“Seyyid Kutub, Gençlik ve Kimlik”
Özgür-Der Üniversite Gençliği tarafından gerçekleştirilen “Seyyid Kutub Gençlik ve Kimlik” konulu panel, Siyasal Vakfı’nda gerçekleştirildi. Panelde konuşmacılar Hülya Şekerci ve Musa Üzer idi.
Ruveyda Bayram / Haksöz Haber
Özgür-Der Üniversite Gençliği tarafından Siyasal Vakfı’nda gerçekleştirilen “Seyyid Kutub, Gençlik ve Kimlik” konulu panelin moderatörlüğünü Enes Sevilmez yaptı. Selamlamanın ardından konuya değinen Sevilmez, Seyyid Kutub’un toplum üzerinde bir Kur’an nesli perspektifi çizdiğinden, tanınması gereken önemli bir şahsiyet olduğundan bahsetti. Ardından sözü ilk konuşmacı olan Hülya Şekerci’ye bıraktı.
Hülya Şekerci, konuşmasına Kutub’un doğup büyüdüğü ortamı ve özelliklerini tanıtarak başladı:
“Seyyid Kutub bir tevhid adamıydı.Hayatını vermesi, şehadete ulaşması çok önemli bir kere, fakat sadece bununla sınırlı değil. O aynı zamanda alim bir insandı, aydın bir insandı ama aynı zamanda devrimci ve İslami harekete mensup bir insandı. Bu açıdan biz Seyyid Kutub’u çok yönlü bir insan olarak tanıdık. 20. yüzyıla yani Kutub’un doğup büyüdüğü, yaşadığı zamana baktığımızda ulus devletlerin oluştuğunu görüyoruz. İslam dünyasındaki Müslümanların durumu bu açıdan iyi değil, tükenmişlik sendromu içindeler ve ‘Acaba Batı nasıl böyle yükseldi?’ gibi sorular soruluyor. O dönemde İsrail’in Orta Doğu’da kurulması söz konusu, yani hakimiyet alanında emperyalizm, siyonizm, yerli işbirlikçiler var. Buna karşı Müslümanların safına baktığımızda bu oluşumlara karşı nasıl mücadele edileceği hususunda rahatsız olunmasına karşın çok ciddi bir müdahale yok. İslami anlamda yapılanlara baktığımızda hafızlık yapılan geleneksel medreseler bulunuyor ve bu medreselerde Kur’an okunuyor, ezberler yapılıyor, Buhari hatimleri yapılıyor, yani hareket bu şekilde devam ediyor.
Seyyid Kutub’a baktığımızda geleneksel bir çevrede yetişmiş bir kişi olduğunu görüyoruz. Bir köyde nispeten orta halli bir ailede dünyaya geliyor. Daha sonra eğitimi için Kahire’ye gidiyor. Buradan Amerika’ya gidiyor. Oradaki kapitalizmi, insanlar üzerindeki yozlaşmayı görüyor ve bununla ilgili mektuplar yazıyor. Böyle bir süreç yaşıyor ve o sürecin ilerisinde 1953 yılında İhvan-ı Müslimin’in içerisinde yazılar yazmaya, vaazlar vermeye başlıyor. Seyyid Kutub’un bu anlamda iki sorunu var, ilki emperyalizm, siyonizm yerleşik bir bütün, ikincisi geleneksel İslami çizginin başta olması. İşte Kutub bu ikisiyle mücadele ediyor. Kutub bu şekilde geleneği, evliyalığı eleştiriyor ve bu şekilde insanları yeniden İslam’ı anlamaya ve iman etmeye çağırıyor ve bunun neticesinde öncelikle Müslümanlar eleştiride bulunuyor. Aynı zamanda Batılı paradigma içinde bulunanların da eleştirileri oluyor. Nitekim bugün de bu eleştireler varlığını sürdürüyor.”
“Kutub, Batı’ya Olan İthamlarını Müslüman Bir Kimlik Altında Yapıyor”
“Kutub, her şeye rağmen Batı’ya olan ithamlarını Doğulu biri olarak değil, Müslüman bir kimlik altında yapıyor. Bunun çok önemli olduğunu belirtmeliyiz.”
Kutub’un Müslümanların sorunlarına yönelik sunduğu çözümsel sözlerini aktaran Şekerci konuşmasına şöyle devam etti:
“Seyyid Kutub’un en önemli sorularından biri de ‘Ne yapmalıyız?’. O dönemde bu tartışmalarda bulunanlar da mevcut, fakat savunuları ‘Batı’nın teknolojisini alalım, kalkınalım, medenileşelim, kendimize ait bir medeniyet ortaya koyalım.’ gibi, sanki İslamcı olarak kendisini görmelerinden ziyade daha yüzeysel boyutla bu konuyu irdeliyorlar. Ama Kutub çok daha derin bir şeye dikkat çekiyor, diyor ki ümmet, ümmet olma bilincini kaybetmiştir. Dolayısıyla bu imkanlarla, bu Müslümanlarla sorunlarımızı çözmeliyiz. Öncelikle bir Kur’an nesli oluşturmalıyız, az da olsak niteliği yüksek bir Kur’an nesli oluşturmalıyız ki sorunlarımıza çözüm bulalım. Bir de o döneme kadar toplumda çok iyi tanınmış hareket önderlerini göremiyoruz. Her ne kadar küçük çapta çalışmalar olsa da toplumun cahili bir toplum olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle Kutub’un ‘Yoldaki İşaretler’ kitabına dikkat çekmek istiyorum.”
Şekerci, Kutub’a yönelik eleştirilere değinerek şunları aktardı:
“Seyyid Kutub’un selefi olduğu, yazdığı Fi Zilali’l Kuran için bilgisel olarak işlenmiş bir roman biçiminde denmesi anlaşılmayan yönlerindendir. Oysa ki O Kur’an’ı hayat olarak görmüştür. Burada yaptığı vurgu bazı gelenekçi çizgiler tarafından edebiyatçı yaftasıyla eleştirilmiştir. Kutub bir tarafta, IŞİD’in fikir babası, İbni Teymiyye’yi çok sevdiği için cihadi selefi ekollerin fikir babası olarak nitelendirilmiş, diğer taraftan gelenekçiler tarafından da cihada karşı çıkmıştır denilerek eleştirilmiştir.”
“Bir Elime Ayı, Bir Elime Güneşi Verseniz Bu Kararlılığımdan Vazgeçmeyeceğim Kararlılığındaydı”
“Seyyid Kutub’un tedriciliğe verdiği önemi de bilmemiz gerekiyor. O’na göre ilk etapta yapmamız gereken şey İslami ritüelleri hemen tatbik etmek, Allah’ın kurallarını fevren ortaya koymak değildir, şu anda öyle bir ortam bulunmamaktadır. Dolayısıyla merhale içerisinde hareket etmeyi öngörmüştür. Kutub’un çok keskin,sarsıcı görüşleriyle karşılaşıyoruz. Fakat buna toplumun ihtiyacı olduğunu görmeliyiz. O bu yolu seçmeseydi istediği herhangi bir alanda bulunabilirdi, fakat bunların hiçbirisini seçmedi. O bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz bu kararlılığımdan vazgeçmeyeceğim kararlılığındaydı.”
Hülya Şekerci sözlerini İslami bir söylemin o dönemde zor olmasına karşı Kutub’un gayet net olduğunu belirtmesiyle sonlandırdı. Sözü Musa Üzer’e bıraktı.
Musa Üzer, konuşmasına bilgi-inanç-eylem bütünselliğine değinerek başladı:
“Bir müslümanda bulunması gereken üç haslet bilgi, inanç, eylemdir. Bu üç noktanın Kutub’un şahsında toplandığını görüyoruz. Bu durum da Kutub’un büyük bir önderlik pozisyonunda olduğunu gösteriyor. O’nun Müslüman şahsiyet olarak o toplumdan farklı bir kişilik, muhteva olduğunu gördüğümüzde zihnimizde daha iyi bir noktaya oturtabiliyoruz. Tabii ki Kutub mükemmel, harikulade bir kişilik değil, hiç kimseye böyle bir şey söyleyemeyiz zaten, fakat o toplumun tarihiyle Kutub’un ne demek istediğini anladığımızda farklı bir değer olduğunu görürüz. Kutub’un her türlü eleştiriye rağmen kazandırmış olduğu şey İslami kimliktir. Bu duruşunu hayatıyla ödeyen değerli bir şahsiyettir.”
