Ahmet Varol / Yeni Akit
Direniş vahşetin değil, vahşet direnişin gerekçesidir
Siyonist katiller 6 Haziran Perşembe sabahı Gazze’nin orta bölgesinde yer alan Nusayrat Mülteci Kampı’nda yine evleri yıkılan sığınmacıların kaldığı bir UNRWA okuluna saldırı düzenleyerek korkunç bir katliam gerçekleştirdiler. Bizim bu yazıyı yazmamızdan önce yayınlanan son rakamlara göre şehit edilenlerin sayısı 40’ı bulmuş, onlarca kişi de yaralanmıştı. Yaralılardan bazılarının durumu ağır olduğundan ölü sayısının artmasından endişe edildiği olayla ilgili açıklamalarda dile getirildi.
Bu vahşi katliamda hedef alınanların tamamı savaşla herhangi bir ilgileri olmayan sığınmacılar, büyük çoğunluğu da çocuklar ve kadınlardı. Bu gerçeği sürekli tekrar ediyoruz ve Gazze’de devam eden savaşla ilgili haberlerde de sürekli vurgulanıyor.
Siyonist canavarların artık tükürülecek yüzleri kalmadı. Bu katiller sadece Gazze halkıyla değil, insanlıkla ve insanlığın bugüne kadar kazanmış olduğu tüm insani değerlerle savaşıyor. Bu değerlere biraz olsun saygı duyan her vicdan sahibi de onlardan nefret ediyor. Ama ne yazık ki siyonistlerle aynı karakterlere sahip bazı tipler hâlâ onların savunuculuğunu yapmaya, onlar adına konuşmaya ve zulme başkaldıranları suçlu çıkarmak için kırk dereden su getirmeye çalışıyor.
Siyonistlerin Nusayrat Mülteci Kampı’nda gerçekleştirdiği katliamda şehit edilenlerin ve yaralananların tamamının savaşla ilgisi olmayan siviller olduğunu belirttik. Peki, onlar siviller değil de işgale karşı direnen mücahitler olsaydı, o zaman siyonist katiller haklı mı olacaktı?
Ne yazık ki Aksa Tufanı’nın başlangıcında İzzettin Kassam Tugayları’nın siyonist işgalcilere karşı gerçekleştirdiği eylemin, siyonist katillerin vahşi saldırılarına gerekçe olarak kullanılması için kamuoyunun zihninin iğdiş edilmesinde ve gerçeklerin çarpıtılmasında da bu tarz bir yönlendirme yapıldı.
Oysa Filistin topraklarında, sadece gayri meşru bir işgal değil aynı zaman da 76 yıldır kesintisiz bir şekilde devam eden zulüm, katliam ve vahşet var. Aksa Tufanı öncesinde de siyonist katiller Batı Yaka yani Batı Şeria ve Kudüs’te istisnasız her gece, gece yarısından sonra evlere baskın düzenliyor, yaşlı kadın çocuk ayırmadan onlarca kişiyi toplayıp götürüyor yani rehin alıyorlardı. Ama onların rehin almaları “gözaltı” olarak tanımlanıyordu.
Evlere aile efradının uykuda olduğu dolayısıyla kadınların üzerinde yatak kıyafetlerinin bulunduğu saatlerde, kapıları tekme ve dipçiklerle kırarak ani baskınlarla giriyor, sonra aile efradını evin koridorunda kıskaca alıp her tarafın altını üstüne getirerek arama yapıyor, bu sırada eşyaların çoğunu kırıyor, para, cep telefonu, tablet ve zinet eşyası türünden ne kadar kıymetli eşya bulurlarsa çalıyorlardı. Sonra babayı birtakım konularda itirafa zorlamak için küçük yaştaki çocuklarının kafasına namluyu dayıyor ve, “Sorduğumuz sorularla ilgili veya evde sakladığın gizli şeyler hakkında bilgi vermezsen bu çocuğunu öldüreceğiz” diye tehdit ediyorlardı.
İşte bu tarz baskını her gece ortalama yüz eve yönelik olarak gerçekleştiriyorlardı. Ama bunu dünya medyası hiç konuşma gereği bile duymuyordu.
Demek istediğimiz şu ki, siyonist katillerin vahşi uygulamaları 7 Ekim’de başlamadı, ondan önce de vardı. Ama siyonist katillerin vahşeti medyanın ilgisini çekmezken, İzzettin Kassam Tugayları’nın sabah saatlerinde Gazze Şeridi çevresindeki askeri noktalara ve yerleşim bölgelerine düzenlediği baskın ve bazı siyonistleri esir almaları olayında tüm dünya ayağa kaldırıldı. Adeta artık siyonist katillerin tüm Filistinlileri öldürme hakkı hasıl olmuş gibi bir kanaat oluşturulmaya çalışıldı.
Oysa şunu özellikle belirtelim ki Filistin’de toprakları işgal edilen, hakları gasp edilen, yurtlarından sürülen, insanları zindanlarda çürütülen Filistinliler haklı ve meşru bir mücadele içindedir. Suçlu olan ise işgalci katil siyonistlerdir. Siyonistlerin vahşeti direnişe gerekçe oluşturur ama Filistinlilerin haklı ve meşru direnişleri siyonist vahşete gerekçe oluşturmaz.