Son iki yıllık pandemi süreci ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile dış piyasalarda yoğunlaşan ekonomik kriz, mahalli yönetimleri sarsıcı şekilde etkiliyor. Küresel ekonomik buhrandan etkilenen Türkiye’deki yönetimin döviz maliyetini gereğince yönetememesi ya da Lira’nın değerini koruyamaması nedeniyle de hayat pahalılığının daha fazla tetiklendiği üzerinde duruluyor. Benzer ekonomik dar boğazları yaşayan Batılı ülkelere nispetle enflasyon oranı Türkiye’de daha yüksek oranlarda seyrediyor. Bu pozisyon hem 2023 seçimlerine hazırlanan mevcut hükümeti en başta evlerde kaynayan tencere maliyetleri konusunda sıkıştırıyor, hem de spekülatif piyasa ekonomisi geçim sıkıntısı açısından Türkiye halkını oldukça zorluyor. Türkiye insanı sanki Yusuf (a)’ın Mısır’ındaki “yedi yıl” kıtlık dönemiyle imtihan olan insanlar gibi[1] bir infial ve şaşkınlıkla karşı karşıya.
Temel ihtiyaç mallarına gelen zamlar, çalışanların ve emeklilerin maaşlarına yapılan zamlarla karşılanamıyor. Görece refah dönemine alışan insanlar ve aileler hizmetlerin, temel ihtiyaç maddelerinin ve diğer emtianın temini konusunda oldukça zorlanıyor. Enerjiden mutfak ihtiyacına, kiradan ulaşıma kadar üst üste gelen zamlar ile karaborsa ve stokçuluk haberleri kitlelerde bir kıtlık felaketine doğru ilerlendiği psikolojisini tetikliyor. Mâmül mallara ve tarım ürünlerine imalatçı, üretici, tüccar ve esnaf tarafından haklı veya haksız gerekçelerle sürekli zam yapılmasıyla ilgili yakınmalar her geçen gün artıyor.
Böyle bir süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyuna açık bir konuşmasında ülkede “açlık yok” beyanı ise kıtlık ve yoksulluk psikolojisini yatıştırıcı değil, tahrik edici olmuştur.
Zamlarla ve hayat pahalılığı ile yaşadığımız süreç fıkıhta “ihtikâr” dediğimiz ve münker olarak bilinen karaborsa ve stokçuluk tartışmalarını da tetiklenmektedir. Bu münker tutumlar küresel istikbarın çıkar hesapları ve mahalli yönetimin yanlışları yanında, halkın arasından da bazı kişi ve menfaat gruplarının münkeri olabiliyor. Bu nedenle Rabbimiz hepimizi uyarıyor:
“Yalnızca aranızdaki haksızlık edenlerin başlarına gelmekle sınırlı kalmayacak fitneye karşı takva sahibi olun. Unutmayın ki Allah'ın azabı çok çetindir.”[2] Bu çerçevede Acluni’ye dayanan bir hadis rivayetine veya kelam-ı kibar’a göre “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.”[3] sözü de oldukça önemlidir.
Zamlar ve hayat pahalılığı ile ilgili sürecimize tekabül eden en önemli tarihi kesit Şuayb (a)’ın kıssasıdır: “Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: Ey halkım! Allah'a kul olun; sizin başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden bir belge geldi. Artık ölçeği ve tartıyı tam yapın. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin. Düzene konulan yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. İnanıp güvenen kimseler iseniz sizin için hayırlı olan budur.”[4]
Şuara ve Âraf Sûrelerinde Şuayb (a)’ın, kavmini Allah’tan başka tanrı olmadığına inanmaya, kendisinin Resullüğünü benimseyip sadece Allah’a kulluk etmeye[5]; yine Â’raf, Hûd ve Şuara Sûrelerinde ölçü ve tartıyı doğru yapmaya, insanlar arasında adaleti gözetmeye, haksızlık etmemeye, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmamaya davet ettiği[6]; bu ilahi uyarıları dikkate almadıkları takdirde Nûh, Hûd, Sâlih ve Lût kavimlerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelebileceği haber verilir. Bazı ilk dönem tefsirlerinde Şuayb (a)’ın Allah’ın emirlerini kavmine tebliğindeki tatlı üslûbu ve güzel anlatımından dolayı “hatîbü’l-enbiyâ” diye nitelendirildiği ifade edilir.[7]
Medyen kavminin Şuayb (a)’ın yaptığı uyarıları dikkate almaması yüzünden şiddetli bir deprem[8], Hûd Sûresinde şiddetli bir ses[9] ve “gölge günü” azabı[10] ile yok edildiği -ki bunlar birbirini takip eden süreçlerdir-, bu cezadan sadece Şuayb (a)’a inananların kurtulduğu bildirilir. Yaşadıkları münkeri cinsel ahlak alanında da sergileyen Lut kavmi de ileri gelenleri ve tebaası ile birlikte helak edilmişlerdi.
Şuayb (a), ilgili ayeti kerime ile içinde yaşadığı kavmini Allah’ı birleyerek ona kul olmaya, ondan gelen “belgelere” (beyyinata) yani bilinci uyarıcı bir burhana, kanıt ve delillere göre ölçüyü ve tartıyı tam yani adaletli yapmaya; yeryüzünde bozgunculuk çıkartmamaya davet etmiştir.
Toplum içinde yöneticilerden ve halktan ölçüyü ve tartıyı tam yapmama ve yeryüzünde bozgunculuk çıkartma hali ise, Muhammed (a)’ın Sünnetinden aktarılan hadislere göre bir “ihtikâr” halidir.
Allah Resûlü (s), Müslim’in rivayet ettiğine göre “Her kim ihtikâr yaparsa, o günahkârdır.”[11] ifadeleriyle, “muhtekir”in günah ve isyan içinde bulunduğuna dikkat çekmiştir. Yani muhtekir, ihtikâr yapandır. Lisanü’l Arab lugatına[12] ve el-Cürcânî’nin, Ta’rifât’ına göre ihtikâr “el-Hakru” kelimesinden türemiştir ve ekonomik olarak yiyecek maddelerini piyasadan toplayarak fiyatların yükselmesi ümidiyle bir yerde stoklamak anlamına gelmektedir. İhtikâr, fiyatlarının artması maksadıyla çarşı ve pazardan mal toplayarak bir yerde depolama şeklinde de tarif edilmiştir. Müslim’in Sahih’ini bizlere aktaran İmam Nevevî, lügat âlimlerinin de ifadesiyle hadiste geçen “Hatiyun” lafzının isyan ve günah manasına geldiğini ifade ettikten sonra, bu ifadenin açık bir şekilde ihtikârın haramlığına delâlet ettiğini belirtmiştir.[13] Ayrıca Müslim’den, Ebu Davut’tan ve Tırmizî’den gelen rivayette Allah’ın Elçisi (s) “Karaborsacılığı ancak günahkâr kimse yapar.”[14] buyurmuştur.
Ahmed b. Hanbel’in şu rivayetinde ise karaborsacının kötü niyetine de yer verilmiştir: “Kim ihtikâr yapar ve bununla Müslümanlar için fiyatların artmasını murad ederse, şüphesiz o günahkârdır.”[15] İhtikârın nasıl büyük bir günah olduğu ise Beyhakî’nin bildirdiğine göre, Allah Resûlü tarafından şu çarpıcı ifadelerle dile getirilmiştir: “İhtikâr yapan kimse daha sonra kârıyla birlikte bütün malını infak etse bile, bu onun günahına kefaret olmaz.”[16] Dolayısıyla “ihtikâr” yapan kimsenin sadakasının, faiz kazancının ve diğer haram paraların infakı gibi kabul olmayacağı üzerinde de durulmuştur.
Şuayb Aleyhisselam kıssası bize tevhid ekseni olsun, şirk ekseni olsun, din seçimi ya da dünya görüşü seçimi ile, iktisadi hayat arasında ilişki olduğunu göstermektedir. Bu nedenle de müşrik olsun, dehri olsun, teist veya ateist olsun vahyi ölçülere karşı olanlar veya vahyi uyarıları kulaklarının arkasına atanlar, İslamî ve fıtrî ahlakı ve hayat tarzını baskı altına alarak iktisadi sömürü ve hilelerini daha rahat devam ettirmek istemektedirler. Bugün için bu hal kapitalist sermayenin ahlakı olarak temayüz etmektedir. Ekonomik liberalizmin, fiyatın serbest piyasada arz ve talebin buluşmasıyla oluşacağına dair ekonominin genel kurallarına dayanan tezinin, bu tanımın içine helal ve haram malları ve kaideleri katmadan oluşturulduğu gerçeğini unutmamız gerekir.
Bu kıssada yapılan uyarılar karşısında dikkat çeken, Şuayb (a)’ı ve ona iman edenleri yerlerinden süreceğini söyleyen, halkın büyüklük taslayan ileri gelenleridir. Bu hal Â’raf Sûresi’nde şöyle bildirilmektedir: “Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri (meleler), ‘Şuayb, ya seni ve seninle beraber iman edenleri kentimizden süreceğiz ya da dinimize geri dönersin!’ dediler. O da şöyle dedi: Biz istemesek de mi?”[17] Ama batıl inançları savunan ve yolsuzluğa kalkışan halkın büyüklük taslayan melelerin uyarıldığı gibi, bu yolsuzluklara uyan halktan suistimale yatkın insanlar da yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimeye göre uyarılmıştır: “… Size Rabbinizden bir belge (beyyinat) geldi. Artık ölçeği ve tartıyı tam yapın. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin. Düzene konulan yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” Dolayısıyla ölçü ve tartıda yapılan hileler yanında, malın değerinden aşağıya düşürülmesi de eleştirilmektedir.
Şuayb (a)’ın uyarısının muhatabı ileri gelen mele-mütref takımı yanında; bu tür aykırılıklara kendini kaptıran bazı insanlar ve zümreler de uyarılmaya ve ıslaha davet edilmektedir. Bu konumu Rabbimizin Â’raf Sûresi’ndeki haberinden anlıyoruz: “Şuayb: “İçinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyin! O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”[18]Ahmed b. Hanbel’in aktardığı hadiste de “ihtikar yaparak Müslümanların içinde malın fiyatlanmasını amaçlayan” kişilerden bahsedilmektedir. Yani sadece halk içinde müstekbirler değil, onlar gibi nefsi emaresine teslim olan kullar da uyarılmaktadır. Bu zaaf ve haram olan aykırılıklar insanlık tarihi içinde de hep olmuştur.
Dolayısıyla bizler de 2020 yılında başlayan iki yıllık pandemi süreci ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile dış piyasalarda başlayan büyük ekonomik dalgalanmalar nedeniyle ekonomik sıkıntılar yaşıyoruz. Küresel istikrarsızlık ulusal sistemleri sıkıştırıyor. Ancak Türkiye’de dış kaynaklı sıkıntılar yanında kazanılan mevcut imkanları tutarlı ve adaletli bir şekilde kullanamamaktan veya kullanmamaktan doğan hatalar, aykırılıklar ya da yanlışlar da söz konusu olmaktadır.
Öncelikle mevcut yönetimlerin, spekülatif olmayan serbest arz ve talep buluşması için üretilen malların tevziatında tutarlı bir akış ve güvenlik-eminlik alanı oluşturmaları gerekiyor. Tevziatta adalet ve güvenlik sağlayamayan yönetim politikaları bir sonuç olarak beliren “zorunlu” veya “spekülatif” zamlar konusunu yasaklar getirerek veya ceza keserek önlemeye çalışması, sebeplerle değil sonuçlarla oyalanmak anlamına gelir. Bugün döviz dalgalanması, enerji darboğazı ve küresel istikrarsızlık yanında; iç piyasalarda ölçülü bir tevziat sisteminin kurulamamasından ve Lira’nın değerinin korunamamasından kaynaklanan fiyat artışları; ya da malların piyasaya arzında dengesizlikler veya ölçüsüzlükler yaşanmaktadır. Pazardaki veya piyasadaki bu denge bozukluğundan esnafın da, tüketicilerin de mağduriyeti söz konusu olmaktadır.
Aynı zamanda hayvancılık dahil bir tarım ülkesi olan Türkiye, Konya coğrafyası kadar bir arazisi olan Hollanda’ya nispetle, birçok tarım ürününde miktar ve verimlilik olarak bu ülkeden geridedir. Türkiye’deki yöneticilerin yanlışlarını veya beceriksizliğini bahane ederek ve piyasadaki kaos ortamını fırsat bilerek tüketicinin mağdur olmasına neden olan “bazı” tüccarların, esnafın ve çifçinin ihtikâr/stokçuluk ve diğer spekülatif münkerlere tevessül ettikleri zaman zaman gündeme gelmektedir. Yöneticilerin yanlışları ile oluşan kaos ortamından yararlanarak münker yollara sapan “bazı” üretici, imalatçı veya tüccarların, karaborsa ortamının oluşmasına veya hayat pahalılığının daha da azgınlaşmasına neden olduğu sürekli tartışılıyor.
İhtikâr, Şâfiî fıkıh kaynaklarında, “dayanıklı temel yiyecek maddelerinin vb.nin piyasanın yükselmeye başladığı bir sırada satın alınıp fiyatlar iyice arttığında satmak için istiflenmesi” şeklinde tarif edilir. Hanefî fıkıh kaynaklarında ise ihtikâr, “gıda maddesinin şehirden veya küçük yerleşim merkezlerinin yakın çevresinden satın alınıp bekletilmesi ve böylece bölge halkına zarar verilmesi” ya da “temel yiyecek maddelerinin şehrin piyasasından veya onu besleyen bölgelerden satın alınıp pahalılaşıncaya kadar stoklanması” olarak tarif edilir.[19]
Tevbe Sûresi’nde altın ve gümüşü yığıp/depolayıp Allah yolunda harcamama olayına da “kenz”[20] denilmekte ve bu spekülatif münker işi yapanlar azap ile uyarılmaktadırlar.
