Zenginliğin Kötü Sonuçlarından Sakın Ama Fakirliği İsteme!

Zenginliğin de fakirliğin de kötü sonuçları olabileceğine dikkat çektiği bugünkü yazısında Faruk Beşer, bununla birlikte zenginliğin bizatihi iyi bir şey olduğuna değiniyor, fakirlik hakkında ise böyle bir şey söylenemeyeceğine işaret ediyor.

Faruk Beşer tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “İslam Züğürtlüğü Övmez” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Her şeyin iyi ve kötü tarafları bulunabilir. Zenginlik ve fakirlik de öyle. Ancak mutlak anlamda fakirlik iyi değildir, yine mutlak anlamda zenginlik de kötü değildir. Yani fakirlik denen şeyi öyle ya da böyle sonuçlarıyla değil de, her etkisinden bağımsız soyut fakirlik olarak düşündüğümüzde bunun iyi bir şey olduğunu söyleyemeyiz, ama zenginliği de aynı şekilde düşündüğümüzde onun iyi bir şey olduğu açıktır. İyilik ve kötülükleri etkilerine göredir.

Resulüllah’ın hadisi şeriflerine baktığımızda bazen fakirlerden yana bir tavrın olduğunu görürüz. Bu durum fakirliği övmek değil, fakirlerin bir bakıma gönlünü almak ve fakirliğin Allah’ın rızasını kazanmaya mani olmadığını anlatmak içindir. Bununla birlikte o, zenginliğin Allah’ın bir lütfu olduğunu da vurgular. Bir gün fakirler ona dert yandılar, ey Allah’ın resulü, zenginler bütün sevabı götürdü, bize bir şey kalmadı dediler. ‘Siz de yatmazdan önce otuz üçer defa sübhanellah, elhamdülillah, Allahuekber derseniz siz de aynı sevabı alırsınız’ buyurdu. Bunu onlar da yapar dediler. E, bu da Allah’ın bir lütfu, kimse kimseyi kıskanmasın’ buyurdu.

Zenginler bütün sevabı nasıl götürüyor?

Çünkü İslam’ın emrettiği ya da teşvik ettiği pek çok şey ancak malla, servetle, varlıkla yapılabilir. İslam’ın beş şartından ikisi bile zenginlik olmadan yapılamaz, zekât ve hac. Yani mal olmadan İslam tamamlanamaz. İnfak, ihsan, karz-ı hasen, hediye, kurban, tasadduk, Allah yolunda harcama, açların karnını doyurma gibi sevabı bol ibadetler mal olmadan yapılamaz. Demek İslam toplumunun bütünü olarak istenen şey fakirlik değil, zenginliktir. Ne var ki, fakirlik de her bakımdan bir kaybetmişlik değildir.

Buna karşılık atalet, dilenme ve başkalarına yük olma yerilmiş, çalışma ve özellikle de ticaret övülmüştür. Yaptığı işi en güzel ve en mükemmel şekilde, ihsan ve itkan ile yapma emredilmiştir. Çalışmanın ve işini güzel yapmanın sonucu kazanmadır. Demek ki, bu emirlerle bu sonuç da istenmiş olur.

‘Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın’ diye bir söz vardır. Ancak Gazali’nin bunun üzerine bir risale yazmış olmasına karşılık bu bir hadis değildir. Anlamının mutlak olarak doğru olması da düşünülemez, insanı teşbihe, yani Allah’ı insana benzetmeye, dolayısıyla şirke kadar gidebilir. Ancak İslam toplumunda oluşmuş bir kanaat olarak doğru bir yorumu da vardır. Gazali de zaten bunu yapmaya çalışmıştır. Allah’ın isim ve sıfatları güzeldir, hep faydayı, lütfu ve ihsanı anlatır. Mümin de hep böyle güzel ahlaklı olmalıdır diye anlaşıldığında mana doğru olur. Bu açıdan bakıldığında Allah’ın muhtaçlığını anlatan bir ismi ya da sıfatı olmamasına karşılık, O’nun zenginliğini, malikliğini, gücünü, kudretini anlatan isim ve sıfatları vardır. Allah’ın vasfı olan bir şeyin, mesela ğinanın/zenginliğin kötü olması düşünülemez. O Ğaniydir. Buna karşılık O, haşa, fakir ve muhtaç değildir.

İslam’ın müminlerden düşmanlara karşı her türlü gücü hazırlamalarını istediği bilinen bir husustur. Gücün büyük bölümünü ise maddi güç oluşturur. O halde bu olmadan böyle bir talep nasıl yerine getirilebilir?

Bilindiği gibi Medine İslam devletinin düşmanlarıyla ilk savaşı, Şam’dan gelen ticaret kervanlarının önünün kesilmesidir, yani ekonomik bir savaştır.

Bütün bunlara karşılık kontrol edilmeyen bir zenginliğin tahribatı, fakirliğinkinden çok daha büyük olacağı için zenginliğin tehlikelerine de dikkat çekilmiştir. Bilindiği gibi Sosyal Güvenlikte, toplumun bir ferdi olarak insanın karşılaşacağı ve yaşamasını zorlaştıracak kötü durumlara sosyal risk tabir edilir ve bugünün Sosyal Güvenlik anlayışında sayılan dokuz risk içerisinde zenginlik yoktur. Oysa bize göre kontrol edilmeyen zenginlik de bir sosyal risk sayılmalıdır. Alınan bütün tedbirlere rağmen kapitalizm ve onun vazgeçilmezi olan faiz böyle bir risk oluşturur ve fakiri daha fakir kılar. O halde zenginliğin problemi, bizatihi zenginlik değil, onun kötüye kullanılmasının önlenememesidir.

Yine bu sebeple Resulüllah Efendimiz (sa) ‘her şeyi unutturan fakirlikten’ Allah’a sığındığı gibi, ‘azdıran zenginlikten’ de Allah’a sığınmıştır.

Yine bazen hadis olarak nakledilmesine rağmen hadis olmayan, ancak İslam kültürünün yerleşik bir kanaati haline gelen şu söz de anlamlıdır: ‘Fakirlik neredeyse küfürdür’. Yani bu Resulüllah’ın söylediği bir söz değildir, ama bir vakıadır.

Sonuçta insanın Allah katındaki değeri zengin ya da fakir olmasına göre değişmez, yaşadığı halin kötülüklerinden kurtulmayı başarmasına, korunmasına, yani takvasına göre değişir. Zenginliğin bizatihi iyi olmasına karşılık, risklerinin çok olması sebebiyle sonuçta oran olarak daha çok kaybedenler de zenginlerdir. Çünkü fakirler günah işleme fırsatını zenginler kadar bulamazlar. Ama servetine rağmen nefsinin esiri olmayan zenginin bu hali de, Allah’ın kıskanmamamız gereken bir lütfudur.

Yorum Analiz Haberleri

Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?