Zulüm ve Adalet Temeline Dayalı Mücadele

MURAT AYDOĞDU

Yazı dizisinin, ilk iki bölümdeki Zulümat, Nefse karşı zulüm ve Nimette zulüm şeklindeki tasnifler, kurumsal boyuttaki Hukukta zulüm ve Yönetimde zulüm kavramlarına doğrudan etkileri vardır. ŞEKİL 1

IV-HUKUKTA ZULÜM

Halkın güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulan adalet temeline dayanan, kural, hak ve kanunlar hukuku oluşturur. Aristo, güçsüzleri koruyarak eşitliği sağlayan, adalet temelli hukuktan söz eder.  Eflatun, adalet’i en önemli erdem olarak tanımlar.

Pozitivistler ve Marksistler hukukun ahlaki ve dini temellerini inkâr ederler. Onlara göre hukuk, hiyerarşik devlet gücü, sosyal yapı, ekonomik ilişkilerden kaynaklanır ve tamamen insanlar tarafından yaratılmış olup etik/ ahlak ile bağı yoktur.

İslam literatüründe hukuk kelimesi, Allah’ın bir sıfatı olan Hak’tan1 türer. Arap dilinde dost, sabit, gerçek, gerekli, doğru anlamlarında kullanılır.

Hiçbir ahlaki ve dini öğreti hukuktan bağımsız değildir. Ahiret inancı olmayan bir öğretinin hukuk ve adalet anlayışı noksandır/manasızdır. Vicdanı ve ahlakı ayırırsanız, vicdansız/ahlaksız hukuk kavramı size ne ifade eder? Özellikle İslam dininde, Adalet ve hukuk hem soyut, hem de somut olarak köklü/sağlam, mübin/açık temellere dayanır2. Kuran da Kitap3, Fıkıh, Adalet ve Şeriat4 kapsamında değerlendirilen hukuk, insanın bütün hayatı boyunca uyacağı tutum ve davranışlarını belirler. Amacı ise insanların mutluluğudur.

Laik, liberal, özgürlükçü ve sosyalist düşünce sistemi, kabul etmediği dini etki nedeni ile İslam hukukuna düşmanlık besler. Bu düşmanlık, batı toplumunda açık cepheye dönüşür.

Halkı Müslüman ülkelerde ise farklı yaklaşımlar mevcuttur. Genellikle gündem dışı tutulur.5 Bu kesimin, İslam’a karşı bilgisizlikleri, çoğu zaman bizim tarafımızdan alay konusu olsa da, gerçekte bu bilgisizlik onların bilinçli seçimidir. Populist olmak zorundaki siyasetçilerle, muhafazakar entellektüeller ise demogoji/laf kalabalıklığı6, anlam saptırmaları ile konuyu mübin/açık ve anlaşılır olmaktan uzaklaştırmaya çalışırlar.

1-Devlet Hukuku

Toplum ilişkilerinde, bireyler ve kurumlar arasındaki hakların belirlenmesinde, hiyerarşik devlet yapısı hukuku belirler. Hukukun yaptırım gücü kuvvete dayanır.7

Müslümanlar olarak değer yargılarımızdan kaynaklanmayan, bizim açımızdan meşruiyet sorunu olan bir devlet hukuku ile karşı karşıyayız.8

İlk anda ortaya koyulması gereken ise, halk kitlelerinin güvence ihtiyacıdır. Mevcut devlet hukuku bu güvenceyi tam olarak karşılayamamaktadır ki, bu hukukta zulümdür.9 Bizim değerlerimizin suç/kötü olarak adlandırdığı birçok eylemi suç olarak tanımlamazken, bizim suç görmediğimiz başka eylemleri de suç kapsamına alır.

 Halkın, birçok mağduriyetinde kendi cezalandırma yöntemlerine, parasal konularda çek-senet mafyasına başvurması mevcut hukukun yetersizliğine ve güvenilirliğine örnek verilebilir. Ulusal güvenlik(!) konularında Devlet bile kendi hukuk kurallarını çiğniyor.

En önemli hususlardan biri de, ayrımcılık yapılması ki zulüm burada tavan yapar.10 Kast sistemine dönüşmüş yargı, bunun en açık örneğidir.

İslam prensipleri, yöneticilerin hatalarını daha önemli görüp daha yüksek sorumluluk yüklerken11,  mevcut sistem yöneticileri dokunulmaz kılar. Sistem kendine karşı suçlara en sert müdahaleyi yaparken halka ve kişilere karşı suçu ise kolaylıkla affeder ki bu noksan olan adalet anlayışından ve kutsal devlet (faşist) ideolojiden kaynaklanır. En ağır ahlaki/toplumsal ifsatları suç kapsamına almazken, ideolojik/fikri konulara ağır cezalar uygulayabilmektedir. Halkın değer yargılarına hakaretleri suç olarak algılamazken, ölüp gitmiş şahıslar hakkında özel kanun bile çıkarabilmektedir.

Bütün bunların yanında, mevcut hukuk sistemini kabul etmemek adına, gaspa uğrayan bir insanın lehine şahitlikten kaçınmak o kişiye zulüm müdür?  Komşunuzun mülküne giren bir hırsızı gördüğünüzde 155 polis’i aramak mı zulümdür, sessiz kalmak mı? Sistem kanunlarını tanımamak adına, bütün toplumsal kanunları çiğnemek mücadele metodu olmadığı gibi, topluma karşı yapılmış hareketlerdir.12

2- İç Hukukumuz/Davranış kurallarımız

Müslüman bireylerin ve toplulukların birbirlerine karşı davranışlarını belirleyen, otokontrol ve tavır gerektiren hukuktur.

Birbiri ile sorunlu Müslümanların, arasını bulmak ve haksızlığa uğrayanı korumak, hepimizin yükümlülüğüdür ki, bu çoğu zaman göz ardı edilir. İç hukukumuzda, bu zulme sebep olan davranışlara karşı ne yazık ki “Bize ne” ya da “Göz yumma” anlayışı hâkimdir. Kutsal devlet anlayışının mikro versiyonu’nun farkına varılması şarttır ve bu konuda ciddi bir adalet anlayışı özeleştirisi yapılmalıdır.13

V- YÖNETİMDE ZULÜM

Siyaset/yönetim ile ilgili tesbit ve değerlendirmeler, hukuk bahsi ile ortaktır.

Yönetim, toplumsal mutabakata dayalı olması gerekirken, birçok durumda cebri/baskı ve güce dayalıdır (Kutsal devlet anlayışının yönetimsel boyutu). Baskı ve güce dayanan yönetimler Otokratik Yönetim olarak tanımlanır. Toplumsal mutabakata dayalı, kısmen Özgürlükçü/liberal Yönetimler de (bu özgürlük bir ilizyondur), ifsat olmuş bir toplum modeli, zulmü engelleyecek dinamiklere sahip değildir.

İslami referansımızda, yeryüzünde halifelik görevi ile açıklanan, vahye dayalı yönetim anlayışımız, yine beşeri yönetimlerle çatışmaktadır.

Yönetim iki ana başlıkta incelenebilir.

1-Hâkim Siyasal Yönetim

Vahyi değerlere sahip olmayan yönetimler, totaliter ideolojik temellere dayandığı durumda, halkı şekillendirme iddiasındadırlar. Geleneksel yapılar bir yandan pasif doğalarından dolayı bu yönetimlere meşruiyet sağlarken, diğer yandan totaliter/baskıcı sistem dayatmalarına/değişime toplumsal direnç gösterirler. Fıtri olmayan, yanlış ya da noksan değer sistemine sahip totaliter sistemlerin halk üzerindeki bu şekillendirme çabaları sosyal çatışmalara, çalkantılara neden olur. Ulus devlet oluşturma çabalarının, azınlıklarla bitmeyen çatışmaya girmesi bunun bir örneğidir. Komünist bloktaki ekonomik denemelerin sosyal facialara yol açmaları da diğer bir örnektir.

Totaliter olmayan, liberal yönetimlerde de benzer sosyal problemler, kültürel boyutta aynı sonuçlara neden olur. Batı kültürü etkisinde bulunan üçüncü dünya ülkelerindeki kültürel çözülmenin toplumsal sonuçları da ortadadır. Ekonomik yönden gelişmiş batı toplumundaki yozlaşma, en ufak ekonomik kriz de toplumsal patlamalara gebedir. Vahyi değere sahip olmayan bütün yönetimler, öyle ya da böyle kendi halklarına zulüm yaparlar.

Halkı Müslüman ülkelerdeki en önemli handikaplardan/açmazlardan birisi, mevcut siyasal yönetimlerin Müslümanları kimlikleri (değer yargıları) ile muhatap almamasıdır. Sistemin uyguladığı dayatma ve şekillendirme gerçek anlamda zulüm eksenini oluşturur. Hâkim siyasal yönetimin halkla olan iletişimi; tabi olma, boyun eğdirme ve kullanma temellidir.

Vahyi ve fıtri değerlere uzak ve hatta onunla çatışma temeli üzerinden şekillenmiş yönetimler, kendisine yönelik uyarı ve daveti problemli hale getirir. “Onlara yumuşak davran” ya da “Git tatlı dille uyar” türü ilahi emirler, çoktan muhatabı ile karşılaşmış ve yönetimler tarafından reddolunmuştur.14 Mekke müşrik sisteminin Allah elçisini öldürmeye yönelik girişimi hemen hicret öncesi döneme denk gelir. Yaşadığımız yüzyılda ise, bilinen bir çok Müslüman aydın ve önder hapis, idam, suikast veya yargısız infazlarla karşılaştığı göz önüne alınmalıdır.

Kişi olarak yöneticiler de, sistemin dışına çıkamaz haldedirler. Herhangi bir şekilde temsil makamına gelen kişiler, İslami referans iddiasında olsalar bile, sistem onları sınırlar, hâkim değer sistemini dayatır. Öyle ki, figüran ve devşirme olmanın ötesine gidilemez.

Bunlar arasında yapılacak tavır ve tercihler de, yine bireysel tespitlerle mümkün değildir. Ancak vesayet altına girmek, tabi olmak, alet olmak gibi tehlikeli ilişkilere karşı kriter belirlenebilir.15

Toplumu bütüncül bir adalet sistemine çağırırken, mazlum ve mustazaf halkın zarar görmesine yol açmak, zulmün değişik bir çeşididir. Allah Elçisi, Mekke müşrik sistemi ile fiili savaşta dahi inancını gizleyenlerin ve halkın güvenliğini sağlamak adına fethi ertelediğini biliyoruz.16 Zulüm artsın ki, inkılap gerçekleşsin, halk bunlardan soğusun yada mehdi gelsin anlayışı lokal zulme alet olan bir anlayıştır. İlkelerimizden taviz vererek uzlaşmayı reddeden anlayış olmalı, ama bu zulmü talep etmek anlamına gelmemelidir.17

2-İç/Müslümanlar arası Yönetimimiz

Müslümanlar arası ilişkilerimizde, temsilci ve öncü kişiler hakkındaki kriterlerimizin/ölçülerimizin ana iskeleti, İstişare’nin sağlanmasıdır.

Müslüman topluluklar, öncelikle sahip oldukları vahyi değerleri, kendi aralarında yaşamalı, pratiğe dökmelidirler. Tahakküm mantığı ile yönetim, “Biz karar veririz topluluk uyar” mantığı dinamik topluluk yerine, sürü topluluğu oluşturur. Maalesef coğrafyamızda hâkim anlayış budur ve Kuran’a şahit olacak topluluğun önündeki en büyük engellerden biridir. Kendi topluluğu ile istişareyi terk eden18 ve katılımı engelleyen bir temsilci, hâkim zulüm sistemi ile nasıl mücadele eder? Adalet imanın temel şartlarındandır.

Allah’ın elçisinin oluşturduğu modelde; her şeye evet diyen kişilerin bütün samimiyetlerine karşılık, itiraz eden, öneri getiren, katılımda bulunup, değerlendirme yapan, istişareyi canlı tutan kişiler gerçek salihlerden oldular.

