Muhsin KIZILKAYA / HT GAZETE
MAHMUT Akyürekli bir tarihçi... Kendisi ‘Dersim Kürt Tedibi’, ‘Şark İstiklal Mahkemesi’ ile “Karar ve Gerekçeleri ile Şark İstiklal Mahkemesi’ adlı kitapların yazarıdır. ‘Derin Tarih Dergisi’ne de yazılar yazan Akyürekli özellikle ‘Ulus Devlet-Kürt İlişkileri’ üzerine çalışıyor, araştırmalar yapıyor. Akyürekli’yle son yılların en hararetli tartışma konularından birisi olan ‘Dersim hadisesi’ üzerine konuştum. İşte söyledikleri...
Dersim meselesi hiç gündemden düşmüyor. Bu konuda çalışmış, birkaç kitap yazmış bir tarihçi olarak söyler misiniz; devlet bu vebalden nasıl kurtarılır?
Devlet Kürt meselesinden aklanmak istiyorsa, 1925-1938 yılları arasında hazırlanmış bütün raporları, adı her ne olursa olsun devlet tarafından yapılmış her türlü harekâtı (tedip, tenkil, ıslah vs.) açıklamak ve belgelerini kamuoyuyla paylaşmak zorunda.
Talep edildiği gibi Dersim için bir komisyon oluşturulup çalışma yapılsa sonuç alınır mı?
Konuya sadece Dersim merkezli bakmak bizi sonuca götürmez. Dersim’deki katliamı doğru algılamak için 1937 öncesi hazırlanmış raporların incelenmesi gerek. 1925-1932 arasında Genç, Muş, Bingöl, Ağrı, Ziylan, Sason, Koçan ve Reşkotan bölgelerindeki toplu katliamların, faili meçhul cinayetlerin, idamların açıklığa kavuşması için arşivlerin titizlikle incelenmesi gerekir. Hem Dersim meselesini hem de dönemin devlet politikasını bütünüyle anlamak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 1925’ten 1938’e kadar yaşanan olayları görmeden mümkün değil.
Bu konuda sözünü ettiğin raporların hemen hemen tümü yayınlandı. Eksik bir şey var mı?
Bugüne kadar açıklanan raporların çoğu eksik, önemli kısımları sansürlenerek yayımlanmıştır. Sansür perdesinin altında çarpıcı gerçekler var ve bu gerçekler kolayca yüzleşebilinecek türden değil.
Arşivlerde yeteri kadar belge var mı? Olmaz mı?
Belge gani; önemli olan, bunları bir araya getirmek, tasnif edip doğru bilgiye ulaşmak. Sonra da hadisenin sebep, gelişim ve sonucunu ortaya doğru koyabilecek tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerek. Dersim’le ilgili belgeler tek klasörde toplanmamış. Her kurumun o devirdeki yazışmalarında konuyla ilgili belgeler var. Meselâ Sağlık Bakanlığı. ‘Gaz’ın türü, kullanımı, öldürme ve imha kabiliyeti gibi bilgiler Sağlık Bakanlığı’nın o dönem yazışmalarından temin edilebilinir.
Dersim’de gaz kullanıldı mı?
2. Dünya Savaşı döneminden bahsediyoruz. Avrupa’da Hitler, Mussolini var. Yahudi imha fırınları ve gaz odalarını unuttuk mu? O zamanın şartlarındaki modern Türkiye etkili, ucuz, yeni, çağdaş olarak kabul edilen bu silahı kullanmazlık edebilir miydi? Sağlık Bakanlığı’na ait kayıtların ilk belgesi, bir telgraf olarak yayınlandı, işin aslı halen bilinmiyor. Yüzlerce evrak var. Devrin Sağlık Bakanlığı ve Genelkurmay evrakında inanılmaz bilgiler var. Gaz kullanım eğitimi verilmiş, tıpkı mağara aramaları gibi gaz kullanım talimatnameleri dahi var. Bunlar broşür şeklinde hazırlanmış, gazların satın alındığına dair evraklar, nakliye evrakları söz konusu.
Yeni kurulmuş bir devlet, nasıl olur da gazı üretip kullanabilmiş?
Biz üretmedik, dönem itibarıyla Almanya ile işbirliğimizin iyi olduğu zamanlar. Gazı da, eğitimi de Almanlar verdi. Almanya’da Yahudilerden önce gaz, Türkiye’de Dersim halkı üzerinde denendi.
Dersimliye duyulan bu kinin nedeni neydi? Neden bu kadar büyük katliam yapıldı?
Evraklar tam açılmadan çok şey söylenemez; bazen evraklar açılsa da asıl sebebi bulamazsınız. Bu şahsi bir sebep dahi olabilir. O toplumdan bir zarar görürsünüz, içinizdeki kini yetki sahibi olduğunuz bir yerde hissettirmeden başka bahanelerle kullanabilirsiniz. Atatürk’ün etrafındaki kadronun geçmişini iyi irdelemek lazım, fakat bu inanılmaz bir kin. Tabii devrin icaplarına da bakmak lazım. 2. Dünya Savaşı sıradan bir dönem değil.
Biraz açar mısınız?
Türkiye’de ulusal birliğin oluşturulması için verilen mücadelede çok başarılı olunamamıştı. Ulus devlet mimarları halen herkesi Türkleştirememişti. Çoğunluğu elde tutmak için ihtiyaç olan şey asi bir muhalif gruptu. Bu grup rolü Alevi-Kürt’e biçildi. Alevi- Kürt nüfus fazla değildi. Sünni-Kürt’e göre Kızılbaş, Alevi-Türk’e göre Kürt, öteki olarak empoze edilerek yalnız bırakıldı. Dersimlinin kesik başıyla fotoğraf çektirecek kadar insafsızlaşan bu askerleri hangi telkin canileştirdi? Çocukları, kadınları tarayacak kadar kim nasıl gaddarlaştırdı? ‘Mum söndürüyorlar, sünnetli değiller, Rafızi bunlar, Hıristiyan olmadan Müslüman olamazlar’ gibi yalanlarla asker harekete hazırlandı.
Bu askerler yaşadıklarını anlatmadı mı? Vicdan azabı çekmedi mi?
Birçoğu anlattı, diğerleri de kahroldu. Binlerce asker hayatı boyunca uyuyamadı, yüzlercesi vicdan azabıyla deli oldu. Vatani görev için askere giden Anadolu insanını Dersim’de canileştiren düşünceler bu raporlarla oluşturuldu ve toplumdan saklandı.
Bu konuda yeteri kadar delil var mı?
Bu raporların ne kadar yalan ve kara propaganda ile dolu olduğu, ne denli aşağılayıcı ifadeler içerdiğini anlamak için fazla delile de gerek yok. Harekâta katılmış askerlerin ifadeleri yeterli delili oluşturuyor. İfadelerden, Dersim’in o dönem nasıl dinsiz, münkir bir belde gibi gösterilmeye çalışıldığını anlıyoruz.
Bir askerin şu sözleri çok çarpıcı: “Öldürülen cesetleri toplamamızı emrettiler. Taşıdığımız bir erkek cesedinin yırtılan beyaz şalvarından erkeklik organı dışarı çıkmıştı, sünnetli olduğunu görünce hayret ettim. Müslümanlarmış, bize böyle dememişlerdi. Bu olaydan sonra gizlice insanları kaçırarak katliamdan kurtarmaya çalıştım.
Dersim harekâtında öldürülen insan sayısı ne kadar?
Farklı rakamlar belirtiliyor... Dersim’de 13 bin civarında, kayıt altına alınmayanlarla 15-20 bin insan yaşamını yitirdi. Kadın çocuk ayrımı yapılmadan katledilen insanlar, bombalarla, zehirli gazlarla öldürülenler biliniyor. Bilinmeyen raporların sansürlenen kısımları. Sansürlenmiş en önemli raporsa İsmet İnönü’nün raporudur. Hem İnönü’nün hem de diğer raporların tam metninin Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde bulunduğunu sanıyorum.
Peki Dersim’de gerçekten bir isyan olmadı mı?
1937’de 6 aşiretin kalkışması var. Seyit Rıza başta olmak üzere altısının da reisi 14 Kasım 1937’de Elazığ’da idam edildi. Dersim’de o dönem 50 aşiret vardı, diğer 44 aşiretin itaatsizliği yoktu... ‘Dersim İsyanı’ tanımı doğru değil. 1938’deyse Dersim’de hiçbir kalkışmadan bahsedilemez. 3’üncü Ordu, manevra kapsamında katliam yaptı.
Katliamdan Atatürk’ün haberdar olmadığı söyleniyor.
Dersim Harekâtı’yla ilgili her ayrıntı Atatürk’e bildirildiğinden, bahsi geçen raporlardan başka, harekâtın detaylı bilgisi de Cumhurbaşkanlığı arşivinde, Çankaya’da olmalı. Atatürk’e rağmen kim cesaret edip bu işi yapabilirdi ki?
Arşivler hakkında ne söylemek gerekir?
Cumhurbaşkanlığı arşivleri ve Genelkurmay arşivlerinde Dersimli nasıl tanıtılmış, önce onu anlayalım. Zaten onu anlarsak katliamların şiddetini çözmüş oluruz. Cumhurbaşkanı’mızın bu konunun açılmasını istediğini düşünüyorum. Umarım bu söylediklerimiz vesile olur.
Araştırma ve tetkik komisyonları oluşturulmalı mı?
Araştırma komisyonları hem Meclis hem de bu konuyla ilgili tarihçi ve sosyologlardan oluşturulacak heyetle yapılmalı. Her görüşten insan alınmalı ki tarafsız bir sonuç çıksın. 1925 Şeyh Said Olayı ve İstiklal Mahkemeleri bu kapsamda incelenmeli.
Siz Şark İstiklal Mahkemesi kararlarını yayınladınız. Bu kararlar herkese açık mı?
Ben 798 kararı ihtiva eden karar defterini bir şekilde buldum ve yayınladım. Yüz binden fazla evrak olduğunu düşünüyorum. Yakalama tutanakları, ifadeler, şahitler gibi... 1925-1927’nin belgeleri (İstiklal Mahkemeleri dosyaları) Meclis’in mahzenlerinde. 1937’ye giden sürecin en büyük müsebbibi olan raporlar ve belgelerse Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde, Başbakanlık’ta ve Genelkurmay Başkanlığı’ndadır. Bu kapılar açılırsa insanımız gerçeği tüm çıplaklığıyla öğrenir. Devlet hatasını kabul edip Alevi ve Kürt vatandaşlarından özür dilerse bu olay devlete karşı husumet olmaktan çıkar. Geçmişimiz derimizdir, yüzüp atamayacağımıza göre yüzleşip gerçeğimizle yaşamasını öğrenmeliyiz.
Yani diyorsunuz ki...
Kısaca diyorum ki, devlet üç ihtiyar Kürt’ün ölüsünden korkmamalı (Şeyh Said, Seyit Rıza, Said-i Nursi) geçmişle yüzleşmesini bilmeli. Bu üçünün de mezar yeri belli değil. Herkes eteğindeki taşları dökmeli ki konu istismardan kurtulsun. Aksi takdirde siyasi rant kapısı olan Alevi ve Kürt dükkânı daha çok parti ve ideolojilere ekmek yedirecektir.