Sessizliğe gömülen dünya karşısında Çin’in Doğu Türkistan’a zulmü
Erdoğan’ın Doğu Türkistan’a yapılan zulmü ‘soykırım’ olarak nitelendirmesine rağmen Çin ile stratejik ilişkiler nedeniyle sessiz kalmasını eleştiren Hasan Kösebalaban, Doğu Türkistan’ın dünyanın gözü önünde büyük bir zulüm yaşadığının altını çiziyor.
KARAR / Hasan Kösebalaban
Doğu Türkistan'da bir halk yok ediliyor
2009 yılında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, o zamanki başbakan sıfatıyla, Çin'in Uygur halkına karşı artırdığı zulüm ve baskı politikalarını bir 'soykırım' olarak nitelendirmişti.
Bizzat Uygur kaynaklarının ve bağımsız örgütlerin raporları, bugün tablonun o zamanla kıyaslanamayacak kadar vahim bir hale geldiğini gösteriyor. Ne var ki 21. yüzyılın en büyük insani krizlerinden bir olan bu zulüm karşısında, Müslüman ülkelerden güçlü bir tepki gelmiyor. Çin’le stratejik ilişkileri önceleyen Türkiye de artık bu sessizlik kervanına dahil olmuş durumda.
Türkiye’de yaşayan ve Doğu Türkistan’daki ailelerine ulaşamayan Uygur mülteci ve göçmenlerin kendi çığlıklarını duyurmalarına da izin verilmiyor. Geçtiğimiz hafta sonunda konuyu gündeme getirmek için İstanbul’dan Ankara'ya gitmek isteyen birkaç Uygur ailenin şehre girişi polis tarafından engellendi.
Doğu Türkistan Çin’in 1949’da Şincan (Yeni Bölge) adıyla topraklarına özerk bir statüde dahil ettiği bir bölge. Sahip olduğu jeostratejik konum ve enerji kaynakları nedeniyle Çin’in Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı ihtimaline karşı teyakkuzda olduğu biliniyor.
Özellikle Soğuk Savaş’ın bitimiyle Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazandıkları bir ortamda Çin, Uygur halkına yönelik sindirme ve baskı politikalarını artırdı.
Bölgede bağımsızlık yanlısı düşüncenin artmasından ve devletlerin sessizliği karşısında uluslararası terör örgütlerinin bölgeye sızmasından korkan Çin, bu sorunu Uygur nüfusunun ağırlığını azaltacak bir demografik mühendislik politikasıyla çözebileceğini düşünüyor.
Rejim, bölgeye Han Çinli nüfusun göçünü teşvik ederek ve yerel halkın nüfusunun doğal artış sürecine müdahale ederek, Uygurları kendi topraklarında azınlık haline getirmeyi hedefliyor.
Çin’in 1999’da ilan ettiği Batı’nın Büyük Atılımı politikası kapsamında, 1949’da bölge nüfusunun yüzde 75’ini oluşturan Uygurların toplam nüfusa oranı yüzde 45 seviyesine indi. Buna karşılık, Han Çinlilerinin toplam nüfusa oranı yüzde 7’den yüzde 40’a çıktı.
Özellikle 2014'den bu yana, sözde terörle mücadele kılıfı altında, Uygur etnik, dini ve kültürel kimliğine yönelik uygulanan kapsamlı ve sistemli imha kampanyası hızlandırıldı..
Bugün farklı kaynaklara göre, 2 milyonu bulduğu tahmin edilen çoğu Uygur Türkü toplama kamplarında alıkonuluyor. Kamplarda istemleri dışında tutulan ve sistematik işkenceye tabi tutulan Uygur Türklerine, Çin komünist partisi ideolojisi aşılanmaya ve kendi kültürleri unutturulmaya çalışılıyor. Kamplarda tutulan Uygurlar alkollü içki içmeye ve domut eti yemeye zorlanıyorlar.
Kampların varlığını yakın bir zamana kadar inkar eden Çin rejimi, artık durumu saklama gereği duymuyor. Çin'e göre bu kamplar Uygurları "aşırılık ve terör tehdidi"ne karşı halka bir meslek kazandırmayı amaçlayan yatılı mesleki eğitim kursları.
Gerçekte ise, Uygur nüfusunu azaltmaya yönelik sistematik bir politikanın varlığı anlaşılıyor. Çin rejimi Doğu Türkistan gençlerini toplama kamplarında zorla alıkoyarak, hayatın doğal akış sürecindeki nüfus artışını engelliyor. Bununla da yetinmeyip, Müslüman kadınlara zoraki doğum kontrol uygulamalarına ve doğumların yine de gerçekleşmesi durumunda zoraki kısırlaştırma uygulamalarına başvurmaktan çekinmiyor.
Alman antropolog Adrian Zenz hazırladığı raporda, kamplarda tutulan Uygur kadınlarına yönelik cebri doğum kontrol uygulamalarına dair detaylı bilgiler sunuyor. Raporda sunulan bilgilere göre, 2015 ve 2018 yılları arasında Şincan’a bağlı iki Uygur bölgesinde nüfusun artış oranı yüzde 84 oranında azaldı. 2019 yılında da nüfus artışındaki azalma oranı daha da artarak devam etti. Ayrıca erkek bireyleri kamplara götürülmüş Uygurların evlerinde, aile mahremiyetini hiçe sayarak, Han Çinli devlet memurlarının yerleştirildikleri ve Uygur kadınlarla aynı yatakları paylaştıkları da iddia ediliyor. Durum bu kadar korkunç. Uygurlar kültür, gelenek ve namuslarına yönelik vahşice bir saldırıyla karşı karşıyalar.
Çin'deki kamplarda alıkonulan Uygurların fabrika ve atölyelerde cebren çalıştırıldıkları yolunda suçlamalar da var. İddialara göre, bölgedeki bütün tekstil endüstrisi çalışma kamplarında tutulanların esir işgücünden faydalanmaktadır.
180 insan hakları ve çalışma örgütünün işbirliği ile başlatılan End Uyghur Forced Labour girişimi tarafından verilen bilgiye göre, Çin pamuğunun yüzde 84'ü, dünya pamuğunun ise yüzde 20'si Uygur bölgesinden geliyor. Girişim, bu pamuğun üretiminde cebri Uygur işgücü kullanıldığını iddia ediyor. Girişim, bu şekilde üretilmiş ürün sattığı tespit edilen küresel markaların listesini de yayınlıyor.
Konuya dair, Australian Strategic Policy Institute tarafından yayınlanan rapora göre, 80 bin Uygur mahkum 2017 ve 2019 yılları arasında Çin'in farklı bölgelerindeki onlarca fabrikaya adeta köle işçi olarak nakledildiler. Sayısı yüze yakın küresel firma bu fabrikaların üretiminden yararlanıyor. Raporda, Uygurların mahkum edildikleri çalışma şartlarının Uluslararası İş Örgütü (ILO) tarafından yapılan "cebri çalıştırma" tanımına uyduğu belirtiliyor.
Yine Japan Times'ın haberine göre, Japon Uygur Derneği konuya dair Japon şirketlerine bir çağrıda bulundu. Derneğin açıklamasına göre, 12 tanınmış şirket, Çin'de bulunan fabrikalarının tedarik zincirinde esir Uygur işgücünden faydalandığı şüphesi taşıyor. Duruma dair izahat vermeye davet edilen şirketlerden dördü bu çağrıya uymadı.
HABERE YORUM KAT