‘Sıkıyönetim’ İsteyenlere ‘Hayır’ Denilmelidir
Ülkenin belli bir kesiminde, aylardır kanlı terör saldırılarıyla birlikte devam eden ayrılıkçı silahlı ayaklanma teşebbüsüne karşı Hükûmet’in takip ettiği siyaset üzerine elbette farklı görüşler ve eleştiriler serdedilebilir.
Nitekim, serdediliyor da...
Kimisi, Hükûmet’in geçmişte çok mülayim davrandığını, zamanında gerekli tedbiri almadığı için bugüne gelindiğini söylerken; bazıları da bugün verilmekte olan mücadelenin yetersiz veya yanlış olduğundan söz etmektedir.
Ancak, 1923’den bugüne, 93 yıllık geçmişimizde, benzer büyük sosyal problemler karşısında, hükûmet edenlerin aklına hemen geliveren ve bu 93 yılımızın üçte ikiden fazlasını içine alan bir yöntem vardı ki, bugün de bazı çevrelerce, o yönteme başvurulması isteniyor: Sıkıyönetim ya da Örfî İdare...
-eski ifadeyle, Örfî İdare..-
Sanki o yöntemin, mes’eleleri tamamen içinden çıkılmaz hale getirdiği görülmemiş gibi...
***
Bu 93 yılın ilk 27 yılı zâten, Sıkıyönetim’in de ötesinde tam bir diktatörlük altında geçti...
Sonra, 6-7 Eylûl 1955 Hadiseleri üzerine gelen ve 3 yıl süren Örfî İdare...
Sonra, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi öncesindeki Örfî İdare uygulamaları.. Ve, sonrasında da daha katı uygulamalar; 10 yıl boyunca yaptığı hizmetlerle halkın sevdiği bir lider olan Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idâmları ve büyük bir kısmının da hapis cezalarıyla neticelenen, 5 yılı aşkın Sıkıyönetimli dönemler...
***
1970’lerde patlak veren sosyal hadiseler üzerine gelen Sıkıyönetim’in, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’yle yeni bir merhaleye varması ve 4 yıl kadar sürmesi...
Arkasından, 1978 sonunda kanlı Maraş Hadiseleri’yle gelişen hadiseler üzerine yeniden başvurulan Sıkıyönetim’in, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesiyle daha bir acımasızca devam etmesi ve 5 yıl kadar sürmesi...
Ve, 28 Şubat 1997 Askerî Müdahalesi döneminin getirdiği ağır baskılı ve ‘küçük dağları ben yarattım..’ edâlı bazı generallerce bin yıl süreceği açıklanan katı laik diktatörlük uygulamaları...
Ve, Güneydoğu Anadolu bölgesinde de, Sıkıyönetim adı taşımasa bile, 20 yılı aşkın bir süre devam eden Olağanüstü Hal İdaresi altında geçen yıllar...
Bütün bu ağır baskı yıllarıyla özdeşleşen cezaevlerindeki korkunç zulüm uygulamaları...
Bu uygulamaların, deriiin sosyal kökleri bulunan problemleri çözmek bir yana, bir de daha bir gangrenleştirdiği bir daha hatırlanmalı ve düşündürmelidir.
***
Buna rağmen, bugün özellikle MHP başta olmak üzere, bazı sosyo-politik güç odaklarınca yeniden ‘sıkıyönetim’ ilan edilmesi istenmektedir.
Hattâ, kendileri için iyi bir fidelik olacağı düşüncesiyle, HDP / PKK’nın da sıkıyönetimi isteyeceği söylenebilir.
Ama, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, asker’in eline mevcud kanunî sınırlar ötesinde, normal dışı yetkiler vermek istemeyen ve inisiyatifi askere devretmemek dikkati, üzerinde durulması gereken nokta...
***
Halbuki, geçmişte, bugünkü hadiselerle karşılaştırıldığında çok daha hafif kalan durumlarda bile hemen, sıkıyönetim tedbirlerine başvuruluyordu.
Şimdi ise, bu zamana kadar uygulanmayan bir yöntemle, mahalle-mahalle, kasaba-kasaba, dar çerçeveli sokağa çıkma yasaklarıyla netice alınmaya çalışılıyor ve halkın içine karışmış olan silahlı kesimler dışındaki hiç kimsenin rahatsız edilmemesine azâmî dikkat gösteriliyor.
Bu yeni bir yöntem ve herhalde, en iyisi...
***
Çünkü, askere sıkıyönetim yetkisi verilince, o, vehimlerini bile en sert tedbirlerle ve çocuk-kadın- ihtiyar- genç, silahsız sivil herkesi de hedef alan uygulamalar olduğu, geçmişteki zehirli örneklerle ortada...
Bugün ise, en sert silahlı çatışmaların devam ettiği yerlerde bile, sokaktaki sivil-silahsız insanlar, bu mücadeleleri kaygıyla olsa bile, kendilerine yönelik bir tehdit olmadığının rahatlığı içinde izliyorlar.
***
Sıkıyönetim çağrılarına asla itibar edilmemelidir. Aksi halde, sadece askerlerin hükmetme eğilimleri güçlenmekle kalmayacak; sivillerin ülkeyi yönetemediği gibi bir iddiayı bayraklaştırmak isteyen kemalist-laiklere de gün doğacaktır.
STAR
YAZIYA YORUM KAT