Şeyh Said şeriat aşığıydı
Olayın başladığı “Piran”ın önde gelenleri anlatıyor:
Şeyh Said olayının başladığı şimdiki adı Dicle olan Piran’daydık. Şeyh Said’in misafir olduğu mekânlarda, halen hayatta olan görgü şahidleri ile hayatta olmayanların oğulları, kardeşleri ile görüştük. Şeyh Said olayının başladığı eve misafir olduk. Yakılan köylerin, evlerin kalıntıları arasından geçerek, köyün yaşlıları tarafından meydanlarda öldürüldükleri ifade edilenlerin mezarlarını ziyaret ettik...
Şeyh Said ve arkadaşları, batı tipi hayat tarzının yaygınlaşmasına, Hilafetin, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması gibi gelişmelere tepki gösteriyorlardı. Ancak, kısa süre içinde kıyam başlatmak gibi bir planları da yoktu. Hükümeti şeriat hükümlerine uygun hareket etmesini temin için baskı altında tutmayı amaçlıyorlardı. Ancak, Piran’a yani Diyarbakır’ın Dicle ilçesine müritleriyle, dava arkadaşlarıyla birlikte misafir olduğu sırada, Jandarma’nın bazı zanlıları götürmek istemesi yüzünden, Şeyh Said’in engel olmaya çalıştığı bir tartışma çıkınca, bölge halkı galeyana gelmişti.
Şeyh Said de Piran olayını Savcı Süreyya Beye şöyle anlatmaktadır:
“Bir Jandarma müfrezesi ziyaret kafilesi içinde bulunan iki kişiyi yakalamak istemiş. Onlar da bir haneye girerek teslim olmamışlar. ‘Silahla mukabele ederiz’ demişler. Bunun üzerine, müfrezenin başındaki zabit efendi bana geldi. ‘Bunlara siz söyleyiniz, teslim olsunlar’ dedi. Ricasını kabul ettim, gitti. Sonra o adamlara haber gönderdim. ‘Teslim olmayız, yemin etmişiz’ dediler. Zabite söyledim, rica ettim. ‘Bunlara dokunma ziyaret esnasında’ diye. O da kabul etmedi. Sonra silah patladı ve bir nefer vurulmuş. Diğer jandarmalar da tutulmuşlar. İşte bu vak’a üzerine oldu hadise. Jandarmalarla hükümet tarafından aranan şahıslar arasında vuku bulan çatışmadan sonra ben artık o köyde kalmadım, döndüm. Yolda esnayı avdette, kafileye birkaç kişiler iltihak ederek galeyan gösterdiler ve sonraki hadise bu yüzden oldu. -Ben köyden çıktım gittim. Kıyamet koptu olunca ben de başına geçtim. Jandarma meselesi olmasaydı, kitabeten, hitabeten (kıyam) belki bir sene sonra olurdu, belki altı ay sonra olurdu, belki olmazdı.”
(Örgeevren Ahmet; Süreyya, Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, İstanbul 2002)
Necip Fazil, Şeyh Said’in jandarmalara yardım etmesine rağmen aranan kaçakların talak-selase üzerine ant içmiş olmalarından dolayı çatışmayı başlattığını vurgular. (Kısakürek Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul 1974)
PİRANLILAR ANLATIYOR
Piran’da görüştüğümüz Hacı Hüseyin Birkan, Şeyh Said olayının yaşandığı 3 Mart 1925’te 85 yaşlarında olan Hasan Ağa’nın oğlu. Aliyan Aşireti’nin lideri olan Hasan Ağa, Şeyh Said’in jandarma baskını sırasında bulunduğu evin sahibiydi. Bugün (yaklaşık) 90 yaşında olduğunu söyleyen Hacı Hüseyin Birkan, “Şeyh Said olayının İngilizlerle alakalı olduğunu söylüyorlar. Kesinlikle yalan. İngilizler, Fransızlar, ne gavurlar ne tekliflerde bulundular da ihanet etsin diye... Asla kabul etmedi. O’nun derdi, diğerlerinin derdi gibiydi. Şeriat hükümlerinin yeniden uygulanmasını istiyordu. Hilafet devam etsin istiyordu. Mustafa Kemal’in başka bir yolda olduğunu görüyordu. Ortada Atatürk düşmanlığı filan yoktur. Meselesi şahıslarla alakalı değildi. İsyanın sebebi şeriat nizamını hakim kılmaktı. Başka bir sebebi de yoktu. Şeyh Said ve arkadaşları, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapsaydı bugün Güneydoğu Türkiye’nin bir parçası olmazdı” diyor.
YAŞANANLAR...
Hacı Hüseyin Birkan ve yeğeni, (Hasan Ağa’nın torunu) Ahmet Birkan’ın anlattıkları, yakın tarihe ışık tutmalarının yanı sıra bölgenin bugüne kadar neler çektiğini ortaya koymaları bakımından da dikkat çekici. Hacı Hüseyin Birkan’ın da tasdikiyle Ahmet Birkan’ın anlattıklarına kulak verelim:
“Şeyh Said (R.A.) için Türk-Kürt diye bir ayrım yoktu. Şeriatçıydı. Kürtçü değildi. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanından önce şeriata yakın bir yaklaşım sergiliyordu... Olay, Mustafa Kemal’in daha sonra tavır ve söylem değiştirmesine tepkiden kaynaklanmıştır. İsyan ya da kıyama dair bilgiler elimizde. O zamanlar gerek Musul, gerek Bağdat, gerek Diyarbakır’da ticaret yapıyor. Gittiği her yerde insanlarla dini meseleleri konuşuyor ve hatırı gittikçe yaygınlaşıyordu. Şeyh Said, hilafetin kaldırılmasından sonra, artık şeriat hükümlerinin temelli ortadan kaldırılmasından sonra bir tepkinin gerekli olduğunu düşünüyor. Erzurum’dan kalkınca, hanımı diyor ki; ‘Koca bir güçtür, senin başa çıkman zor.’ Diyor ki, ‘Ben Hazret-i Hüseyin’den daha efdal değilim, sen de Peygamber hanımlarından daha efdal değilsin. Hazret-i Hüseyin’in kellesi gitti, benimki niye ille de dursun.’ Böyle bir yapısı vardı. Evinden tek başına çıkıyor, o zaman Muş bölgesinde aşiret ağalarına haber gönderiyor. Bingöl (Çapakçur) üzerinde bugünkü Genç ilçesi (Hani’ye bağlı o zamanlar) o bölgede, bazı aşiretler ile irtibata geçiyor. Onların aile reisleri gereken desteği tamamen veriyorlar. Onun temelinde isyancılık, bir zorbalık, devlete karşı kindarlık gibi duygular yoktu. Temelde yatan şeriat arzusudur. Şeyh Said, Genç bölgesine gelince, o dönemde 5-6 eşkıya, Şeyh Said’in güçlerine katılıyor.
Bu eşkiyaların Şeyh Said’in güçlerinin arasında olduğu, Şeyh Said’in bacanağı olan eski ordu mensubu eski Binbaşı Kasım tarafından, anında öbür tarafa bildiriliyor. Şeyh Said, kardeşi Şeyh Abdürrahim’in ikamet ettiği Piran’a adamlarıyla birlikte geliyor ve bir eve davet ediliyor. O ev, dedem Hasan ağanın evi. Şeyh Said Zülfü Cafter ağa, Hasan ağa orada istişare halindeyken Piran’a jandarma geliyor. Eşkiyalar, o sırada Mehmet İsmail adlı bir zatın evinde. Jandarma, eşkiyaları istiyor. Şeyh Abdürrahim olay yerinde; jandarmaya ‘Velev ki eşkıya olsa, bu beş altı kişiyi size teslim edersek yanlış anlamalar sebep olur. En iyisi siz müsaade edin, size teslim ederiz’ diyor. Adam, oralı olmuyor, ‘İlla ki teslim edeceksin’ diyor. Sığındın mı bitmiştir. Sığınan verilmez. Mümkün değil. Şeyh Abdürrahim o gün onları veremezdi. Şeyh Abdürrahim, çok dil döküyor. Ama ajanların da kışkırtmasıyla, üsteğmen hakaretvari ifade kullanıyor. Ve orada film kopuyor.”
..........................
Hacı Hüseyin Birkan, Şeyh Said olayının başladığı 3 Mart 1925’te 85 yaşlarında olan Hasan Ağa’nın oğlu. Aliyan Aşireti’nin lideri olan Hasan Ağa, Şeyh Said’in jandarma baskını sırasında bulunduğu evin sahibiydi. Bugün (yaklaşık) 90 yaşında olduğunu söyleyen Hacı Hüseyin Birkan, şu sözleriyle dikkat çekiyor:
“Şeyh Said olayının İngilizlerle alakalı olduğunu söylüyorlar. Kesinlikle yalan. İngilizler, Fransızlar, ne gavurlar ne tekliflerde bulundular da ihanet etsin diye... Asla kabul etmedi. Şeyh Said İngilizlerle, Fransızlarla işbirliği yapsaydı bugün Güneydoğu Türkiye’de olmazdı. Bu bölge insanına gâvur ne tekliflerde bulundu da, elinin tersiyle itti. Şeyh Said, şeriat hükümlerinin yeniden uygulanmasını istiyordu. Hilafet devam etsin istiyordu. Mustafa Kemal’in başka bir yolda olduğunu görüyordu. Şeyh Sait olayının sebebi budur. Başka bir sebebi de yoktur.” JANDARMAYI AMCAM KORUDU, ÇÜNKÜ...
Ahmet Birkan, filmin koptuğu noktadan sonrasında, amcası Zülfü Cafter Ağa’nın, olayların daha da büyümesini ve bütün Piran’ın yok olmasını engellemek için, Şeyh Abdürrahim’in emri üzerine zor durumda kalan Jandarmayı himaye ettiğini ve bundan dolayı da uzun yıllar “ajanlıkla” itham edildiğini söylüyor. Amcasının ‘ajan’ olduğu yönündeki iddiaları kesin bir dille reddeden Birkan, şöyle devam ediyor:
“Bir insanın ajanlığı kabul etmesi için, ya paraya ihtiyacı vardır, ya dünya malına ihtiyacı vardır, ya nam şana ihtiyacı vardır, yahut da kimsesi yoktur devlete sırtını dayamaya ihtiyacı vardır. Zülfü Cafter ağa katırlarla altına sahip bir insan. Hiçbir şeye ihtiyacı yok. Jandarmayı himaye etmesi, tamamen bu işin kötüye gittiğini görmesindendir. Jandarmayı alıyor, gömesine götürüyor ve orada himaye ediyor..”
İDAMLARDAN SONRA PİRAN’DA NELER YAŞANDI?
Şeyh Said olayından sonra Piran’ın yıkılan ailelerinden birine mensup olan Ahmet Birkan, amcası Cafter Ağa’nın jandarmayı himaye ederek, “rejimin” hışmını azaltmayı hedeflediğini, ancak zayiatın büyümesine engel olamadığını söylüyor. Birkan’a kulak verelim:
“Deli Fikri” diye bir komutanı gönderiyorlar. Amcam Cafter Ağa, 30-40 koyun kesiyor onun şerefine, fazla zarar vermesin diye. Böyle olunca Piran’ı tamamen yakmaktan vazgeçiyor adam. Diyarbakır ili Piran Beldesi Kurşunlu-Pirajman köyünde 40 kişi, Deli Fikri’nin bir işaretiyle kurşuna diziliyor. Akrak köyünde de 50 kişi kurşuna diziliyor. Piran’da evleri yakıyor, yıkıyorlar. Dicle Nehri kenarında 50 kişiyi öldürüyorlar. Dağlarda hâlâ insan kemikleri çıkıyor. Sürgünler yaşanıyor... O günleri unutmak istiyoruz; ama unutmak ne mümkün. Kimse Atatürk düşmanı değil, kimse devlet düşmanı değil. Ortada bir şeriat mücadelesi vardı. O kadar.”
DERVİŞ GÜNEŞ (Abdullah Oğlu)
“Babam dağlara kaçarak kurtuldu.”
“Babam da kurşuna dizilebilecekler arasındaydı. Zülfü Cafter Ağa, jandarmaya yardım ettiği için, sözü geçen bir isimdi. Onun yardımıyla kurtuldu. Sonra dağlara kaçtı. Öyle kurtardı.”
Pirajmalı Musa Akay (Dursun oğlu)
Onunki şeriat davasıydı
Şeyh Said’in İngiliz ajanı olduğu kesinlikle yalan. İngiliz ajanı olsaydı, başına bu işler gelir miydi?. Onunki şeriat dâvâsıydı. Babam, Dursun Ağa da dağlara kaçarak canını kurtaranlardan.
YARIN: “Bölgenin önde gelenleri anlatmaya devam ediyor...”
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT