Ülkemizin, ikide bir askerî darbeler yapılan Latin Amerika ülkeleri durumuna düşürüldüğü ve uluslararası arenada itibarına büyük darbeler indirildiği 15 Temmuz Hıyaneti yüzünden çok kızgınız, tabiatiyle...
Evet, korkunç, alçakça bir hainlik tezgahlanmıştı. Ama tuzak kuranlar, en hayırlı tuzak kuranın kim olduğunu bilmediklerinden ya da unuttuklarından, kendi tuzaklarının dişlileri arasında beklemedikleri şekilde ezildiler ve diyebiliriz ki, ‘Öldürmeyen yara güçlendirir...’ fehvasınca/anlayışınca, sosyal bünyemiz daha bir güçlendi.
Türkiye’nin NATO’da müttefiki olan ülkeler ve bilhassa USA emperyalizminin, bu darbeci güçlerin başarısızlığından duydukları mutsuzluğun hayal kırıklığını üzerlerinden hâlâ atamadıkları da ortada...
Bu hain darbe teşebbüsü başarıya ulaşsaydı, tıpkı, 1992’de Cezayir’de ve 2013’de Mısır’da, ‘İslamcı’ güçleri yenilgiye uğratmak için tezgahlanan korkunç katliâm ve cinayetler karşısında sergiledikleri sevinci yaşıyacaklardı.
***
Şimdi, çok hassas bir merhaleden geçiyoruz. O hıyanetin içinde yer alan; ya da onun karşısında durmayıp, kim galib gelirse onun safında yer almak isteyenler silahlı güçlerin, asker ve polislerden binlercesinin mesleğinden atıldığı ve tutuklandığı bir hengamedeyiz.
Doğru... Bu tedbirlerin tavsatmadan alınması, bu kan çıbanına neşter vurulması yerindeydi.
***
Ancaaak.. Bunun dışında işbu FETÖ’ye, Fetullahçı Terör Örgütü’ne destek verdikleri gerekçesiyle başka mesleklerden on binlerin açığa alınması, toplumda derinden derine bir başka hastalığı da yaygınlaştırabilecek bir mahiyet arz etmeye başlamış bulunuyor.
Nitekim, bu durumda olanların sayısı 80 bine dayanmış... Ve bunların bir kısmının soruşturmalar sonunda vazifelerine iade edilebileceği açıklansa bile, onların toplum nazarında ‘hain kişiler’ olarak görülmesinin sosyo-psikolojik derin sarsıntı ve acılarının bütün sosyal bünyeyi zehirleyeceği de açıktır.
***
Kaldı ki, o açığa alınanların yerine getirilecek olanların ne kadar güvenilir olacağının bir garantisi de yok... Dahası, fırsat bu fırsat diyerek, nicelerinin birbirini yaftalayarak işten attırdığının yığınla hikayeleri de anlatılıyor. Hattâ, atılmaları belirleyen komisyonlardan bazılarının üyelerinin ‘paralelci’ olarak bilindiğine dair hikayeler de...
Kaldı ki, bu hareketin mensublarına geçmişte sempatiyle bakan nice devletlilerin olduğu da bizzat Tayyîb Bey’in, ‘Allah biz affetsin...’ sözlerinden de anlaşılabilir.
***
Kanunî suç tarifinin yapılmasından önceki dönemlere aid ilişkilerin suçlama konusu yapılması, karşımıza giderek büyümekte olan bir faciayı çıkarıyor.
Bu suçlama için net bir objektif ölçü konulmalıdır. Meselâ, Millî Güvenlik Kurulu’nun bu hareketi, bir terör örgütü olarak nitelediği tarih esas alınabilir veya başka bir objektif kriter... Bunun yerine, yıllarca öncesinin kanunen suç sayılmayan hareketlerin içinde bulunanların bugün suçlanması, hem yönetimi, hem de sosyal bünyeyi derinden yaralıyor. Hele, herkesin, en üst yetkililerce, ihbarda bulunmaya çağrılmasının izahı zor...
***
Bu kitlevî açığa almalar ve sonra soruşturma yapılması yerine; şübheli kişilerin önemli karar mercilerindeki vazifelerinden uzaklaştırılmaları yoluna gidilebilir.
Yoksa, işin içinden çıkılmaz boyutlara ve daha da tehlikelisi, haksızlıklara, acılara, intiharlara bile varan gelişmeler hepimizin vicdanını yaralayacaktır.
‘Merhamet etmeyene merhamet edilmez’ gibi sözler bizi haklı duruma değil, intikamcılığa sürükler. Biz, her hâlukârda adâletli olmayı gözetmek ve şiar edinmek zorundayız.
Asr Sûresi’nin son âyetinde ziyanda olmayanlar sayılırken, ‘biribirlerine karşılıklı olarak hakkı ve sabrı tavsiye edenler’in zikredildiğini de hatırlayalım.
***
Bu arada, bu satırların sahibinin, 44 yıla ulaşan yazı hayatı boyunca bu harekete ve onun başındaki kişinin bazan hezeyana varan görüşlerine, tavırlarına yazılarıyla defalarca karşı çıkmış ve hiçbir zaman sempati ile bakmamış birisi olduğunu da eklemeliyim.
Star