“O Gerçek Anlamda Tevhid Adamıdır”
“Kutub’dan bahsettiğimizde sıradan bir düşünürden bahsetmiyoruz. O gerçek anlamda tevhid adamıdır. Bu bağlamda Müslüman gençliğe değer katan, terbiye eden yönünden bahsedersek bunun ilki için de yaşadığımız çağın, mekanın, toplumun tahkik etme bilgisini bize vermesini dikkate almamız gerekiyor. Bu farkındalık oluşturmak açısından çok önemlidir.
Kutub’un bahsettiği ‘cahili bir ortam’ nitelendirmesi çok önemlidir. İslam’ın değiştirici, dönüştürücü durumuna dikkat çekmesinin yanı sıra elbette ki tashihe muhtaç yanlarının da olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Burada sevdiğimiz, takdir ettiğimiz şahsiyetlerin tüm yönlerini eleştirmemek gibi bir yönümüzün de olmaması gerektiğinin farkında olmalıyız. Bizler Kutub’u seviyorsak onu tüm yönüyle, yani eksiklikleriyle, yanlışlıklarıyla seviyoruz. Bu anlamda yarınların inşa edilmesi için de bu eksiklerinin görülmesi lazım. Tabii ki neticede O bir insandır.”
Kutub’un tefsirinin içtimai alanda en önemli tefsirlerden biri olduğuna değinen Üzer şunları aktardı:
“Fi Zilal’in önemi noktasında gayba taş atmak olarak nitelenebilecek, itikadi, akaid, usulu’d-din açılarından, din anlayışı, gayb anlayışı itibariyle belli bir noktaya, mertebeye gelmiş bir şahsiyet olarak oluşturduğunu görmek gerekir. Fi Zilal bu açıdan içtimai tefsirin en önemli temsilcisi olarak görülür.”
“Müslümanın Milliyeti Akidesidir”
“Seyyid Kutub’un özellikle içinde yaşadığımız dönemde beşeri alanda insanın aklının, insan zihninin tebaasının, beklentilerinin, zaaflarının, hırslarının üretmiş olduğu anlayışlara, değerlere, kimliklere karşı muhteva sahibi bir insan olduğunu görmek gerekir. Nitekim bunun yansımalarının birisi de ‘Müslümanın milliyeti akidesidir.’ sözüyle yerine getirmesi olduğunu görüyoruz. Bugün yaşadığımız toplumda sekülerizmin, kapitalizmin toplumda var olduğunu, basit sembolik varlılara kutsallık atfedip bunlar üzerinden bir çatışma oluşturulduğunu görüyoruz. Seyyid Kutub’un bu sözüyle net bir biçimde bir müslümanın milliyetinin ne olması gerektiğini, neye kutsallık atfetmesi gerektiğini görmüş oluyoruz.
Kutub tanıtılırken kapitalizme karşı bir kimlikle tanıtılmaktadır. Fakat o hem kapitalizme hem de sosyalizme karşıdır. Bu noktada İslam’ın edilgen hale getirilebilecek her türlü tutuma karşı olduğunu görmek gerekir. Kutub’un sadece kapitalizme değil sosyalizme de karşı olduğunu bir sosyalist olan Nasır’ın döneminde idam edilmesiyle de anlayabiliriz.”
Üzer, “İslam insanı pasif, korkak yapmaz aksine izzetli, onurlu, değerli bir kimlik kazandırır. Seyyid Kutub değerini güzel bir şekilde göstermiştir. O onuruyla, izzetiyle, nazik yapısıyla öne çıkmıştır. Bizler de İslam’ın bize kazandırdığı kimliği bürünmeliyiz.” diyerek konuşmasını bitirdi.
Panel soru-cevap faslından sonra sona erdi.
HABERE YORUM KAT