Şiddetin, silahın bir hayat tarzı olarak benimsenmesine lanet olsun!
Evet öyle, kan ve gözyaşını devam ettirmek için değil, bitirmek için vardır siyaset... Acıları sürdürmek için değil, sona erdirmek için yapılır siyaset...
Bizde sanki böyle değil.
Kan aksın isteniyor.
Gözyaşı aksın isteniyor.
Barış değil savaş isteniyor.
Evet, aynen öyle.
‘Demokratik açılım’ın çıkmaza saplanmasından dolayı neredeyse zil takıp oynayacaklar.
Böyle şey olur mu?
Yazık değil mi?
Acıların üzerinden siyaset yapılır mı?.. Kan ve gözyaşı üzerinden oy hesapları yapılır mı hiç?..
Acısı olmayan yok.
Herkesin acısı var.
Herkesin acısı da meşru...
Bejan Matur köşesinde yazıyordu:
“Diyarbakır’daki Kürt Çalıştayı’nda söz alan Emine Ayna her zamanki üslubuyla bir ülke portresi çiziyordu. Onu dinlerken bir cehennemde yaşadığınızı düşünüp, öfkeye kapılmamanız mümkün değil.
Buna alışmıştık zaten.
Ama bütün bu öfke ve karamsarlığın altında yatanın onun erken hikâyesi olduğunu öğrenmek çarpıcıydı.
Emine Ayna, çocukluğuna ait bir anıyı anlattı o gün.
Çocukken yakılan evlerini...
Kütahya’da işçi olan babasının sırf Kürt olmasından dolayı mahallede dışlanıp evlerinin yakıldığını... Sonrasında aylarca bir kamyonun kasasında yaşamak zorunda kaldıklarını anlatırken, farkında olmadan bugüne taşıdığı öfkenin nedenine işaret ediyordu.
Bu onun hikâyesi...
Buna benzer binlerce, yüz binlerce hikâye var.
Şiddet şiddeti doğurur.
Gerçek bu.
DTP’nin kapatma davası görüşülürken bunları düşünmek acı veriyor. Barışı savunan herkes Kürtlerin siyasette temsilinin ne kadar hayati önemde olduğunu savunup durdu.
Çoğumuz hâlâ umudumuzu yitirmiş değiliz. Ben hukuka değil ama halkın vicdanına güveniyorum hâlâ.
Bu ülkede son otuz yılda bizi birbirimize düşürmeyen her neyse o mayaya inanıyorum. Bu toplumun kodlarında o kardeşlik var çünkü...”(Zaman, 9 Aralık 09, s.25)
Bu kardeşliğe Bejan Matur gibi ben de inanıyorum.
Ama korkuyorum da.
Özellikle şu günlerde...
Çünkü Türk, Kürt, kimilerine bakıyorum, sanki acıda yaşamak istiyorlar. Ölümde yaşamak istiyorlar. Kan ve gözyaşından kopunca bir boşluğa düşeceklerini, hayatlarının anlamsız hale geleceğini sanıyorlar.
Korkunç bir şey bu.
İnsanlar birbirlerini kan ve gözyaşıyla tüketemezler. Tarihin binlerce sayfası bu gerçeği yazar. Bizim tarihimiz de öyledir. Son otuz yılın çok yakın tarihi de dolu acı yüklü, hazin sayfalarla...
Çare savaş değil, barıştır.
Oturup bunun için konuşmaktır.
Diyalog köprüleri kurmaktır.
Ve siyaset acıları devam ettirmek için değil, kan ve gözyaşını bitirmek için vardır.
Allahaşkına hâlâ öğrenemedik mi?
* * *
Yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, PKK’nın askeri kanadı HPG’nın, yedi askerin şehit olduğu Reşadiye saldırısını üstlenen açıklaması internete düştü.
Başlığı şöyleydi:
“Perşembe, 10 Aralık 2009, saat 15.08... Tokat eylemi, bir birimimizin kendi inisyatifiyle gerçekleştirdiği misilleme eylemidir.”
Şiddetin, silahın bir hayat tarzı olarak benimsenmesine lanet olsun.
Başka ne diyebilirim ki?
1990’ların hayal kırıklığı kan ve gözyaşlarıyla bir kez daha mı yaşanacak? İmralı, Kandil, DTP “inceldiği yerden kopsun zihniyeti’nin bu ülkeye, Türklere ve Kürtlere nelere mal olduğunu bilmiyor mu?
Bunca yaşanandan sonra daha hâlâ şiddetten, silahtan medet umulur mu?
Çok yazık!
Tokat’taki kanlı saldırıyı ‘kendi inisyatifi ile’ gerçekleştiren PKK birimini eleştirecek, lanetleyecek, bunun barışa kasteden bir saldırı olduğunu söyleyecek sesler çıkmayacak mı, çıkamayacak mı İmralı’dan, Kandil’den, DTP’den?..
Bu saldırının Türkiye’de barışa kasteden büyük bir provokasyon olduğuna ben inanıyorum.
Acaba onlar inanmıyor mu?..
Türkiye’nin, bu toprakların işi hakikaten çok zor.
Allah hepimize kolaylık versin.
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT