açık bir şekilde mevcuttur. Haçın sindiremediği, duaların tesir etmediği, olağanüstü gücü, karanlık varoluşu, görünmez ya da algılaması zor kötüyü adeta legalize eder. Kötünün takdimi zaman içerisinde değişime uğramış ve sonunda dışarıda tecessüm eden kötülük, kendi muhkem iradesi olan organik bir yapıya, natürelleşme sürecindeki bir forma bürünmüştür. Vampirden farklı. Güneş ışığından ya da okunmuş sulardan etkilenmiyor. Her yere sızabiliyor.
Zombiden akıllı, hızlı ve teknik erişimi müthiş. İnsana şah damarı kadar yakın olmak için çabalıyor. Kurt adam gibi gümüş bir kurşunla vurulunca varlığı sonlanmıyor. Lanetli evleri yakıp küle çeviren ateşten de etkilenmiyor. Azılı hortlakları muma çeviren manyetik alan ya da sıvı helyum kartı ona hitap etmiyor. Dijital Kafes zamanlarının en yeni, en donanımlı kötüsüyle muhatabız artık. Son yarım yüzyılda yapılmış üç filmden söz ederek cisimleşmiş, kendi başına özerk bir yapı kazanmış olan insan suretindeki kötünün evrim sürecini ele almaya çalışacağım.
The Exorcist (1973)
Mücessem kötü
William Peter Blatty’nin Exorcist -Şeytan adlı romanından 1973’de sahneye uyarlanan film dünya çapında ün kazandı. Bedene giren ve onu yöneten kötücül ruh filmlerinin şu ana kadar ki en iyisi değilse bile en etkilisiydi. Zamanında ben de dâhil olmak üzere seyircilerine korkulu dakikalar yaşattı. Konusu kısaca şöyledir: On iki yaşındaki Regan’ın içine kötücül bir ruh girmiştir. Biri genç Carras, diğeri yaşlı rahip Merrin, şeytanın pençelerini kızın ruhundan sökmeye çabalar ve başarısız olurlar. Çünkü inançları yeterince güçlü değildir. Papaz rolündeki karakterlerin aczinin özellikle vurgulandığı bir filmdir. Sonunda genç papaz kendini feda ederek kızı şeytanın elinden kurtarsa da akılda kalan bu acz ve onların nezdinde insanlığın, hepimizin aşağılanmasıdır. İki papazın filmden son anda çıkarılan bir sahnedeki konuşmaları aşağılanmanın belki de en derin noktasıdır:
Carras, “Eğer bu şeytanın el koymasıysa, niçin bu küçük kıza? Merrin, “Kim bilebilir? Ama bence… Şeytanın hedef aldığı şeytana tutsak olan o değil, bizleriz. Bunu görenleriz. Amacı bizi umutsuz kılmak, insanlığımızı bize reddettirmek, kendimizi bize çirkin, onursuz ve değersiz hissettirtmektir. Çünkü Tanrı’ya inanç işi bir us değil, bir aşk ve sevgi sorunudur. Belki İblis’ten gelecektir iyilik anladığımız ve bildiğimiz bir yolla da gelmeyebilir. Belki de İblis iyiliğin potasıdır. Ve belki de kendisine karşın şöyle ya da böyle, İblis, Tanrı’nın iradesini yerine getirmektedir.”
1980 yılında Stanley Kubrick’in yönetmenliğinde “pırıltı” diye tercüme edebileceğimiz The Shining filmi yeni bir çığır açtı. Sübliminal mesajlarla yüklü bu film birçok eleştirmence son yılların en iyi korku filmi diye nitelenmiştir. Jack Nicholson ve Shelley Duval’in üst düzey oyun sergiledikleri filmin konusu kısaca şöyledir: Jack Torrance öğretmendir. İşsizdir. Alkol bağımlılığı sorunu vardır. Sakin bir yerde kitap yazmayı arzulamaktadır.
Colarado dağlarının arasındaki Overlook Oteli’nde bir bakım işi bulur. Karısı ve beş yaşındaki oğlu Danny ile koskoca otelde tek başlarına kışı geçirmek üzere oraya giderler. Danny çok yetenekli bir medyumdur. Çocuğun bu yeteneği etkili olur, otelin içine sinmiş kötülükler silsilesiyle yüklü olan mazi uyanır ve korkunç olaylar cereyan eder. Geçmişe depolanmış kötülük tortuları dirilir ve cisimleşir. Bu canlanma ve cisimlenme neyse ki, dağların eteğinde ıssız bir yerde meydana gelir ve verdiği hasar sınırlı kalır. It Follows - Peşimdeki Şeytan (2015) filmiyle cisimlenen kötü şehirlere köylere, sokaklara, evlere ve her yere ulaştı. Kurbanlar gençlerdir. Filmde kötü nesne cinsel ilişkiyle birinden diğerine geçen iki ayaklı kâbus şeklinde tasvir ediliyor. Ondan kurtulmanın yolu bu belayı yine aynı şekilde başına ne geleceğini bilmeyen birini bulup ona devretmek. Bu yönüyle Ring - Halka filmindeki yegâne çözümü andırıyor, ama finaldeki çözüm geçicidir ve hayat artık dayanılmaz derecede sıkıntılıdır.
“Aşk her güçlüğü yener” mesajı yeterince güçlü değildir. Bu amaçlanmamıştır zaten. Artık ne aşk, ne aile kurup çoluk çocuğa karışmak ne de korkmadan bir partner aramak mümkündür. İnsanla insan arasındaki ilişki bitmeye mahkum gibidir. İlk günahtan, ikili, üçlü, çoklu tanrı anlayışından, Lucifer’i yaratıcı ışık gibi takdim etmekten ve Baphometh’e tapınmaktan bu noktaya varılmıştır. “İblis iyiliğin potasıdır” sözcüğü Tanrı’nın iradesinden sıyrılarak yeni bir anlam kazanmıştır. Cisimleşmiş kötü her an her yerde ve soluğu ensemizde. Dünya kötüye anahtar teslim devredilmiş gibidir. Son zamanların gözde deyimiyle “insanlık 1.0’ın bitimi söz konusu” dense abartı olmaz. İlk günahttan azade olan, meleklerin önünde eğildiği ve Tanrı’ya inancın akılla değil aşk ve sevgiyle olduğu öğretisiyle donanmış biri bu tür filmleri izlerken heyecan duyabilir, ama mesajın kendisine hitap etmediğini de hisseder gibi geliyor bana.
Kaynak: Sadık Yemni / CİNS
HABERE YORUM KAT