Şia'nın sahabe düşmanlığı ve Fars milliyetçiliği
Taha Kılınç, İran televizyonlarında yayınlanacak olan “Ebû Lu’lu’nün Cesareti” adlı diziyi ve tartışmaları değerlendiriyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Karşı hamle
İran’ın Kâşân şehrinde, yeşilliklerle çevrili duvarlı bir avlu içinde, konik külahla örtülü bir türbe… Bulunduğu konum itibariyle sürekli ziyaretçileri olmasa da, özellikle -hicrî- Rebîülevvel ayının 13 ila 27’si arası burası geniş katılımlı törenlere ev sahipliği yapıyor. Saygı ve sevgi gösterileri için toplananların, kabirde yattığı düşünülen kişi hakkında kullandığı başlıca ifadeler şöyle: “Seyyide Fâtıma’nın sadık askeri”, “Fâtıma’nın katilini öldüren fedai” “Dünyayı bir zalimden kurtaran kahraman”, “Baba Şucâuddîn” (Dinin Cesur Neferi), “Feyrûz Nihâvendî”… 1400’lü yıllarda yapılan ve sonrasında sürekli yenilenerek günümüze ulaşan bu türbe, İkinci Râşid Halife Hz. Ömer’i 644’te şehit eden Ebû Lu’lu Feyrûz’a nispet ediliyor. Ebû Lu’lu, Şiî halk muhayyilesinde bütün canlılığıyla yaşamaya devam ediyor.
Şia kaynaklarının aktardığı rivayetlere göre:
Hz. Ömer’i namaz sırasında bıçakladıktan sonra oluşan kargaşada kaçmayı başaran Ebû Lu’lu, daha sonra yakalanarak hapsedilir. Uzunca bir süre hapiste kaldıktan sonra, “ortadan kaybolması” şartıyla onu özgürlüğüne kavuşturan da Hz. Ali’dir. Medine’den ayrılarak bugünkü İran topraklarına gelen Ebû Lu’lu, doğum yeri olan Nihâvend yerine Kâşân’a yerleşir ve orada ölür. Mezarı, 1500’lerde Safevîlerin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Şiîliği yüceltme siyasetleri çerçevesinde ihya edilir ve bugünkü mevcut türbe yapılır.
Şiî gelenekte, Hz. Fâtıma’nın “şehit” olarak dünyaya gözlerini kapattığına inanılmaktadır. Onu “şehit” eden de Hz. Ömer’dir. Şiî vaizlerin kürsülerden heyecanla ve öfkeyle anlattığı kıssalarda, Hz. Ömer’in Hz. Fâtıma’nın evine yaptığı baskın, kapıyı omuzlayıp devirişi ve içeride korku içinde bekleyen Hz. Fâtıma’yı yumruklayarak kaburga kemiklerini kırışı vs. gibi detaylar vardır. Bu inanç öylesine yaygın ve günceldir ki, hicrî takvimin altıncı ayı olan Cumâdelâhire’nin (Cemâziyelâhir) üçüncü günü, bugün İran’da “Seyyide Fâtıma’nın Şehadeti” münasebetiyle düzenlenen yas törenlerine tahsis edilmiştir. Hz. Fâtıma’nın “şehadeti” böylesine geniş ve resmî bir kabul görünce, elbette onun “katiline” yöneltilen lanet ve kinin boyutları da tahmin edilebilir.
Bu dinî arka plan üzerinden, Ebû Lu’lu fenomenine niçin “kahraman” muamelesi yapıldığını anlamak son derece kolay. Görünen yüzeyin altını kazıdığımızda ise, Hz. Ömer’in şahsına yöneltilen öfkenin ve ona atfedilen nice “suç”un gerisinde, bütün çıplaklığıyla Fars milliyetçiliğini görürüz. Meselenin özünde, İran topraklarının Hz. Ömer döneminde fethedilmesi vardır. Zaten bugünkü Irak ve İran bölgesinin İslâm orduları tarafından zapt edilmesi, İran kaynaklarında “Arap istilası” kavramıyla karşılanır. İkinci Râşid Halife’ye duyulan kinin sebebi, aslında din sosuna bulanmış kaba bir milliyetçiliktir.
Ortadoğu’nun iç dengelerinden haberdar olan herkesin yakından bildiği bu detayları bana hatırlatan şey, 25 Şubat Cumartesi günü bu köşede yer alan “El bombası” başlıklı yazımı gazeteye gönderir göndermez okuduğum bir haber oldu. Sosyal medyada da geniş yankı bulan habere göre: Uydudan yayın yapan Irak televizyon kanalı eş-Şeâir, Suudi sermayeli MBC televizyonunun Ramazan ayında ekranlara getireceği “Muâviye” dizisine nazire olarak, “Ebû Lu’lu’nün Cesareti” adlı bir dizi hazırlıyordu. Hz. Ömer’in katilinin açık bir şekilde göklere çıkarılacağı dizinin hem de Ramazan ayında yayınlanacak olması, elbette büyük tepki doğurdu. İslâm dünyasının dört bir yanından sosyal medya kullanıcıları, söz konusu girişimi “provokasyon” olarak değerlendirdiler. MBC’nin dizisine gösterdiği tepkiyi geçen yazımda aktardığım Iraklı Şiî lider Muktedâ Sadr, eş-Şeâir’e de tepkisini gizlemedi. Ne var ki, “Ne Muâviye Sünnîleri temsil eder, ne de Ebû Lu’lu Şiîleri…” diyen Sadr, elbette bu bakış açısıyla yeni bir eleştiri tufanına daha yol açtı.
Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak, yakın çevremizdeki halkların ve ülkelerin gündemlerini kasıp kavuran dinî-tarihî tartışmalardan büyük ölçüde uzağız. Bu, tarihteki ihtilaflardan yeni yaralar üretmemek adına, makul bir duruş. Ancak İslâm dünyasının iç gerilim noktaları bugün yaşadığımız pek çok problemin de temelini oluşturduğundan, söz konusu tartışmaları yakından takip etmekte fayda var. Zira bölgemizi daha derinden kavramak, ancak böylesi bir takiple mümkün…
HABERE YORUM KAT