Zor zamanlar, güçlü insanları doğurur...

Taha Kılınç, Haçlı seferleri ve Moğol istilasından sonra Müslümanların şahlanış sürecine girdiklerini aktarırken bugünkü durumumuza dair çıkarımlarda bulunuyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Yıkımdan sonra...

Haçlıların bugünkü Ortadoğu’yu tamamen işgal ettiği zaman diliminde (1097 ve sonrası) yaşamış olmayı tasavvur ettiniz mi hiç? İznik’te, Urfa’da, Antakya’da, Trablusşam’da, Halep’te, Marratu’n-Nu’mân’da, Humus’ta, Şam’da, Kudüs’te, Akkâ’da kılıçtan geçirilen binlerce Müslüman… Yağmalanan zenginlikler, yakılan kütüphaneler, yok edilen mimarî eserler… Hristiyan barbarların eline geçen İslâm medeniyetinin nice nadide beldesi… O zamanlarda yaşasaydık, muhtemelen artık tarihin sonunun geldiğinden, kıyametin bütün alametlerinin belirdiğinden ve İslâm coğrafyasının bir daha asla ayağa kalkamayacağından dem vuracaktık.

Ya Moğol istilası? Moğolların İslâm coğrafyasına yaşattığı kâbusa şahit olsaydık, ne düşünürdük? Buhara, Semerkand, Taşkent, Lahor, Ürgenç, Herat, Nişâbûr, Merv, Bağdat, Tebriz, Antakya, Erzurum, Erzincan, Malatya, Sivas, Halep, Şam… 1219’dan itibaren, en doğudan başlayarak, Müslümanların o zamana kadar kurdukları büyük şehirlerin tamamını harabeye çeviren Moğollar, ilmî ve kültürel birikimi yok etmenin yanı sıra, mimarî açıdan da büyük bir yıkım gerçekleştirdiler. Moğol istilası sırasında öldürülen Müslüman sayısı yüz binleri bulurken, yaklaşık 40 yıllık bir süre içinde, İslâm medeniyetinin odak şehirlerinden geriye yakılıp yıkılmış, ıssız ve sessiz viraneler kaldı. Moğolların yaptıklarına şahit olan biri de, herhalde İslâm coğrafyasının belini bir daha doğrultamayacağını düşünürdü.

Oysa Müslüman dünya her iki yıkımın ardından da yeniden dirildi:

Haçlılar, Kudüs’te sadece 88 yıl tutunabildiler. “Şark’ın en sevgili sultanı” Salahaddîn Eyyûbî, 1187’de önce bölgedeki Müslüman yönetimleri kendi iradesi ve idaresi altında topladı, ardından Mescid-i Aksâ’yı Haçlı tasallutundan kurtardı. Moğollar ise, Filistin topraklarında yer alan Ayn Câlût’ta 3 Eylül 1260 günü Memlûkler eliyle ağır bir darbe aldıktan sonra, geldikleri hızla geri çekildiler ve çabucak tarihin tozlu sayfalarına gömüldüler. Bağdat’ın 1258’de Moğollarca vahşi biçimde işgalinden sadece 41 yıl sonra insanlık âlemine Osmanlı güneşinin doğuşu, akıl sahipleri için ne büyük bir ibrettir. Irak’ta bir medeniyet sulara gömülürken, Osmanlı yükselişini kim tasavvur edebilirdi?

***

Aksâ Tufanı’ndan bugüne, Gazze başta olmak üzere İslâm coğrafyasının farklı noktalarında yaşanan acılarla ilgili yaptığım her konuşmanın sonunda, ye’s dolu sorularla karşılaşıyorum. Özellikle, soykırım boyutuna varan katliamları telefon ekranlarına bakarak izlemek durumunda kalan ve -haklı olarak- hiçbir şey yapamamak sebebiyle kahrolduklarından şikâyet eden genç kardeşlerimden geliyor bu sorular. Yaşları icabı heyecanları çok, duygusallıkları derin, hayata ve insana dair beklentileri fazla, tüm bunlara karşın tecrübeleri ise oldukça az ve kısıtlı… Haliyle, zihinlerinde düğümlenen sorular, onlarda önce büyük bir karamsarlığa, ardından da sonu buhrana ve bunalıma çıkan bir ümitsizliğe dönüşüyor.

Cevabıma, yukarıdaki Haçlılar ve Moğollar örnekleriyle başlıyorum hep. İslâm coğrafyasının her bir köşesinin sürprizlere gebe olduğunu, şu anda bizim duymadığımız ve bilmediğimiz nice sürpriz gelişmenin sahneye çıkmaya hazırlandığını, coğrafyamıza hep iyimser ve ümitvar biçimde yaklaşmamız gerektiğini hatırlatıyorum.

Sonra da sözü şuraya getiriyorum: Trajedilerin yakıcı sıcaklığı, bizi geleceğe hazırlanma azminden alıkoymamalı. Bugünlerin yarınlarını da unutmamalıyız. Coğrafyamızda kendi kimliğimizle var olmaya devam edeceksek, yarınları kuracak fikirleri yeşertmeli, müstakbel vazifeler için ehil ve kalifiye kadrolar yetiştirmeye odaklanmalıyız. Böyle yapmadığımız takdirde hem yaşananlardan ders almamış oluruz hem de tüm bu bedellerin üstüne gelir başkaları kendi binalarını diker. Tarihte bu durumun örnekleri pek çoktur. Birileri özgürlük için can vermiş, başka birileri o canları ve kanları zimmetlerine geçirip nehrin akışını kendi taraflarına çevirmiştir.

***

Krizler, lider ve önder şahsiyetlerin çokça yetiştiği dönemlerdir. Zor zamanlar, güçlü insanları doğurur. İçinden geçtiğimiz badirelere böyle bakmak ve yıkımdan sonraki inşa merhalesini de hayal edebilecek bir ufka erişmek durumundayız.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango