Şeytanın askerleri görevde
Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ambargo sebebiyle bölge ahalisinin büyük sıkıntılarla karşı karşıya olduğu, artık tüm insanlık tarafından görülüyor. Muhtelif uluslararası kuruluşlar ve ülkeler, Gazze’ye gıda maddeleri ve ilaç sokulmamasının savaş suçu olduğunu dile getirdiler.
Ne var ki; Siyonist işgal devleti bu savaş suçunu işlemeye devam ettiği halde savaş suçlarını engelleme sorumluluğu taşıyan uluslararası kurumların hiçbir şekilde harekete geçmediğini görüyoruz.
Gazze üzerindeki ambargonun kalkması için Filistin direnişiyle işgal devleti arasında ateşkes sağlanması amacıyla Mısır’ın arabuluculuğu ile bir girişim gerçekleştirildi. Filistin direnişi bunu kabul etti ve ateşkesin karşılıklı olması, Gazze üzerindeki ablûkanın da kaldırılması durumunda kendilerinin de ateşkes şartlarına bağlı kalacaklarını bildirdi.
Siyonist işgal devleti, Mısır’ın yaptığı çağrılara cevap vermeyi ve ateşkes konusunu ele alıp görüşmeyi sürekli ertelerken, Gazze’ye geniş çaplı bir askerî operasyon düzenleme planını hep gündemde tutmaya çalışıyordu. İşgal devletinin, ateşkes çağrılarına ve bu konuda gerçekleştirilen tüm girişimlere rağmen böyle bir operasyonu gündemde tutmaya çalışması, kanla beslendiğinin çok açık bir göstergesiydi. Ayrıca işgal devleti hükümeti kendi içinde bir kriz ve ciddi sorunlar yaşadığından hem kendi kamuoyunun dikkatini bir başka yöne çekmek, hem de sinyali verilen erken seçime yatırım yapmak amacıyla böyle bir operasyonu gündeminde tutmayı tercih ediyordu. Çünkü Siyonist zihniyet açısından en önemli seçim yatırımı Filistinlilere ve bölgedeki direnişçilere saldırı düzenlemek, katliamlar gerçekleştirmek, kan dökmektir.
Aslında Siyonist devlet böyle bir operasyon gerçekleştirme cesaretini kendinde bulsaydı, tereddüt etmeden hemen saldırıya geçecekti. Ama daha önce yaptığı bir denemede askerlerinin ciddi bir moral krizine girdiklerini ve daha ileri gitmesinin risk oluşturacağını anladı. Dolayısıyla Olmert, seçim yatırımı olarak planladığı bir operasyonu yüzüne gözüne bulaştırıp da seçim iflasına gitmekten korktu. Bu yüzden işgal devleti hükümeti konuyu ele alarak operasyonu ertelediğine dair açıklama yapma ihtiyacı duydu.
İşgal yönetimi her ne kadar büyük operasyonu ertelediğine dair açıklama yaptıysa da, Filistinlilere saldırma, yine kan dökerek, katliamlar gerçekleştirerek Siyonist kamuoyunun desteğini kazanma çabaları gösterme niyetini muhafaza ediyor, bu yüzden ateşkese yanaşmak istemiyordu. Özellikle son günlerde bu amaçla hava ve kara saldırılarını artırdı. Dün akşam saatlerinde gerçekleştirdiği bir vahşi hava saldırısında da iki katlı binayı tamamen yerle bir ederek, biri 4 aylık bebek olmak üzere 7 kişinin şehit olmasına, 40 kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Şehit edilenlerden biri de İsmail Heniyye hükümetinin İçişleri Bakanlığı’nın mali ve idarî işler sorumlusuydu. Benzer bir saldırıyı Filistin direnişi işgalcilere yönelik gerçekleştirmiş olsaydı, bütün televizyonların haber bültenlerinin ana haberi, gazetelerin sürmanşet haberi olurdu. Ama Filistinlilerin katledilmesinin fazla önemi yoktu; çünkü onlara yönelik bu tür saldırılar, katliamlar, cinayetler dünya kamuoyu açısından rutin, yani gündelik hâle gelmişti.
Siyonist saldırgan devlet, bu saldırıları ve katliamları gerçekleştirirken Müslüman halkların sırtına zehirli bir kene gibi yapışmış işbirlikçi rejimler de emperyalizmin ve onun tarafından himaye edilen Siyonist işgalin stratejisine hizmet amaçlı faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Ürdün Devlet Güvenlik Mahkemesi, 3 Filistinliyi tamamen uydurma iddialardan ve senaryolardan yola çıkarak 15 yıl ağır işlerde çalışma cezasına mahkûm etti. İddiası ise bu kişilerin HAMAS’a ait olduğu ileri sürülen ruhsatsız silahlar bulundurdukları, başta işgal devletinin Amman Büyükelçisi olmak üzere bazı İsrail yetkililerine yönelik suikastlar planladıklarıydı.
Oysa HAMAS’ın bugüne kadar işgal altındaki Filistin toprakları dışında Siyonist işgalcilere yönelik de olsa herhangi bir silahlı eylem gerçekleştirmediği ve bunu bir prensip olarak muhafaza ettiği, Ürdün DGM de dâhil bu hareketi az çok tanıyan bütün herkes bilmektedir. Aksini ispat etmede kullanılabilecek en ufak bir delil gösterilmesi de mümkün değildir.
Ne var ki; Ürdün ve onun yargı mekanizmaları, işgalci Siyonistlerin politikalarını pratiğe taşımada aktif görev yüklenmiş durumdadır. Zaten Ürdün, Siyonist devletin bir tampon gücü görevi üstlendiğini, şimdiye kadar sürdürdüğü uygulamalarıyla da ispat etmiştir.
Vakit gazetesi
YAZIYA YORUM KAT