Zinanın hükmü ve kamuya açık kırbaç cezası üzerine

İslami bakış açısından zina ağır büyük bir suçtur. Modern telakkiye göre karşılıklı rıza olduktan sonra evli olsun bekar olsun hertürden cinsel birleşme (zina, lezbiyenlik, livata) suç kabul edilmese de İslam bu konuda kesin hükümler vaz’etmiştir.

Ali Bulaç, kendi kişisel sitesinde yayınladığı makalede İslam hukukunda zinanın hükmünü yorumluyor:

Bir dostum, bana Taliban’ın zina fiili işlediği öne sürülen genç bir kıza yüzlerce kişi önünde kırbaçlandığına dair bir Youtube videosu gönderip, bu suç ve ceza infazı konusunda neler düşündüğümü sordu. Afganistan ve başka İslam ülkelerinde uygulanan bu ceza şekliyle ilgili düşüncelerimi aktarıyorum.

Önce konuyla ilgili ayete yakından bakalım:

“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe imân ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir topluluk da şahit bulunsun. “ (24/Nur, 2.)

Nur (24) suresinin 2. ayeti evli-bekâr ayırımı yapmadan aralarında nikah bağı olmayan kadın ve erkeğin cinsel birleşmede (cima) bulunmaları halinde onlara uygulanacak cezayı düzenler. Ceza her birine yüz sopa/değnek (celde) vurulmasıdır. Ceza “bir topluluk (taife)” nezaretinde tatbik edilecektir. Kadı Beydavi, “taife” kelimesinin “tavaf” kökünden bir şeyi kuşatma anlamına geldiğini söyler. Ka’be’yi tavaf da bu anlamdadır. Taife en az üç veya daha kişiden çok olabilir. Mukatil bin Süleyman bir kişi olacağına dair nakilde buluyor olsa da, kelime çoğul (birden fazla kişiyi ifade) eder.

Zina, dört adil şahidin cinsel birleşmeyi gözleriyle görmeleri veya bu fiili işleyenlerin akıl ve şuurları yerinde olup herhangi bir baskı (cebir) altında bulunmadan dört defa itiraf etmeleri durumunda suç fiili niteliğini kazanır. Bir erkek veya kadın eşini biriyle çıplak birleşme halinde görse bile, şahit bulunduramıyorsa suç fiili tahakkuk etmez, eşlerin bu fiilin işlendiğine dair dört kez yemin etmeleri, beşincisinde de eğer yalan söylüyorlarsa Allah’ın lanetinin üzerlerinde olacağına dair beyanda bulunmaları gerekir (24/Nur, 5-9). Bu durumda had cezası uygulanmaz, mahkeme eşlerin ayrılmalarına (boşanma) karar verir.

Suçun sübutu için konan şartlar, fiil işlense dahi zina suçu neredeyse hiçbir zaman cezayı gerektiren bir fiil olarak ispat edilemez, çünkü tespiti neredeyse mümkün değildir. Kimse dört kişinin gözü önünde “kılıcın kınına girmesi gibi” cinsel birleşme yapmaz. Şu üç durumda suç sabit olur: a) İki kişi açıkta, herkesin gözü önünde birleşmeleri, b) porno filmlerde rol alan erkek ve kadının çekim hilesi-montaj söz konusu olmayıp kendileri bu fiili işlediklerini beyan etmeleri, c) Evli bir kadının kocasıyla bir arada olmamışken, bekar bir kızın veya dul bir kadının hamile kalması durumunda da sabit olur. Başka bir erkekten hamile kadının zina fiilini işleyip işlemediğini DNA testleriyle tespit etmek hayli kolaydır. d) Zina eden iki kişinin veya birinin bu fiili yaptığına ilişkin aklı başında iken dört kez itiraf etmesi durumunda suç sübut sağlanır.

Diğer zina vak’aları suç olmakla beraber kişilerle Allah arasında kalır. Polis baskısı ve işkence altında yapılan itiraflar geçersizdir. Kişilerin gizlide işledikleri suçları araştırmak (tecessüs) ne kimsenin ne devletin yetkisi dahilinde değildir. Hıristiyanlıkta olduğu gibi zina suçunu işleyen kişinin gidip bir “din adamı”na itirafta bulunması söz konusu değildir. Bu durumda yapılacak en doğru şey, bu suçu işleyenin Nasuh tevbe ile bir daha bu fiili işlememe konusunda kesin karar verip kararında ısrarlı olması ve Allah’tan af dilemesidir. Araştırılacak suç filleri casusluk, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, cinayet, suikast, iç savaş kışkırtıcılığı vb. üçüncü şahıslara ve genelde topluma somut-maddi zarar veren cürümlerdir. Zina, aile birliğine ve nesebin sıhhatine zarar veriyorsa da, Yasa Koyucu (Şari’) mahiyeti dolayısıyla suçun sübutu hükmünü bu şartlara bağlamış bulunmaktadır, kamu otoritesi “durumdan vazife çıkarıp” din jandarmalığına soyunamaz, gelişi güzel kimseye zina suçu isnad edip infazlarda bulunamaz.

Kur’an-ı Kerim, zina suçu için “recim”den söz etmez. Hadis rivayetlerinde Hz. Peygamber’in iki yahudiye ve üç müslümana bu cezayı uyguladığı naklediliyorsa da a) Rivayetlerde birtakım müşküller vardır, aynı olay farklı varyantlara sahiptir, b) Bir erkeğe veya kadına ceza tatbik edildiği belirtiliyorken, iki olayda zina fiilinde rol alan diğer partnerlerden söz edilmez, c) Daha sonra Hz. Ömer’in ve başkalarının bu cezaya “siyaseten” başvurmuş olmaları mümkündür, d) Haber-i vahide dayandırılan bir uygulama Kur’an’da yer alan açık bir hükme aykırı olamaz, e) Hz. Peygamber’den gelen hadis rivayetleri garib ve sahih olmakla beraber, Nur (24) suresinin inişinden sonra yürürlükten kaldırılmış olmaları muhtemeldir, Süleyman Ateş bu kanaattedir.

Kişisel olarak zina suçunun Kur’an’da yer alan yüz sopadan ibaret olup recim cezasının uygulanamayacağını söyleyen Haricilerin bu konudaki içtihatları yeniden ele alınmayı hak etmektedir. (Zina ve recim için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, V, 94-104. Haricilerin itirazlarını topladıkları 10 madde için bkz. Age, V, 99.)

Bana göre, adil şahidler ve fiilin bütün unsurlarıyla işlendiği tam olarak tespit edilmesi durumunda zina suçuna “uygulanan cezaya mü'minlerden bir topluluk da (taife) şahit bulunsun” hükmü kamu adına ve kamu temsilcilerinin tanıklığıyla hukukun uygulanması gerektiğini gösterir. Maturidi, ayetin “topluluk” şartını zikretmesinin sebebinin herhangi bir topluluğun kendi başına ve her bir şahsın suçluya yüzer sopa vurmaya kalkışmasının önüne geçmek için olduğunu söyler, çünkü “vurun” emrinin “feclidû (فَاجْلِدُوا)” yani çoğul gelmiş olması bazı kimselerde böylesine kolektif-intikamcı, gaddarca infaz yapma duygularını uyandırabilir. Bu ise, zina cezasının “had” olması hasebiyle hududun yani sınırın aşılması gibi feci sonuçlara yol açar.

Tefsirciler genellikle topluluk önünde infazın (alenilik) hikmetini başkalarına ibret-i alem olması, başkalarını caydırıcı olması, suçu işleyenin küçük düşürülmesi ve işlenmiş bir suçun cezasız kalmadığının anlaşılması gibi sebeplere yormuşlardır. Sayılan bu sebepler ikna edici mi? Tek tek bakalım:

İbret-i alem için infaz dolaylı olarak toplumun geneline tehdit mesajı olup, suçun mahiyeti itibariyle önlenmesinden çok siyasi otoritenin gücüne hizmet eder ve bu hayli kadim bir uygulamadır. Açıktan infaz suçluyu küçük düşürür, bu doğrudur. Lakin hem suçlunun küçük düşürülmesi ve hem işlenmiş bir suçun cezasız kalmadığının anlatılması için açıktan infaz gerekmez, her durumda kamuoyu şu veya bu yolla suçluların cezalandırıldığından haberdar olur. Hele iletişim teknolojisinin geliştiği zamanımızda bunu gizlemek neredeyse imkansızdır.

Tefsircilerin ve fakihlerin ileri sürdüğü gerekçelere rağmen, bize göre kalabalıkların gözü önünde, meydanlarda cezanın tatbiki doğru değildir. Doğru olanı, suçlara uygulanacak cezanın kamu otoritesi adına yetkililerin nezaretinde ve usulüne uygun kapalı/resmi mekanlarda tatbikidir ki, Amerika’da elektrikli sandalye üzerinde tatbik edilen ölüm cezalarına savcı, emniyet ve cezaevi yetkilileri, doktor, din adamı, mağdurun yakınları vs. görevliler tanıklık etmektedirler. Bu önemlidir, zira kamuya açık tatbik edildiğinde ceza hukuki olmaktan çıkar, kalabalıkların linç girişimlerine sahne olur, hatta “ilk taşı atamayacak olan suçlular”ın sadizmlerini, riyakârlıklarını tatmin ettikleri arenaya dönüşür, nitekim maalesef bazı müslüman ülkelerde bu türden acıklı sahnelere şahit olmaktayız. Bunun yanında cezanın yetkili kamu görevlilerince infaz edilmesi ne fazla ne eksiksiz tatbikine özen gösterilmesi, cezanın suçluya işkence ile eziyet yapılmasına engel olur. Kalabalıklara veya yetkisiz şahıslara bırakılacak olsa, infazın işkenceye, aşırı cezalandırmaya dönüşmesi tehlikesi vardır. Hasan Basri’nin yerinde formülasyonuyla “hadleri uygulamak imamın hakkı” yani meşru kamu otoritesinin yetkisinde olduğuna göre, yargılama da, infaz da sivil şahıslara, kalabalıklara bırakılamaz.

Amerikan özgürlük bildirgesi sözcülerinden Doktor Benjamin Rush da halkın önünde verilen cezaların suç eğilimini artırdığının tecrübeyle sabit olduğuna şu ifadeleriyle işaret etmektedir: “Herkesin seyrine açık bir şekilde, halkın önünde verilen cezalar, kötü adamları daha da kötüleştirir ve suçların artmasına sebep olur. Suçlunun ıslahı halkın önünde verilen cezayla sağlanamaz. Bu şekilde suçlunun utanç duygusu yok edilmiş olur. Bu utanç duygusu, erdemin en güçlü mevzilerinden biridir.”  Kırbaçlanırken kendine saygısını yitiren kişinin toplum önünde kaybetmeye değer hiçbir şeyi kalmamıştır. Acı ile kırbaca duyarsızlık ve kötülüğe karşı arsızlık birlikte gelir. Muhtemelen suçlu eski kötülüklerine, kanunları aracılığıyla kendisine bu cezayı reva gören toplumdan intikam alma arzusunu da ekleyecektir. Nihayetinde bu da suçlunun topluma yönelteceği zararın, nitelik ve nicelik açısından artmasına yol açacaktır.23 Şeref, haysiyet ve utanma duygusunu kaybetmiş olmanın vermiş olduğu kızgınlıkla, tövbekâr olması gerekirken tekrar aynı suçları işlemesi kuvvetle muhtemeldir. (Mustafa Özgür, İslam ceza hukukunda infazın temel ilkeleri, Akademik-Us 3. Cilt 1. Sayı, 2019│61.)

“Eğer Allah'a ve âhiret gününe imân ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın. “ Ayetin bu hükmü elbette mü’minden şefkat ve merhameti sıfırlamayı talep etmez.

Bu ayetle ilgili Mutezile bilginleri yanlış bir tefsire giderek, “sizi bir acıma (رَاْفَةٌ) tutmasın” ifadesini gerekçe göstererek zina suçu işleyen kişiyi “fasık” kategorisine sokarlar, zani veya zaniyeyi neredeyse dinden çıkarırlar. Çünkü onlara göre zina suçu işleyenler fasık olduklarından imandan çıkmış sayılırlar, aksi halde yüce Allah onlar için “sizi bir acıma tutmasın” demezdi; zira O kendisini “Rauf ve Rahim” diye isimlendirmekte, “mü’minlerin de kendi aralarında merhametli, inkârcılara karşı şedit olduklarını” (48, Fetih, 29) belirtmektedir. Oysa hükümdeki maksat, şu veya bu mahiyette işlenmiş bir suç fiilinin cezasız kalmayacağının, bugünkü tabirle hukukun üstünlüğünün ve cezaların kanunilik ilkesinin işlediği hususunun korunmasına matuftur. Kim olursa olsun, suç işleyen cezasını alır; acıma, akrabalık, kabile asabiyeti, sınıfsal veya zümresel yakınlık hukukun iptaline sebep teşkil edemez.

Bir başka ve önemli sebep, Hz. Peygamber (s.a.)in belirttiği üzere “Şer’i (hukuk dahilinde ve usulüne uygun tatbik edilen) cezalar keffarettir” (Ahmed ibn Hanbel, V, 320. Ayrıca bkz. Hüseyin Esen, İslam hukukunda cezaların keffaret olması, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, s. 217-231.)  yani cezanın infazı suçlunun cürmünü temizler ve umulur ki ahirette yüce Allah dünyada işlediği bu suç fiilinden dolayı onu ayrıca cezalandırmaz.

Ceza infazında kullanılacak nesnenin kırbaç, kamçı veya sopa olması mümkündür. Kırbaç ne sert ne yumuşak olmalı. Vuruşlar vücuddan bir parça kesecek, yaralayacak veya çizik bırakacak şekilde olmamalı. Hz. Ömer, vuran kişiye “koltuğun altı görünmemeli” demiş ki, bu infaz görevlisinin kol dirseğinin göğsüyle bitişik olmasını gerektirir: Hiçbir şekilde baş, yüz veya avret yerine vurulamaz.

İslam bakış açısından zina ağır büyük bir suçtur (günah-ı kebaire). Modern telakkiye göre karşılıklı rıza olduktan sonra evli olsun bekar olsun hertürden cinsel birleşme (zina, lezbiyenlik, livata) suç kabul edilmese de İslam bu konuda kesin hükümler vaz’etmiştir. Dinini ve hayatını ciddiye alan bir müslüman asla zinaya tolerans gösteremez, elinden geldiğince bu kerih fiilden kaçınmaya çalışır.

Netice itibariyle özellikle zina suçuna uygulanacak cezanın açıkta ve binlerce kişinin gözü önünde uygulanması yanlış fıkhi teamül ve geleneksel kültürden kaynaklanmaktadır. Geçmişte bu tarz uygulamalar olmuşsa da, bugün daha farklı (kamu otoritesi ve görevlilerince ve kapalı mekanda) uygulamak İslam’ın hükümlerinde içkin bulunan maksadına daha uygundur. En doğrusunu Allah bilir! 

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı