1. YAZARLAR

  2. Ahmet İnsel

  3. Şimdi sıra Ergenekon ve DTP davasında
Ahmet İnsel

Ahmet İnsel

Yazarın Tüm Yazıları >

Şimdi sıra Ergenekon ve DTP davasında

06 Ağustos 2008 Çarşamba 05:08A+A-

Bundan sonra, Ergenekon çetesi ve darbecilerin üzerine sonuna kadar gidilip gidilmeyeceği konusunda, AKP’nin ve onu destekleyenlerin, ne kadar kararlı ve samimi olduklarını açık biçimde gösterme fırsatı var

Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu suçlamasıyla, AKP’ye karşı açılan temelli kapatma davası, ne şiş yansın ne kebap türünden bir kararla sonuçlandı. Biri hariç, Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümü, bu partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu konusunda kanaat sahibi olduklarını, para cezası önerisini oylayarak gösterdiler. 11 üyenin altısı, odak olma durumuna yol açan fiillerin ağırlığının temelli kapatmayı gerektirecek önemde olduğu kanatini ifade etti. Meclis’te geniş bir çoğunluğa sahip olan, bir yıl önce seçimlerde yüzde 47 oy almış bir iktidar partisine verilen bu tür bir ceza, bildiğimiz kadarıyla sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir ilki oluşturuyor.

Kararın gerekçesi yayımlandığında, hangi eylemler nedeniyle AKP’nin laikliğe aykırı fiillerin odağı olma konusunda “şüpheli” bir parti olarak görüldüğü açıklık kazanacak. Bu kararın içerdiği suçlamayı Tayyip Erdoğan bütünüyle inkâr etse de, sonuçta Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıkça söylediği gibi, karar AKP yönetimine yapılmış “ciddi bir ihtar” niteliğinde. Bu ihtarın AKP yönetimi tarafından dikkate alınıp alınmayacağını ileride göreceğiz.

Bu karar sonrasında, Türkiye’de demokratik siyasal yaşamın istikrarı açısından toplumun çok geniş bir kesiminin rahat bir nefes alması, böyle bir iddianame ile bu davanın açılabilmiş olmasını sorgulamaya devam etme gereğini ortadan kaldırmıyor. Başsavcının iddianamesinin içeriği ve bu iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmiş olması, yargı erkinin siyasal alana müdahalesi açısından darbe tanımlamasını hak edecek tasarruflardı. Ama burada esas sorumlu olan, vesayet demokrasisi kurumlarını siyasal rejimimize çeşitli alanlarda perçinlemiş olan 12 Eylül rejiminin hâlâ yürürlükte olmasıydı. Yürürlükteki rejimin kurum ve kurallarını korumaktan sorumlu olan Yargıtay Başsavcısı 12 Eylül rejiminin gereklerine göre davrandı. Keza yüksek mahkemenin birçok üyesi de. Davayı ve alınan kararı, bu rejimin nitelikleri içinde değerlendirmek, sorunun kaynağını daha doğru görmemizi sağlayacaktır.

Mümkün olduğu kadar siyaset dışı olması gereken kurumların hakem, düzenleyici veya cezalandırıcı olarak ve çok geniş bir takdir yetkisiyle donanmış biçimde siyasal alana müdahale etmeleri, demokrasinin vesayet altında olduğunun en belirgin işaretidir. Bu tür kurumların müdahaleleri, nicel olarak askeri darbeden veya bir genelkurmay muhtırasından daha hafif görülebilir, ama nitel olarak bunlarla aynı düzlemde yer alırlar. Bu açıdan, Haşim Kılıç’ın karar açıklanırken yaptığı, mahkemenin siyasal mücadelelerde hakem olarak kullanılmaması çağrısı, 12 Eylül kurumsal yapısı içinde kalındıkça nafile bir çağrıdır. Vesayet rejiminin iç dengelerine aykırıdır. Bu çağrı, 12 Eylül rejimine son vererek, vesayet demokrasisi rejiminden gerçek bir parlamenter demokrasi rejimine geçiş girişimi içinde değerlendiğinde anlamlıdır.

DTP

AKP davası, demokratik parlamenter rejim ilkelerine ve temel hak ve özgürlüklere saygılı çoğulcu bir siyasal-toplumsal düzen savunuculuğu açısından, tavırların samimiyet ve tutarlılığını ele veren sürecin birinci perdesiydi. Bunun ikinci perdesinde, DTP hakkında, “terör örgütünün destekçisi hatta organı” olma iddiasıyla açılmış olan dava var. Türkiye’de, DTP’nin temsil etmeye çalıştığı toplumsal kesimleri siyaset alanı içinde bulunmaya teşvik edecek ve bu kesimin sorunlarına siyasal diyalog ve siyasal mücadele yoluyla çözüm bulmaya teşvik edecek bir yolun açık olup olmadığını, bu dava vesilesiyle de göreceğiz. AKP davasının kapatma cezasıyla sonuçlanmasının demokrasiye karşı indirilmiş çok ağır bir darbe olacağını haklı olarak söyleyenlerin, DTP davası konusunda benzer biçimde evrensel demokrasi kuralları yönünde tavır alacaklarını, girişimde bulunacaklarını ümit ediyoruz. Bu, bir anlamda, AKP’nin “kendine demokrat” tavrını aşma kapasitesinin sınandığı bir sınav olacak. Kapatılmayan, parlamenter sistem içinde diğer partiler gibi olağanlaşan bir DTP’nin, kendi üzerinde vesayet uygulamaya çalışan güçlerden özerkleşme olanağının daha fazla olduğunu söylemek safdillik değildir. En azından, bugüne kadar art arda gelen kapatma davalarının bu alanda yarattığı sonuçlara bakarak, başka bir yol denemek gerektiği güvenle iddia edilebilir.

Teşhir etme

AKP davası, Türkiye’de savcılık iddianamesi geleneğinin de kapsamlı biçimde gözden geçirilmesi gereğini ortaya koydu. “Ergenekon çetesi” ile ilgili iddianamede olduğu gibi, AKP iddianamesinde de, somut suç delili olan fiillerin yanında, suçlanan kişi veya çevreyi bir biçimde kamuoyu önünde teşhir etme amaçlı bölümler de vardı. Niyet okumalarının, birbiriyle ilişkisi kanıtlanmadan boca edilmiş bir dizi olgunun, siyasal olarak eleştirilecek ama suç teşkil etmeyen bir dizi söz ve davranışın, konuyla ilgisi olmayan dünya ahvaliyle ilgili genel geçer değerlendirmelerin de yer aldığı bu iddianame tarzı, Türkiye’de yıllardır çok yaygın. Bu tarz, yargının demokratikleşmesi açısından bir engel teşkil ediyor.

Geçmişte siyasal örgütlerle ilgili iddianamelerde yer alan siyasal değerlendirmeleri zaman zaman Aziz Nesin hikâyesi gibi kahkahalarla okumuş olanlar, bugün bu tarzın hâlâ Türk yargı sisteminde baskın olduğunu hatırlayarak, iddianamelerden hareketle kesin yargılar üretmekte dikkatli davranmalıdır.

Buna karşılık, AKP davasının, ölümü gösterip sıtmaya razı etme türünden (sıtma artık tedavi edilmesi kolay bir hastalıktır!) bir kararla sonuçlanması, Ergenekon davasını küçümsemek için dile getirilen “kapatma davası-Ergenekon davası” denklemini çözdü. Anayasa Mahkemesi’nin kararı Ergenekon davasının üzerindeki bir yükü kaldırdı. Bundan sonra, Ergenekon çetesi ve ilişkilerinin, darbecilerin üzerine sonuna kadar gidilip gidilmeyeceği konusunda, AKP’nin ve onu destekleyenlerin ne kadar kararlı ve samimi olduklarını, çok daha açık biçimde gösterme fırsatı var. İkinci iddianamede yer alması beklenen başka menfur eylemler ışığında, Ergenekon davasının Türkiye’de demokrasi mücadelesinde güçlü bir sıçrama tahtası olup olmayacağını asıl şimdi göreceğiz. Hâlâ bu davayı “fillerin tepişmesi” olarak görmek isteyenleri, cafcaflı sözlü radikal eylemsizliğin güvenli sularında unutup hükümeti, siyasal partileri, yargıyı, emniyet güçlerini, Ergenekon konusunda sonuna kadar gitmeye zorlama sorumluluğu var demokratların, sosyalistlerin omuzlarında.

Bu dava vesilesiyle Türkiye toplumunun, “başımız sıkışınca askeri çağırırız” zihniyetini büyük ölçüde etkisiz kılması mümkün olabilir. “Canı darbe isteyen”, “paşam, şimdi olmayacaksa ne zaman olacak?” diye yanıp tutuşan, “ordu-millet elele, AKP kodese” diye haykırmayı marifet sanan medeni görünümlü faşistlerin laik, sosyal ve demokratik Cumhuriyet idealini kirletemedikleri bir dönemin açılışı olabilir, Ergenekon ve olası darbe teşebbüsü davaları. Kimin, neden Ergenekon’un gönüllü avukatı; kimin, neden bu davanın uzaktan bakan suskun seyircisi olduğu şimdi daha da rahat görülecek. Yalnız AKP değil, solun tüm renkleri ve sosyalistler de demokrasi sınavındalar.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT