Zeytin Ağacı

ŞEFİK SEVİM

20-23 Mayıs 2019 tarihlerinde Özgür-Der genel başkanımız öncülüğünde İstanbul ve Batman’dan bazı kardeşlerimizle Ramazan vesilesiyle Suriye’nin değişik bölgelerdeki yetim kardeşlerimize yaptığımız ziyaretle ilgili gözlemlerimizi yazma fırsatını bu sefer düşünsel, siyasi analiz içerikli bir değerlendirme yapma yerine, bir teferruat üzerinden deneme tarzı bir yazı yazma ihtiyacını hissettik.

Bu tür zorlu yolculuklarda her bir insanımızın, her bir çabanın, dokunuşun eksiklik ve güzelliklerini daha iyi görebilme fırsatını yakaladığımız faziletlerini/güzelliklerini belki de işlemimiz gerekirken ya da bir yetimin iftar sofrasını işlememiz gerekirken veya bir mücahidin özel hayatındaki zorlukları belki de işlememiz gerekirken bir zeytin ağacında yoğunlaşmamız garip karşılanabilir. Bundan dolayı özrü mucip bir durum varsa siz sitemizin okuyucularından özür diliyoruz.

ZEYTİN AĞACI

Dicle ile Fırat arasındaki Mezopotamya’ya anlam katan mütevazı fakat asil bir ağaçtır zeytin ağacı.

Şimdiye değin bizleri hep Kudüs’teki Gestamane bahçesinde bulunan zeytin ağaçları heyecanlandırmıştır. Meğer bu hüzünlü coğrafyada bizim dikkatlerimizi çeken başka zeytin ağaçları da varmış.

Bir savaş sahasında zeytin kadar zeytin ağacının gölgesinin de değerli olabileceğini on yıl öncesine kadar tahmin edemezdik.

Sadece Kur’an-ı Kerim’de cennetteki gölgeliklerden bahsedilince dikkatimizi çekmiştir gölgenin nasıl bir ihtiyaç olduğunu.

Her zaman görürdük gölgenin ırgat olarak çalışan bir tarım işçisi için nasıl bir sığınak olduğunu…

Her zaman görürdük, yol kenarlarında bir ağaç gölgesinde çay molası veren bir aile için  bu gölgeliğin bir sosyal tesisten daha sıcak olduğunu...

Her zaman görürdük, ağaç gölgeliklerinin piknik alanlarımızın belirlenmesinde en belirleyici kriteri olduğunu...

Küçükken hep fark ederdik köydeki yaşlı amcalarımızın nasırlı elleriyle bir ağaç dikmenin karşılığında onun gölgeliğinde her bir canlının istirahat edebilme hakkına sahip olabileceğini ifade eden bir hassasiyetle ağaç dikme duyarlılıklarını..

Steril dünyalarımızda sınır boyu taşlık yamaçlardaki zeytinlikler gölgesinde iftar öncesi ikindi vaktinin sükûnetiyle dedeleri etrafında kümelenen yetimlerin masumiyetlerine yansıyan ümmete kırgın bakışlarının anlam dünyasını görmemezlikten gelen halet-i ruhiyemizin sığınabileceği bir mazeret olabilir mi acaba? Türkiye’de son dönemlerde bir fitneye dönüşen kafa karışıklığımızı, bu bakışları anlamamanın bir mazereti olarak kabul eder mi acaba tarih?

Zeytin ağaçlarının gölgesine sığınan ve haftalarca yıkanmamış uzamış örülü saçları arasında zar zor fark ettiğimiz gözlerinin derinliklerinde ”yarın ahirette her şeyi rabbime anlatacağım“ der gibi duran on binlerce çocuğun bakışı, vicdanımızı hareketlendirmiyor gibi.

Aslında Ümmet coğrafyasındaki diğer yetim kardeşleri gibi bizlere kızabilmeyi bile beceremeyecek kadar mütevazı davranmaları, onların asaletindendir. Fakat unutulmamalı ki, zarafet ve asalet, zamanı geldiğinde hesap soramaz vasıflar değildir.

Bir zeytin ağacının gölgesinde hiç kimsenin dikkatini bile çekmeyen bir piri faninin ahı, bizim mahallede kimilerinin büyük bir özgüvenle ördüğü küçücük hesapları, hizipsel gettoları, riyakâr tutumları afişe edecek ilahi bir hesabın tecelli etmesini tetikleyecek sünnetüllahın bir parçasına dönüşebilir.

Bütün insanlık dışı şartların dayatıldığı ve sekiz yıldır mazlum bir halka karşı sürdürülen acımasız savaşta, her bir insana dokunduğunuzda ne hikâyeler, ne beklentiler, ne duygular duyarsınız. Bu yüzden cismen ordasınız, yanlarındasınız; cesaretle ve cömertçe... Ama ruhen ciddi ciddi dokunmaya cesaret edemiyorsunuz. Çünkü duyacağınız sessiz çığlığın altında kalma ihtimaliniz yüksek.

Bundan dolayı merak eder insan, zalim Esed rejiminin, işbirlikçi İran ve Hizbülesed çetelerinin kimyasal katliamlarından, Rus uçaklarının ağır bombardımanından kaçan ve dededen kalma mütevazı bir binekle muhaliflerin kontrolündeki güvenli bölgeye sığınan Halepli amca… Atme’deki tozlu çadır deryası içinde özel mülkiyeti ona ait olmayan rastgele bir zeytin ağacının dört metrekarelik gölgelik alanında derin tefekküre dalan, Halep’in tarihi kadar duyguları da asil olan bu Halepli amcamızın duygu dünyasını ne kadar deşebiliriz acaba? İç dünyasını deştiğimizde bizim payımıza ne düşecektir? Payımıza düşenin vebalinden kendimizi kurtarabilmenin mazeretlerini üretmeye dair kurnazlıklarımız bize yetecek midir acaba? Yoksa ümmet bu yakıcı sorunlarda hadiste geçen “vehn” psikolojisine sığınarak mı izah getirmeye çalışacak.

Sınırlarımızdan keskin çıplak bir gözle görebileceğimiz kadar yakın bir mesafede ağaç gölgelerinde hicretlerine mola veren dünyanın en yorgun beldenin çocuklarının nefesini hissetmemek, modernizmin nefislerimizi ayartan konforuyla ancak izah edebiliriz.

İftar açma ortamının en mütevazı atmosferi nasıl olabilir diye sorarsanız; çoban olan bir Elçi’nin (sav) sadeliğiyle, yaşanan tüm acıları yutkunarak bir zeytin ağacının gölgesinde hurma şerbetiyle iftarı açmaktır derim size.

Yorgun bedenlerin Zeytinlikler gölgesindeki sabırla beslenen tahammülü, aynı zamanda ağacın kökleri ile dalları arasındaki insicamını hikmetle okuyabilme üzerinden bir tefekkür zeminini yakalama fırsatını da verir insana.

İnsanoğlunun kendini en emin hissettiği yer, onun için en aziz yerdir. Bu yer/ yurt, bazen bütün gerginliklerimizi kendi sadeliğinde eritebilen bir gölgelik de olabilir. Hele bu gölgelikte alnımız secdede özümüz olan toprakla bütünleşebiliyorsa, ayrı bir haz verir iman eden bir kalbe.

Allah’ın kevni ayeti olan tabiattaki en sade yaşamın tezahürüdür belki de bir ağaç gölgeliği... Aslında farkında olmadan yaslandığımız ağaç kökü, usulca bize bir direnişi, bir emeği, bir bedeli,bir ürünü ve hasat almanın sünnetullah boyutunu sessizce fısıldar gibi.

Bilad-ı Şam sahasında, bir ağaç gölgesinde zorunlu sade yaşam, bir boyutu ile fıtri yaşam gerçekliği açısından en ağır bir tarz gibi görünmesine rağmen, bir boyutuyla da teslim olmamanın her türlü şer hesaplarına inat, sabırla ve metanetle direnebilme iradesinin ispatlandığı bir sınav alanı olarak görülebilir.

Tarihte nice salih insanlar, kavimler, bu tarz ağır bedelleri ödemişlerdir. Ama galip gelenler onlardır. Mağlubiyet kavramı bize dayatıldığı şekliyle kabul edilir bir durum değildir. İnancımız bize şunu öğretiyor; galibiyet ve mağlubiyet, dünyevi kazanç ve kayıplarla izah edilemez. Asıl galibiyet, zilleti satın almaya yönelmemektir.

Mübarek Mushaf’ta zeytin ağacının ürününe yemin, onun asaletinin nişanesidir. Zeytin ağacı, Halep’ten Afrin’e kadar geniş bir koridorda “ hasbunellah ve nimel vekil” sloganından başka tesellisi olmayan ve  azımsanmayacak kadar olan mümin bir kitleyi anne şefkatiyle kanatları altında gölgesinde tutma kararlılığını gösteren bir dost…

Ey Rabbimizin teveccühünü hak eden ürünün ağacı!

Çağdaş Ebrehe ordularına karşı kardeşlerimizi, hikmetini göremediğimiz dallarınla koru!

Amin..