Silah-hukuk-halk
Silah... Hukuk... Halk...
Bunlar, sahip olanlara "güç" sağlayan enstrümanlardır ve kötüye kullanılmaları durumunda, ülkede ciddi sancılar oluşur.
Silah asker kişilere, hukuk yargı mensuplarına, halk da siyasetçilere kudret sunar.
Peki bunların en tehlikelisi hangisidir?
"Silah" zannedilir ama bence değildir.
"Halk" zannedilir ama bence değildir.
Evet, bence kötüye kullanılması halinde en tehlikeli olanı "hukuk"tur.
Evet, demokrasilerde "halk iradesi" belirleyici güçtür. Zaman zaman, o iradeyi arkasında bulan siyasi kadroların, kendilerini la yüs'el gibi gördükleri ve kontrolsüz bir güç kullanımına yöneldikleri olmuştur. Bazen de, iktidarın tabii kullanımı, uygulamalardan rahatsız olan muhalif kesimler tarafından kötüye kullanma olarak nitelenmiş ve bu eksende tepkiler üretilmiştir.
Ama Türkiye örneğine bakıldığında, "siyasi iktidar"ın çok göreceli olduğu açıktır. Hatta defalarca iktidar olmuş kişiler tarafından, iktidarların "iktidar olamama" gibi bir sendromu yaşadığı da ifade edilir. "Türkiye'de iktidar olmak rodeoya benzer" sözü Demirel'e aittir.
Siyasi iktidar, eğer bekleneni vermezse, sandıkta son bulur. Yani her siyasi iktidara karşı bir halk denetimi söz konusudur.
Türkiye örneğinde ise siyasi iktidarlar üzerinde hep bir başka tehdit gölgesi vardır. Silahtır o. Kimi zaman silah gelir ve "Yanlış gidiyorsun" diyerek, siyasi gücü alaşağı eder. Silah, "durumdan vazife çıkarır" ve kendi meşruiyetini kendisi üretir. İktidarı halkın belirlediği düşünülür ama herkes derinlerde bir yerde, silahın belirleyici kudretini hisseder.
Halkın sağladığı gücü denetleyen üçüncü bir kudret alanı hukuktur. Hukuk, gerçekten hukukun gerektirdiği bir durumda da siyasi gücü sınırlar, hukuku uygulayan kadroların, yani yargı gücünün, siyasi-ideolojik farklılık durumlarında da, siyasi güç üzerinde ambargolu bir etkiye sahip olur. Türkiye'de bu etkinin, o siyasi kadroyu silecek boyutlara ulaştığı bilinir. Hele yargı ile silah el ele tutuştuğunda yani yargı, silahın beklentilerine göre işlemeye başladığında, buldozer işler ve ortada gerçekten halk malk kalmaz. Türkiye, 60 yıldır bunun sayısız örneklerine tanıklık etmiştir.
Peki Türkiye'de silah tek belirleyici midir?
O da değildir.
Silah önemli bir güçtür ama gene de sistem içinde, formel anlamda siyasi iktidara bağlıdır ve onun tarafından denetlenir. Artı, silahı yargı da denetler. Artı, kamuoyu da denetler. Türkiye örneğine bakıldığında, belirli sürelerde etkili olan silahın, bir başka dönemde kendini savunur konuma düştüğü çok olmuştur. Bir başka husus da şudur: 1950'den, yani çok partili hayata geçildiğinden, yani artık demokratikleşme yoluna girildiğinden bu yana Türkiye'de, hep halk iradesinin öne çıkması ve silahın gerilemesi talebi öndedir. Bu, bir teyakkuz hali oluşturmuştur. Bir tür toplumsal antikor söz konusudur askeri iradenin etkin hale gelmesi karşısında... Bütün bunlar, silahın gerilemesi ve gözaltında bulunması anlamına gelmektedir.
Peki ya hukuk?
O, tüm toplumlarda saygın bir erktir.
O, herkesi, her güç kullanımını yargılama ve onun meşruiyeti hakkında son sözü söyleme yetkisine sahiptir.
O, olabildiğince bağımsız olmalıdır.
Onun olabildiğince tarafsız olacağı öngörülmüştür.
Hukuk halk iradesini yargılayabiliyor.
Halkın seçtiklerini yargılayabiliyor.
Silahlı gücü yargılayabiliyor.
Sanki "tanrısal!" bir güç konumundadır yargı.
Soru şudur:
Böyle bir gücün kötüye kullanımı mümkün müdür ve bu güç kötüye kullanılırsa ne olur?
Yargının kötüye kullanılması durumunun "tuzun kokması" diye nitelenmesi yadırganmamalıdır.
Buradaki mantık, bir şeyin kokmaması için tuzla pişirilmesi gerekir, peki tuz kokmuşsa... İhtimalindeki çıkmazla bağlantılıdır.
Yani bir toplum-sistem bünyesinde yanlışlıklar yargıya çarpar ve düzelir ama ya yargı sağlıklı işlemiyorsa...
Bu da,
hukuk düzeni sağlıklı değilse ya da
hukuku icra eden kadrolar sağlıklı değilse... ihtimalleri ile bağlantılıdır.
Parti kapattınız, tamiri yok.
Meclis'in çıkardığı kanunu iptal ettiniz, son söz sizin hakkınız.
İktidarın icraatını sıfırladınız, siz hukuksunuz.
Bir toplum kesiminin hakkını ortadan kaldırdınız, bunu bin kere yaptınız, tamiri yok.
"Mahkemeleri mahkemeye vermek..." öfkesi buradan ortaya çıkıyor. Ama o zincir bile, yargı kadrolarının tek düze hale gelmesi durumunda, bir noktada kırılabiliyor. Yargının, kötüye kullanılma durumunda, eleştirileri bile susturma yetkisi var.
O zaman yargıyı nasıl kontrol edeceksiniz?
Türkiye bundan sonra, gerçek demokrasiye gidiş ile birlikte bunu tartışacak. Onun için, Osman Can'ın ya da Sami Selçuk'un içeriden değerlendirmeleri bu noktada çok büyük önem taşıyor.
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT