Mardin Bilge köyüne (Zenkırt) bağlı Kırkçeşme (Çelkani) mevkiinde gerçekleştirilen katliam insan kanını donduracak mahiyette. Olayın gerçekleştiği mevki bir piknik ve mesire yeridir. 5 km yakınında bulunan Sultanşeyhmus'un (Şeyh Musa) kabri günün her saatinde ziyaretçilerle dolup taşar.
Bölgenin her yerinden insanlar gelir, burada kurban keser, piknik yaparlar. Böyle bir mekânda böyle bir katliamın gerçekleştirilmiş olması çok düşündürücü. Demek ki katliamı yapanların kutsala saygıları yok. Olmadığını iki noktadan daha anlıyoruz:
1) Öldürdükleri şahıslar toplu halde yatsı namazlarını eda ediyorlardı. Ankara'dan yeni tayin edilmiş imamın arkasında namaz kılan erkekler, kadınlar ve çocuklar acımasızca kurşuna dizildi. İslam geleneğinde ibadethanelere saldırılmadığı gibi, ibadet sırasında da kimseye saldırılmaz.
2) Bu katliamda İslam bakış açısından işlenen diğer büyük suç 6'sı çocuk 17'si kadın ve içlerinde çok sayıda yaşlı insan olmak üzere 45 insanın öldürülmesi. Köyün erkeklerinin büyük bir bölümü korucu olduğundan görevlerinin başındaydı. Çocuk, kadın, yaşlı insan ve masum erkek öldürmek de büyük bir suç.
Fakat elbette en büyük suç (ve cürüm), şu veya bu husumetten dolayı bunca insanın katledilmesidir. Demek ki bu katliamı gözünü kırpmadan gerçekleştirenlerin din umurlarında değil. Olayın ekranlara düşmesinden itibaren aydınlanmacılar, bölgenin nasıl ağır bir "töre ve namus baskısı" altında inlediğini, "feodal ilişki ve yapılar"ın devam edip bu gibi katliamlara sebebiyet verdiğini anlatmaya; hemen arkasından bölgeye daha otoriter ve emredici modernizasyon politikalarıyla müdahale edilmesi gerektiğini söylemeye başladılar. Hakikatte bölgeyi bu hale getiren tam da bu önerilen "çözüm"den başkası değil.
Bu katliam, farklı din müntesipleri, farklı etnik gruplar arasında olmadı; aksine aynı dinden, aynı etnik gruptan insanlar arasında oldu. Serf-senyör ilişkisinin olmadığı bölgede feodaliteden de söz edilemez, bunu iddia etmek yaygın cehalettir. Töre ve namus cinayetlerinin varlığı gerçektir, ama töre ve namus cinayetleri tek başına olup bitenleri açıklamaya yetmiyor.
Bölge yakın tarihte kendi kaderine terk edilmiş; insanlar kültürel ve ekonomik olarak mahrumiyetler içinde yaşamış; ikna olmadıkları bir dünya görüşüne ve hayat tarzına mecbur edilmiş. Bunlar yetmiyorken bölge 1984'ten bu yana 40 bin öldürme hadisesine sahne olmuş. 17.500 faili meçhul cinayetten, yakılan veya sakinleri göçe zorlanan 3 bin köyden söz ediliyor. İtirafçılar, asit kuyuları, taranan minibüsler, helikopterlerden atılan insanlar Ergenekon davasının belli başlı konuları. Aşırı yoksulluk, eğitim, sağlık ve altyapının yetersizliği, gençlerin-köylerin Korucu ve PKK olarak bölünmesi bölgenin sadece iktisadi yapısını değil, beşeri yapısını da çökertmiş durumda. PKK ve devlet, biri diğerinin varlığını imha etmek, kökünü kazımak üzere savaşıyorlar. Düşman ancak imha edilerek cezalandırılabilir kültürü, mücadele ve rekabetin esası olmuş. Din baskı altında, bölgenin alimleri, şeyhleri itibardan düşürülmüş.
Öte yandan toplumun derin katmanlarında giderek kök salmaya başlayan bir şiddet kültürü söz konusu. Büyük şehirlerde bu şiddet başka şekillerde kendini açığa vuruyor: Annesini öldüren üniversiteli kız, yeğenlerini doğrayan dayılar-amcalar, kız arkadaşının kafasını kesip çöpe atan zengin-eğitimli gençler, kalabalıkları tarayan hasımlar, kendisine "minibüste lahmacun mu yenir?" diyen insanları anında bıçaklayan kabadayılar. Cinnet geçirenler, çoluk çocuğunu, karısını dövenler, intihar edenler, boşananlar, delirenler. Boşlukta yaşayanlar, adalet tesis edilmediği için ihkak-ı hak yapanlar, kendi hukukunu kendisi ihdas edip uygulayanlar. Türkiye toplumu iyi yolda değil. Zenkırt katliamı ders çıkaracağımız son musibet olsun. Kız, arazi veya kan davası... Husumetin sebepleri ne olursa olsun ceza veya intikamı bu değil. Bu başka bir şeydir.
ZAMAN