Şiddet şiddeti besliyor
Eskiden koca İstanbul’da bir cinayet işlense gazetelere manşet olur, aylarca konuşulurdu… Bu cinayeti işleyen katil, topluma “canavar” olarak takdim edilirdi…
Yaşı elverenler “Kanlıca Canavarı” ile “Toros Canavarı”nı hatırlayacaklardır.
Sonuçta bunlar kitlesel katliam yapmamış, öfke anında cinayet işlemiş insanlardı. Eskiden gazetelere manşet olan cinayetler, şimdilerde haberden sayılmıyor. Çünkü artık daha “orijinal cinayet”ler işleniyor.
Mesela zengin bir ailenin çocuğu, sevdiği kızın başını kesip sırra kadem kayboluyor!.. Bir başkası, öldürdüğü adamın cesedini haftalar boyu buzdolabında saklıyor!.. Diğeri cesedi parçalara ayırıp her parçayı ayrı bir çöp konteynırına koyuyor!..
Derken, Mardin’in bir köyünde (köyün adı da “Bilge” değil miymiş) aynı anda 44 kişi katlediliyor…
Namaz kılanları tarıyorlar… Hamile kadınları öldürüyorlar… Çocukları vuruyorlar!
Cinayetin böylesi görülmüş değil! Nasıl bu hale geldiğimizi uzun uzun tartışmamız lâzım.
Eskiden “şiddet eğilimi” bozulmanın göstergesiydi, şimdi hayatın bir parçası oldu! Çünkü başta siyaset olmak üzere, her şey toplumu şiddete teşvik ediyor!
“Sanat çevreleri” sanatlarıyla gündeme geleceklerine ya eşlerini (sevgililerini vs.) dövmeleriyle gündeme geliyorlar, ya da “eş” değiştirmeleriyle…
Herkesin gözünün önünde eşlerini sille tokat döven “sanatçı”lar(ımız) olduğu gibi, uyuşturucu alan, hatta satan, bu sebeple “kodes”i boylayan “sanatçı”lar(ımız) da var!
Kimseye akıl verecek durumda değilim, “beşer şaşar” sözünün ne anlama geldiğini de bilecek yaştayım; ancak uyuşturucu alarak, kadın döverek, şuna-buna lâf atarak, sanal kavgalar yaparak gündeme gelmek, seçkin ve de görkemli “sanatçı”lar(ımız)ı hiç mi rahatsız etmiyor?..
Kimin umurunda bilmiyorum, ama her türlü şiddet görüntüsü toplumu geriyor. Zaten bu toplum 30 seneden beri şiddetin en acımasızını yaşıyor. Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde yaşananların toplumsal yapıyı etkilemediğini kim söyleyebilir?
Mardin’in Bilge Köyü’nde 44 kişiyi kurşuna dizen cinnetin gökten zembille inmediğini, bu topraklarda yeşerdiğini artık bilmemiz gerekiyor.
Ailede kavga, devlette kavga, siyasette kavga, medyada kavga, adalette kavga, ticarette kavga, sanatta kavga!.. Bu kadar şiddeti hiçbir toplumun bünyesi kaldıramaz.
Kavga eğilimi ailede başlıyor, bir geniş daire çiziyor, tekrar aileye dönüyor…
Yani bu bir kısır döngüdür.
Ailelerde üreyen kavga, sonunda yine aileleri vuruyor.
Kaba kuvveti seven bir topluma dönüştük: Bu yüzden dövülene acısak bile, döveni (gücü) için için alkışlıyoruz. Bundan da en çok çocuklar ve kadınlar zarar görüyorlar. Çünkü dayak yiyorlar. Dayak o kadar kanıksanmış ki; yan yana gelmesi mümkün olmayan bir kelime ile özdeşleştirilmiş: “Sevgi” kelimesi ile... “Kocalar (erkekler) hem sever, hem döver!”
Bir vakitler otuzlu yaşlarda bir karı-koca büroma gelmişti. Kadının gözü mosmordu. Bunun nasıl olduğunu sordum. Erkek dürüstçe kendisinin yaptığını söyledi. Sebebini öğrenmek istediğimde ise şöyle dedi: “Bazen hakkediyorlar!”
Buna kimin karar verdiğini sordum, kendisinin karar verdiğini söyledi. O zaman dedim ki:
“Verdiğin hukuki bir karardır, ama sen hukukçu değilsin. Kararın adil değil, çünkü “tarafsız” değilsin. Üstelik kendini hem polisin, hem savcının, hem hâkimin, hem de celladın yerine koymuş, karardan sonra bir de “infaz” etmişsin. Sence bu doğru bir şey mi?”
“Vallahi o akşam moralim bozuktu, bu da üzerime gelince olan oldu” dedi.
Erkeklerin sığınaklarından biri de budur: “İşler kötü, moralim bozuk!..”
Bazı erkeklerin “moral”i ne kadar vicdansızdır ki; ancak kadını dövünce düzeliyor!
Erkeği dayağa teşvik eden şey, sorunları kaba kuvvetle çözme meylidir! Erkeği kaba kuvvet kullanmaya meyilli olarak yetiştiren kişi ise, maalesef yine “kadın(anne)”dır!
Bu durumda insan kimi suçlayacağını şaşırıyor. Zaten maksat suçlamak değil, sorunun varlığını kabul edip çözüm üretmek...
Çünkü dayak konusu (Anadolu’yu birkaç kez adım adım dolaşmış bir aydın olarak söylüyorum) “sosyal facia” boyutlarındadır.
“Facia” boyutlarında olmasına rağmen, kadınların yoğun olarak şikâyet etmemeleri sevgiyle erkeklerine bağlılıklarından değil, yeni dayaklar yeme korkusuyla koca evinden kovulma korkusudur. (Koca evinden kovulan kadını bazı bölgelerimizde baba evi kabul etmediği için, kadın mecburen geri dönüyor ve beter bir işkence ile karşılaşıyor)
Kadın, muhatap olduğu şiddeti karakola yansıtmıyor. (Komşuların da genelde “kocandır, sever de, döver de” yönünde telkinleri oluyor) Araştırmalara göre, şiddete uğrayan kadınların yüzde 47’si susuyor. Yüzde 41’i karakola gitmiyor. Onun yerine yüzde 41’i intihara teşebbüs ediyor...
Dayak yiyen kadının yüzde 67’si ise şiddet zincirinin bir parçası olup çocuklarına şiddet uyguluyor.
Bir kısır döngüdür dönüp duruyor… Ama bu kısır döngü insanlarımızı öğütüyor!
Ne demiş atalarımız: Rüzgâr eken fırtına biçer!
Mardin olayı, ektiğimiz tohumların ürünüdür.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT