Silahlı yöntemlerin sonu
Silahlı kalkışmalar devam edebilir, lakin dahilde silahlı yöntemlerin faydasızlığı ve zararları müsellem hale gelmiştir. Bu açıdan silahlı yöntemlerin sonuna gelinmiştir.
İrca/Mürcielikle itham edilmesine rağmen İmam-ı A’zam’ın Zeyd Bin Ali’nin kalkışmasını desteklediği hatta bunu Hazreti Ebubekir’in (R.A.) devlete başkaldıranları tedip hareketiyle aynı gördüğü ileri sürülür. Lakin İmam Malik ve Cafer-i Sadık’ın Nefsüzzekiyye ve İmam-ı Zeyd Bin Ali’nin kalkışmasına destek vermediği bilinir. Keza Muhtar es Sakafi’nin ‘er rıza min al-i Muhammed/Al-i Muhammed’in öcünü almak’ bağlamında kalkışmasına da aynı gözle baktığı sabittir. Bu kalkışmalarda çok kan dökülmüş lakin maksada erişilememiştir. Dolayısıyla acıları dindirme adına yapılan çıkışlar acılara yeni acılar eklemiştir. Bundan dolayı İmam Malik ve Cafer-i Sadık’ın yönteminin günümüzdeki takipçilerinden olan Bediüzzaman yöntem olarak dahilde silahlı kalkışmaya karşı çıkmıştır. Buna mukabil, Bediüzzaman’ın anti tezi olan Şeyh Said Piran’ın yöntemi dahilde silahlı muhalefettir ve bu muhalefet ortamı daha da zehirlemekten başka bir şey yapmamıştır. Şiddetin üzerine şiddetle gitmek, çözümü getirmek yerine tırmanmayı ve tıkanmayı derinleştiriyor. Elbette bu kalkışmaların sonunda hedef alınan yapılara ve bünyelere de zararı oluyor. Lakin zarar umumi olmaktadır. Bu anlamda Muhammed Esed de İslam adına silahlı muhalefet olamayacağını beyan etmektedir (Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası, İsmail Çalışkan, s:119). İstibdat bir hata iken istibdada silahlı karşı koymak ikinci ve daha büyük hata olmaktadır. Zarara zararla mukabeledir. Bugün gelinen noktada İslam dünyasındaki bütün silahlı kalkışma hareketleri bir yöntem olarak iflas etmiştir. Bu bağlamda Mısır’da ve Cezayir’deki kalkışma hareketleri hüsranla sonuçlanmış ve hepsi de sonunda kendisini gözden geçirmiştir. Cezayir’de Hasan Hattap ve Mısır’da Cemaat-ı İslamiyye sonunda kayıtsız şartsız silahlara veda etmişlerdir. İnşallah darısı PKK’nın başına.
Mısır’da Muhammed Abdulhalim Musa’nın içişleri bakanlığı döneminde Muhammed Mütevelli Şaravi ile Sedat’ın öldürülmesinin planlanmasından sorumlu olan Abud ez-Zümer’in gizlice görüşmesi ayarlanır. Çok samimi ve ihlaslı bir kişi olan müfessir Muhammed Mütevelli Şaravi, Abud Zümer’den dahilde silah kullanma yönteminden vazgeçmelerini ister. Nasihat eder. O da bunu kabul eder. Abud Zümer sivil savcıların beraat ettirdiği cemaat mensuplarının salıverilmesini ve serbest bırakıldıktan sonra da kanun dairesinde dini faaliyet yürütmelerine izin verilmesini ister. Lakin çok geçmeden bu pazarlığı veya iknayı kotaran içişleri bakanı görevden alınır ve cemaat üzerine gidilir ve toplu tutuklamalar gerçekleştirilir ve bunun üzerine kanlı çark yeniden dönmeye başlar. Abdullah Öcalan da Özal’ın ölümünden bir iki gün önce ateşkes noktasına gelindiğini ama ardından Özal’ın ölüm sürpriziyle karşılaştıklarını söyler. Abud ve Tarık Zümer kardeşler ve hapisteki arkadaşları adına Muhammed Emin Abdulhalim, 7 Temmuz 1997 günü tek yanlı olarak tamamen silahlara veda ettiklerini açıklar. Tarık ve Abud Zümer, Seyyid İmam’ın geliştirdiği hapishanedeki gözden geçirmelere (müracaat) ve onun sonucunda alınan kararlara katılmamıştır. İstibdat ve istislam (teslimiyet) arasında üçüncü bir yolun olduğunu savunmuştur. Lakin sonunda o da arkadaşlarının ulaştığı sonuca ulaşmış ve bir manifesto yayınlamıştır. Bu manifesto, başvurdukları yöntemin iflas ilanının belgesidir. Dahilde silah kullanmanın hiçbir yararı olmadığını, bilakis meseleyi daha de çetin ve çetrefil hale getirdiğini ifade etmektedir. Harici düşmanlara ve istilacılara ve işgalcilere karşı silah kullanmanın meşruiyetini sonuna kadar savunan Abud ve Tarık Zümer, buna mukabil dahilde silah kullanmanın işleri içinden çıkılmaz hale getirdiğini itiraf etmişlerdir.
Silahlı yöntem konusunda PKK’nın da kendi vaziyetini gözden geçirmesinin zamanı çoktan gelmiş de geçmektedir. Abud Zümer misalindeki gibi Abdullah Öcalan da Mısırlı Zümer kardeşlerden kopya çekerek kayıtsız şartsız silahlı kalkışmaya son verdiklerini ilan edebilir. Ve etmelidir de. Lakin buna istisnai bir kayıt düşerek Abud Zümer’in yaptığı gibi Kürt halkının veya fertlerinin kültürel haklarının takipçisi olacağını da söyleyebilir (http://www.almesryoon.com/ShowDetailsC.asp?NewID=68699&Page=1&Part=12). Bunun için iki şart, dahilde silah kullanmamak ve hariçten destek ve güç almamaktır. Bu mesele ancak bu zeminde çözülebilir. Mısırlı Cemaat-ı İslamiyye liderlerinden Abud ve Tarık Zümer geri adım atmadıklarını ama yöntemlerini değiştirdiklerini söylemektedir. Bu bağlamda, Abud Zümer Mısır gibi ülkelerdeki seküler düzenlerin de bir çıkmazın içine düştüklerini ve bu sistemlerin de içinde bulundukları kumkumadan çıkmaları gerektiğini söylemektedir. Mısır’daki Cemaatü’l Müslimin grubu olarak anılan Şükrü Mustafa ve grubu gibi (devletin taktığı adla Hicre ve Tekfir) sağlıksız gruplar da sağlıksız şartların ürünüdür. Bu ortamlarda üremişlerdir. Seyyid Kutup ve arkadaşlarının hapishanedeki çileleri bu tür ve tarz çarpık hareketlerin nüvelenmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, Mısır cezaevleriyle 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi benzerlik arzetmektedir. İşte bu cezaevlerinin eski sakinleri daha sonra silaha sarılarak devletin karşısına dikilmişlerdir. Lakin hapishanedeki işkenceler ne kadar meşru değilse, buradan çıkanların dağa çıkarak devlete ve millete karşı silah kullanmaları ve kan akıtmaları aynı derecede gayri meşrudur. Rejimlerin meşruiyet meselesi başka, bu meşruiyet tartışmaları üzerine silah kuşanmak daha başkadır. Bu mesele, PKK Kürtlerle devletin arasından çekilmeden çözülmez. PKK ise devletle pazarlığında Kürtleri bir kart olarak kullamaya çalışmaktadır. Apo’nun bunca alerjik çabadan sonra yapacağı tek müspet hareket aradan çekilmek ve yandaşlarını kayıtsız şartsız silah bırakmaya çağırmak olacaktır. Belki bu, açtığı acıları biraz dindirebilir.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT