Sezar/yen Yargı/tay’ın Adaleti mi?
28 Şubat sürecinde Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılamaması rejim açısından resmen derin bir krize dönüşmüştü. Bu derin krizden çıkış yolu için Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in adı etrafında kenetlenmenin mutlak çıkış yolu olduğu beyan edilmişti.
Sezer’in değişik dönemlerde yaptığı konuşmalara atıfla tam da bütün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu “hukukçu”nun bulunmuş olması ile ümitlenenlerin sayısı hiç de az değildi. Hatta “Köşk’teki Hakim”i anlatan kitaplar kaleme alınmış, hukukla ilgili yaşanan bütün dertlere Sezer isimli hukukçu ile tepeden ve kesin çözümler üretileceği havası kaplamıştı her yeri. Türkiye’nin bir hukuk devleti olması adeta an meselesiydi!
Devlet krizinin derinleştiği dönemlerde umut pompalamanın, yeni kahramanlar yaratmanın, yaşanan acılara sanal tedaviler uygulamanın bu ülkedeki adı “psikolojik savaş”tı oysaki. Her Genelkurmay Başkanı değişiminde olduğu gibi Danıştay, Yargıtay Başkanı değişiminde yaşananlar da böylesi bir operasyondu. Fakat çizilen her bir pembe umut tablosu rejimin sert ve acımasız mantığı tarafından darmadağın ediliyordu.
CMK’da gerçekleştirilen değişimlerin 2011’de hayata geçirilmesiyle beraber yaşanan tahliyeler üzerine söylenen sözler arasında dikkat çeken hususlardan biri de yargı kurumlarınca sergilenen fedakârlıktır. Yargıtay Başkanı Gerçeker’in durumu izah sadedinde sarf ettiği “Vicdanla kanun arasına sıkıştık. Elimizden gelen bu. Fedakârca çalışıyoruz.” sözleri üzerinde hasetsen durmak gerekiyor.
Uzun yıllar boyunca “cüzdan ile vicdan” arasına sıkışıp kalan yargı şimdilerde “kanun ile vicdan” arasına sıkışıp kalmış. Sıkışıklık hiç geçmiyor ama yargı yine de elinden geleni ardına koymuyormuş. “Fedakârca çalışarak bu işin üstesinden gelen bir yargıya sahip olduğunuz için ne kadar sevinseniz azdır, nankörlük etmeyin” diyecekler neredeyse.
Yargı kimlere, nasıl fedakârlık yapıyor da bu nankör toplum anlayamıyor acaba? Asker, bürokrat, sermayedar, merkez medya gibi Kemalist çevrelerin davalarında jet hızıyla çalışan, tahliyeler, beraatler veren bir yargı kurumu var gerçekten de. Mesela Mehmet Haberal, Osman Paksüt, İlhan Cihaner, Osman Kaçmaz, Ö. F. Eminağaoğlu gibi isimleri Ergenekon Cuntası ile birlikte anılan isimler için yargı mensupları gerçekten de yüksek performanslar sergilediler.
Gerçi bu yüksek performansı N. Erbakan, T. Erdoğan gibi siyasilerin yanı sıra İslami kimlik sahipleri için de sergiliyorlar. Ancak bu kez her şey temel hakları bloke etmek üzere kurgulanıyor.
Evet, yargı bazen inanılmaz derecede hızlı hareket ediyor. Fakat kiminin suçunu örtüp iktidarını takviye etmek üzere kimini de suçlayıp siyasetten tasfiye etmek üzere. Kel Ali, Kılıç Ali, Necip Ali’lerin İstiklal Mahkemeleri’ni kim unutabilir ki? Mustafa Kemal’in siyasi rakiplerini tasfiye etmek üzere bir giyotin gibi işlettiği mahkeme mantığı Yassı ada mahkemelerinde karşımıza çıkmamış mıydı?
Bir Nusret Demiral, Vural Savaş profilini düşünelim. Bir Yekta Güngör Özden, Sabih Kanadoğlu profilini düşünelim. Bu ve benzeri isimlerden oluşan yargı kurumları toplum nezdinde adalet duygusunu temsil etmiş olabilir mi?
Yüksek yargı ortaya koyduğu kararlarıyla bir taraftan toplumun dini, etnik veya siyasi kimliğiyle hayata katılmasına engel teşkil etmekte diğer taraftan toplumun meşru bir siyaset etrafında işleyen sistemi değiştirip dönüştürmesini engellemektedir. Ulus devletin tek tipleştirici iradesine yasal zemin hazırlama misyonunu ifa eden yargı kurumlarının tüm kararlarının “Türk milleti adına” verilmesi acıtıcı bir ironidir.
Devlet sınıflarından biri olan yüksek yargı, otoriter ve totaliter siyasetin meşrulaştırıcısı olarak iktidardan daha büyük pay alma adına “halka karşı, seçkinlere yandaş” siyasetiyle geçen her gün konumunu perçinlemenin mücadelesini vermektedir. Toplum kadar toplumun siyasi temsilcilerini de bu yüzden cehalet, gerilik ve liyakatsizlikle suçlamaktadırlar. Devlet sınıflarını teşkil eden diğer bürokratik kadrolar gibi yüksek yargı da zorunlu vesayet perspektifiyle halka ve halkın siyasi temsilcilerine “taviz” vermemeyi” ilke edinmiştir.
Dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezar’ın şahsında somutlaşan şey devlet ve hukuk’tan anlaşılması gereken şeyin resmidir. Sezar/yen Yargı/tay’dan sizce adalet gibi mübarek bir fiil sadır olabilir mi hiç?
* Bu makale ayrıca 10 Ocak 2010 tarihli Yeni Akit gazetesinde de yayınlanmıştır.
YAZIYA YORUM KAT