Kayıtsız itaat ancak Allaha’dır. Diğer bütün otoriteler, meşruiyetlerini Kuran temeline dayandırmalıdırlar.19, TABLO 1,TABLO 2

SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ

Zulümle mücadele de 5 temel yaklaşım: İslahat, İhtilal, Uzlaşma, Diyalog/iletişim ve İnkilap

1- Mustazaf halkın islahatı gereklidir. Bu topluluğun oluşturulması ve eğitimi hem mücadelenin hem de, fetih sonrasının yapısını sağlıklı kılar.20

2-  Öncü ve temsilci şahısların liyakatsizliği, İhtilali gerektir. Ancak istişareye dayalı topluluk bunu gerçekleştirecek dinamizme sahiptir.21

3-  İslami referansa sahip kurumlar arasında, aramızdaki ortak söze dayalı uzlaşma gerekir.22

4-  Zulme uğrayan bütün yapılarla, adalet temeli üzerinden diyalog kurulmalıdır. Diyalog/iletişimin temel şartı, toplumu ifsat etmeyen, adil ve “kimlikleri inkâr etmeyen” yaklaşımlardır.23

5-  Mustazafların talebi ve zalimlerin inadı, İnkılâbı seçenek yapar. Aksi halde inananlara düşen tek şey Hakkı şahitliktir.24, ŞEKİL 1

“Bu, bir toplum kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, Allah’ın o toplumu değiştirmez…” 8.Enfal.35

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 3.Ali İmran.104

Hakkı şahitliğe aday topluluk, zulümle mücadelesinde; Müdahil, Heyecanlı, Dinamik ve Bilgi olmak üzere dört özelliğe sahip olmalıdır.

1-   Şahit olduğumuz, bizi ve toplumu ilgilendiren her konu da, karşılaştığımız her zulüm tespitinde müdahil ve taraf olmak.25

2-  Heyecan/ruh sahibi olmak.26

3-  Sürekli kendini yenileyen; bilinen, tecrübe edilmiş ve birikime dayalı kazanımları dahi yeniden keşfedecek dinamizme sahip olmak. Bu sayede geleneksellikten sıyrılan birikimler daha kapsamlı anlaşılır, yeni koşullara uyarlanır, üretken olur ve yanlış anlaşılmalardan sıyrılır, Doğru sanılan yanlışlar terk edilir.27, TABLO 1, TABLO 2

4-  İnandığı ve toplumu çağırdığı Kuran hakkında Bilgi sahibi olmalıdır. Bu bilgi, bütün ayetleri ezbere bilmek şeklinde olmayabilir. Ya da bazı ayetleri tam anlamakta zorlanabilir. Asıl olan genel içerik, genel mesaj ve Kuran üslubu hakkında bilgisi olmasıdır. 

“Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirdik.” 7.Araf.52

Bütün bunlar, ölçütleri Kuran’a dayanan bir topluluk ile mümkündür.

 

Dipnotlar: 

1-     23/116

2-     35/40, 2/87 , 2/208, 2/256, 3/86

3-    5/48, 2/99, 23/90

4-    45/18-20, 40/20

5-    41/26, 2/159

6-    6/68, 41/26

7-   57/25

8-   42/21

9-   2/27, 2/205, 4/58-60, 4/91, 6/81, 9/6

10-  7/75, 26/111

11-  33/32

12- 2/205, 60/5-9

13-  49/9, 48/29, 3/103

14-  27/14, 6/68-70, 6/106-107

15-  2/145, 22/3-4

16- 48/24-25

17- 10/85, 60/5

18-  3/159, 42/38

19-  35/39-40, 4/ 59, 4/105, 5/48, 37/157, 6/50, 7/203, 27/92, 42/15-17, 33/67-72, 46/9

20-  4/146

21-  4/58, 6/68-70

22-  3/64, 8/73

23-  4/90, 8/72

24-  28/5, 5/54, 7/181, 26/227

25-  11/113, 4/75

26-  9/54

27-  2/160