Şiîlik, Selefilik ve Türkiye
Bu yıl dördüncüsü yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de diplomatlara bir konuşma yapmış. Gâyet yerinde bir adımdı bu.
Hâriciyenin sâf seküler yapısını düşündüğümüzde başlı başına bir normalleşme göstergesi de diyebiliriz buna.
Konuşmasında birçok konuda görüş beyan eden Sayın Görmez, Ortadoğu’da sıcak bir gündem olan Şiî-Sünnî gerilimiyle ilgili dikkate alınması gereken sözler de sarf etmiş.
Zaman gazetesinden Abdulhamit Bilici 3 Ocak’ta yayınladığı yazısında başkanın şunları söylediğini aktarmış:
“Körfez’de Şia, İslâm’ın geleneksel Doğu-Batı gerilimindeki rolünde hamilik üstlenmektedir”. “Modern zamanların ürünü olarak öne çıkan dinî metinleri hayatın gerçeklerinden kopararak kanun metni hâline getiren Selefiliğin yer yer ekstrem çıkışları da Şia karşısında İslâm’ın Sünnî temsiline aday görünmektedir. Şia’nın Batı karşısında İslâm’ın temsiline soyunması, Selefi Vehhabiliğin de farklı versiyonları üzerinden Şia karşıtı Sünnî hegemonik bir güce dönüşme arzusu asla ihmal edilmemesi gereken politik bir alan üretmektedir”.
Bu beyanlardan yola çıkan Bilici; “Bu durumda, Türkiye, yeni Ortadoğu’da politize Şiilik ile reaksiyoner Selefilik arasında mı kalmış oluyor?” sorusunu sormuş.
Bize göre arada kalmış sayılmaz. Kendi içinde farklı versiyonları olan ve modernliğe içe kapanarak tepki geliştiren Selefiliğin modernleşmeyi hayli yüksek yaşayan Türkiye’yi fazla etkileyeceğini sanmıyorum.
Şiîliğe karşı tepkisel özelliğiyle dikkat çeken Selefilik ise aslında İran devrimiyle ivme kazanan yayılmacı Şiîliğe karşı bir reaksiyon hareketidir, arkasında da Suudi Arabistan Krallığı’nın verdiği destek vardır. Çünkü bu ülkede zengin petrol bölgelerinde mukîm olan Şiîler Suudi Arabistan’ı endişelendirmektedir.
Suudi Arabistan büyük Şiî birliği hayâlleri kuran Şiîlikle nüfuz edebildiği Selefiliği ideolojik hesaplaşmaya sokarken en azından bölge halklarına hoş görünen dinî argümanlarını bu zeminde sarsmayı hedeflemektedir. Savunmacı devlet refleksi de diyebiliriz buna.
Bunun çok fazla etkili olduğu söylenemez. Tarihsel olarak Şiîliğin giremediği Patani, Malezya, Endonezya ve Filipin gibi coğrafyalarda İran Devrimi sonrası oluşmuş ve her geçen gün etkisini artıran Şiî varlığına bakarak da bunu anlayabilirsiniz.
Suudi Arabistan’ın desteklediği Şiîlik karşıtı Selefilik, Şiîliğin Ortadoğu’daki yükselişine bile engel olamamış durumdadır.
İran-Irak-Suriye-Lübnan ekseni başka neyi anlatır ki? Şiî hilalinin sadece Türkiye’yi değil tüm Ortadoğu’yu etkilediği ve bir yere kadar yönlendirdiği aşikârdır. Suriye rejimi hâlâ devam edebiliyorsa, halkı pervasızca katledebiliyorsa sebebini buna borçludur. Bu zeminde Şiî nüfuzunun Ortadoğu’da yükselişini sürdürmesi en çok da Suudi Arabistan’ı ürkütmektedir.
Şiîliğin Sünnî coğrafyalarda nüfuzunu artırması İslâm içi bir mezhebin nüfuzunu artırması gibi basit bir olgu değildir. Zira bu güç dengelerini değiştirdiği için Şiî-Sünnî kutuplaşmasını çatışmaya doğru sürüklemektedir. Irak’taki son gelişmeler de ayan beyan bunu göstermektedir.
Şiîlik özüne siyasi talepler mündemiç bir harekettir. Tarih sahnesine bu taleplerle çıkmıştır. Siyasi hedeflerini dinî hedefleri gören bu akım tarihsel olarak kendini hep tahfif amacıyla Çoğunluğun Mezhebi dediği Ehli Sünnet karşısında konuşlandırmış ve neredeyse varlığını Sünnîlik karşıtlığına borçlu bir fırkadır.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakan siyasi, ictimaî, iktisadî yönünün önünde İran-Irak-Suriye-Lübnan duvarının yükselmesi Sayın Görmez’in ekstrem dediği Selefiliği değil mutedil Sünniliği kışkırtmaktadır.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT