Ben haberi ilk olarak Milliyet gazetesinin internet sitesinden okudum. Başlık, “Açıköğretim Lisesi Sınavı’nda ‘Atatürk’ skandalı...” diye atılmıştı. Başlıktan, biraz sonra okumaya başlayacağım haberin gerçek bir “skandal” mı, yoksa yeni bir “zır Atatürkçülük” paranoyası mı olduğunu bilemedim...
Haberin sunuluş biçimi, gazetenin gerçek bir skandalla karşı karşıya olduğumuza inandığını söylüyordu bize... Başlığın, okurları biraz olsun dikkatli olmaya çağıran bir tonda olmasını isteselerdi, başvurabilecekleri birkaç yol vardı çünkü: Hiç değilse “iddia” gibi bir kelime kullanabilirlerdi...
“Peki,” diyebilirsiniz, “madem gazete bu derece kesin bir dille vermiş başlığı, siz neden bunun bir ‘zır Atatürkçülük’ paranoyası olabileceğini düşündünüz ki?..”
Düşündüm, çünkü, ben bizim gazetelerimizdeki bu türden “skandal olmayan skandal” haberleri okuya okuya şerbetlendim. İşte bu nedenle, uzun bir zamandan beri başlıkta ne kadar kesin bir dil kullanırlarsa kullansınlar, haberi okumaya başlamadan önce “acaba” diyorum. (Benim bu fasıldan başlıklar arasındaki favorim, 2003’te Cumhuriyet’te gördüğüm “Üstü örtülü içki yasağı” başlığıdır. Bursa Valiliği’nde düzenlenen Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına ilişkin haber, AK Parti iktidarı altında kutlanan ilk Cumhuriyet Bayramı’nın öncekilerden “farkını” anlatıyordu. Önceki kokteyllerde garsonlar içkileri tepsilerle konukların arasında dolaştırıyorlarmış, oysa bu defa içkiler L şeklinde dizilmiş masaların üzerine yerleştirilmişti ve içki almak isteyen konuklar masalara gitmek zorunda kalıyorlardı. “Üstü örtülü içki yasağı” buydu işte...)
Dediğim gibi, bu türden haberlerle şerbetlenmiş biri olarak, Milliyet’in “Açıköğretim Lisesi Sınavı’nda ‘Atatürk’ skandalı...” başlıklı haberini de kuşkuyla okumaya başladım. Şöyle deniyordu haberde:
“Eğitim-İş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli, 16 Mayıs’ta yapılan Açık Öğretim Lisesi Sınavı’ndan Atatürk’e yönelik ağır hakaret bulunan bir soru olduğunu öne sürdü. Adıbelli, söz konusu soruyu skandal olarak nitelendirdi.”
Haber, Yüksel Adıbelli’nin, “skandal” soruyu ve cevap şıklarını da içeren şu celallenmesiyle sürüyor ve bitiyordu:
“Kitapçıkta, ‘Aşağıdakilerden hangisi Atatürk’ün kişisel özelliklerinden biridir?’ a) Hayalperest oluşu, b) Maceracı oluşu, c) Mantıklı oluşu, d) Mandacı oluşu şeklinde yer almıştır. Bu sıfatların Türk ulusunun makus talihini yenmenin ötesinde bütün mazlum ulusların idolü haline gelmiş bir kahramanın adıyla birlikte anılmasını, cehaletin doruğu olarak değerlendiriyoruz. (...) Böyle bir soruyu hazırlayan, denetleyen ve bu ulusun gençlerinin önüne koyma aymazlığını gösterenleri kınıyor, Cumhuriyetin savcılarını bu konuda sorumluluğu olanlarla ilgili olarak göreve çağırıyoruz.”
“Objektif sunum” marifetiyle manipülasyon...
Gazetecilikte “objektif sunum”, kabaca, habere hiçbir yorum katmadan aktarmak anlamına geliyor; anlatılan şeyin bir tür fotoğrafını çekmek ve sonra da onu hiçbir rötuşa tâbi tutmadan yayımlamak gibi bir şey yani...
Okuru manipüle etmekten en uzak gazetecilik tarzıymış gibi görünse de, bu “tarz”, bilhassa birilerinin kanaat bildirimine dayanan haberlerde son derece manipülatif bir işlev görebilir. Diyelim gazeteci, kamuoyunun “oy”unu belli bir yönde oluşturmak istiyor... Yapacağı iş, o yönde değerlendirme yapacak bir haber kaynağı bulmak ve o değerlendirmelerin esas alınacağı bir haber hazırlamaktır. Haberin, “benim görevim manipülasyon” diye bağırmasının hiçbir önemi yoktur. Gazeteci böyle bir suçlamayla karşılaştığında haberinin “objektif” olduğunu, kaynağı ne dediyse onu yazdığını söyleyecek ve işin içinden çıkacaktır.
Bazen de hiç haber “üretme”ye gerek kalmaz, kamuoyunu gazetenin “oyu” doğrultusunda şekillendirme potansiyeli taşıyan bir haber, yazıişleri masasının üzerine düşüverir. Fakat bu özelliği haiz haberlerden bir bölümü kendi içinde ciddi zafiyetler taşıyabilir. Mesela, incelemekte olduğumuz örnekte olduğu gibi, ilk bakışta “işe yarar” gibi görünse de gerçekte bir fiskede yıkılacak kadar zayıf olabilir bu haberler. Fakat yine de çoğunlukla sayfalara buyur edilirler. Gazeteci böyle yaparken iki güvenceye sığınır:
Birincisi: Çoğu okurların haberleri başlık ve spotlardan okuduklarını bilir. Demek ki, başlık ve spotlar inandırıcı bir şekilde ve “kesin” bir dille sunulursa, birçok okurun haberi okumayı o noktada kesmesi umulabilir. (Milliyet’in haberini aktarmıştım, Hürriyet’in başlık-spotunu da aktarayım: “MEB’den ‘Atatürk’ sorusunu inceleme / MEB, Açık Öğretim Sınavı’nda Atatürk’e yönelik bir soruda ‘hayalperest, maceracı sözlerinin bulunmasına yönelik inceleme başlattı.)
İkincisi: Haberin tamamını okuyup da başlık-spotla haberin ayrı baş çektiklerine “uyanacak” okurların çok önemli bir bölümünün, bu türden “beyaz çarpıtma”ları hoşgörüyle karşılayacağına inanılır; ki doğrudur. Aşırı ölçüde kutuplaşmış politik ortamlarda gazete okurları hakikatin değil –gerçek olmasa da- yüreklerini soğutacak haberlerin peşinden gider.
Ve nihayet bu “güvenceler”e takılmayıp, “bana aptal muamelesi yapmayın!” diyecek okurlar için de “objektif gazetecilik” gerekçesi öne sürülür: “Fakat bunu biz uydurmadık ki, biz habere hiçbir şey katmadık ki, biz haberin fotoğrafını çektik sadece ve bir kişinin söylediklerini aktarmaktan başka bir şey yapmadık.”
“Objektif sunum”un sonuçları
Şimdi gelin, bu mekanizmanın güzelce işlediğini gösteren bir “sağlama” yapalım ve benim son zamanlarda giderek daha çok ısındığım bir spora, “okur yorumları arasında sörf yapma” sporuna başvuralım...
Yalnız bu defa tam döküm veremeyeceğim, özet geçeceğim... Hürriyet ve Milliyet’teki haberlerin altına girilen okur yorumlarının kabaca yüzde 80’i şu tattaydı:
“Böyle bir soruyu sormak cesaret ister. Demek ki oraya kadar ulaştıklarını düşünüyorlar. Bu noktanın ister demokrasi treninin son durağı olduğunu düşünün... İsterseniz son hamleyi yapmak için kadrolaşmanın yeterli görüldüğünü... Atatürk devrim, ilke ve aydınlanması sonsuza dek yaşayacaktır.” (Hürriyet’ten)
“Atatürk’e düşman olanlara bakın, hepsi muhafazakâr insanlardır... Sen hem bu ülkede dinini istediğin gibi yaşayacaksın, hem namazını kılacaksın, hem de bu ülkeyi kurtarana düşmanlık besleyeceksin... yok öyle...” (Milliyet’ten)
İnanmayacaksınız ama, başlığında “iddia” kelimesini kullanarak okurlarını biraz sonra okuyacakları haber konusunda dikkatli olmaya davet eden Radikal gazetesinin okurları bile fena değildi... Tek fark, “Ne bu ya; şaka mı, haber mi” diyenlerle “Kahrolsun Atatürk düşmanları” diyenlerin sayılarının aşağı yukarı aynı oranda olmasıydı. İmlası ve dili son derece düzgün bir Radikal okurunun habere gösterdiği tepkiyi de aktararak bitireyim:
“Kör testere ile Kubilay’ları, aydınlarımızı kesenler, diri diri yakanlar bu çağda da işbaşında ve ne yazık ki bir millet için en değerli kurumlar olan eğitim kurumlarına sızmış ve hızla çoğalıyorlar. Ülke karanlığa ve bölünmeye sürükleniyor...”
TARAF