28 Aralık gecesi Uludere'de savaş uçaklarının bombalamasıyla 35 sivil yurttaş öldü. Yaşanan trajedi hakkında farklı açıklamalar var.
Hükümet ve Genelkurmay, bombalamanın, daha önce çeşitli olaylarda yaşandığı gibi, operasyon yapmak üzere sınırı geçen PKK militanları olduklarına dair yanlış istihbarat sonucu meydana gelen bir kaza olduğunu açıkladı. Barış ve Demokrasi Partisi Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, bunun "planlı bir devlet katliamı" olduğunu, ülkenin artık bölündüğünü ileri sürdü. Dikkate değer bir iddiaya göre ise PKK çift-taraflı çalışan muhbir aracılığıyla verdiği yanıltıcı istihbaratla bir taşla iki kuş vurdu: Hem devletle işbirliği yapan bir korucu ailesini cezalandırdı hem de son yıllarda giderek itibar kaybına uğramakta olduğu Kürtler arasında devlete karşı büyük bir infial doğmasını sağladı.
Olayın gerçek yüzünün aydınlatılması, sorumlulardan hesap sorulması şart. Her durumda devlet öldürdüğü yurttaşlar için özür dilemeli, ailelerine tazminat ödemeli. Olaydan bir kez daha şu dersin çıktığı ise muhakkak: PKK yasak, baskı ve zorla, öldürerek bitirilemez. Şiddet şiddeti doğurur. Silahlı Kürt isyanının sona ermesi için daha fazla savsaklamadan Kürt kimliğini tanıyacak reformlar yanında, PKK ile konuşarak barışın koşulları üzerinde anlaşmak gerekir. PKK'nın zor ve silahla bitirilebileceğini zannedenler, bu başarılsa bile yerini er geç başka isimli bir örgütün almasının kaçınılmaz olduğunu bilmeli.
BDP milletvekili Leyla Zana, Uludere trajedisinin yaşanmasından bir gün önce Almanya'da, Rudaw adlı internet sitesine verdiği mülakatta, (herhalde BDP'yi kastederek) daha önce özerklik istediklerini, fakat artık bunun yetmeyeceğini söyledi. Türkiye Kürtlerinin kaderlerini tayin hakkını kullanmalarını istediklerini; yapılacak referandum sonucu alınacak özerklik, federalizm ya da bağımsızlık kararına saygı göstereceklerini sözlerine ekledi.
Evet, eğer Türkiye Kürt sorununu çözerek demokrasisini yerleştirecek ise Kürtler geleceklerini kendileri seçebilmeli. Kültürel hakların tam olarak tanınması, Kürt-çoğunluklu bölgenin özerk olması, Türkiye'nin federal yapıya bürünmesi ya da Türkiye Kürdistanı'nın ülkeden ayrılması: buna Kürtler karar vermeli. Türk çoğunluklu bölgedeki Kürtlerin ve Kürt-çoğunluklu bölgedeki Türklerin haklarının güven altına alınması koşuluyla Zana'nın referandum önerisini desteklerim.
Ancak Zana ve benzer düşünenlere şunu hatırlatmak isterim: Referandum önerisinin bırakın Türkleri, Kürtler tarafından dahi ciddiye alınabilmesi için PKK'nın silah bırakması; bundan böyle barışçı demokratik yoldan mücadele edeceğini ilan etmesi; Türkiye Kürtlerinin yegane temsilcisi olma ve silah zoruyla onları vesayet altında tutma iddiasından vazgeçmesi gerekir. Zana ve benzer düşünenler bunları da savunmadığı sürece öneri, ne ciddiye alınabilir ne de uygulanabilir.
Ne var ki Zana'nın önerisi, bir kez daha Türkiye'nin Kürt sorununun geleceği sorusunu gündeme getiriyor? Bugün için cevap şöyle görünüyor: Türklerin büyük çoğunluğu şiddetten yaka silkti; sorunun yasak, baskı ve zorla çözülemeyeceği, Kürtlere kimlik haklarının tanınması gerektiği fikrini benimsiyor. Muhakkak ki "Vur kurtul" (silahla bastır) diyenler gibi "Ver kurtul" (bırakın ayrılsınlar) diyenler azınlıkta. Kürtlerin büyük çoğunluğu da şiddetten yaka silkti; denebilir ki, AKP'ye oy verenler dahil, üç talepte buluşuyor: Yeni anayasanın Türkiye'yi yurttaşlar devleti olarak tanımlaması, okullarda Türkçe yanı sıra Kürtçe eğitim de yapılması, Kürt-çoğunluklu bölgeye geniş özerklik tanınması. Irak Kürtlerinin yöneticileri gibi çoğunluğu da Türkiye'yi düşman değil, değeri bilinmesi gereken dost olarak görmekte. Yani, eğer siyasi irade gösterilirse, Türkiye kendini bir yurttaşlar devleti olarak yeniden tasarlayarak Kürt sorununu çözebilir. Kürt taleplerini zorla, PKK'yı silahla bastırma iddialarında ısrarın ülkeyi bölünmeye götürme olasılığı ise yok değildir.
ZAMAN