Fıkıhta “ihtikâr”ın haram mı yoksa mekruh mu olduğu, Yûsuf kıssasındaki ihtiyatî stoklama örneği[21] nedeniyle tartışılmıştır. Tarım toplumunda veya ekonomisinde mal depolamanın ihtikâr sayılması için asgari bir sürenin bolluk döneminde 40, yokluk döneminde 30 gün olabileceği üzerinde durulmuştur. Günümüz ekonomik koşullarında stoklamada ihtiyat veya zorunluluk sürecinin ne olacağı ise değişen şartlara ve zamana göre istinbat edilmelidir. Yine fıkıhta ihtikâr yasağı ile ilgili hadislerin yiyeceklerle ilgili olduğu üzerinde durulmuştur. İmam Malik’in Muvatta’da aktardığına göre Ömer (r) da Ali (r) da, ihtikârla mücadelede gıda maddeleri üzerinde özellikle durmuşlardır.[22]
Resul-u Ekrem (s)’in Medine’de 8. Hicri yılda yaşanan gıda maddeleri sıkıntısı sebebiyle aşırı artan fiyatları sınırlama yönündeki talebi, satıcılara haksızlık olacağı için geri çevirdiğine dair haberler vardır.[23] Allah Elçisi, arzın talebi karşılamadığı özel ortamda serbest rekabet sonucu teşekkül eden fiyatlara müdahaleyi isabetli görmeyerek narhtan kaçınmıştır. (Narh, kamu yararı gereği, temel ihtiyacı karşılayan mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarına, onları oluşturan etkenlere dokunulmadan doğrudan müdahale edilerek belirli sınırları aşmanın önlenmesi amacıyla resmi tavan fiyat belirlenmesine denir.) Ancak kaynaklarda Muhammed (a)’ın pazar/piyasa denetimini ve müdahalesini de bütünüyle yasaklamadığına işaretler bulunmaktadır.[24]
Belli metâın sadece imtiyazlı bir gruba devredilmesi ve onlar tarafından yüksek bedelle satılması, örgütlü oluşumların (güncel tabiriyle oligopol, kartel ve tröst) fiyatları aşırı artırması veya alıcı kartellerin alış fiyatlarını çok düşürmesi halinde narhın vacip olduğu üzerinde de durulmuştur. Çünkü bu hal, Rabbimizin belirttiği “İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık hususunda yardımlaşmayın”[25] hitabının çerçevesi içine girdiği şeklinde değerlendirilmiştir.
“Emr-i bi’l-maruf ve neh-i ani’l-münker”[26] yükümlülüğüne duyulan genel ahlak ve kamu düzenini koruma faaliyeti veya bununla görevli kuruma İslam fıkhında “hisbe” denilmiştir. Katib Çelebi hassas ilimlerden olan hisbe faaliyetlerini Keşfü’z-zunun’da hadariliğin (medeniyetin) temel unsurlarından saymıştır. Hisbe faaliyetini yapan “muhtesib”in Müslüman olması ve fıkıh ilmini bilmesi şartına bağlıdır. Resul-u Ekrem ve İmam Ömer bin Hattab, bu özelliklere sahip olanlar arasında kadınları da görevlendirmiştir. Hatta seçtiği beş kişilik hisbe birimi arasında 3 erkek 3 kadın muhtesip bulunduğu ile ilgili rivayetler vardır.[27] Günümüzde sanayi ve endüstri süreçlerinin belirlediği ulusal pazarlarda emtia ve ürünlerin fiyatlarının ortaya çıkmasında spekülatif olmayan arz ve talep buluşmasını ne olduğu; hisbe ve narh mekanizmasının nasıl işleyebileceği gibi hususların çağın şartlarında içtihadların yenilenerek nasıl belirleneceğiyle ilgili çözüm formunu oluşturmak tüm musihunun üzerinde olan farz-ı ayın bir sorumluluk olmalıdır.
Ayrıca Rabbimiz Haşr Sûresi’nde, kendi yolunda ya da ümmet maslahatı doğrultusunda kullanılmayıp tek elde toplanan sermaye temerküzünü, ganimetlerin zenginlerin arasında dolaşıp servet haline gelmesini istememiştir.[28] İhtikâr devlet tarafından olsun özel sektör tarafından yapılsın büyük ölçüde kapitalist sermaye temerküzü amacıyla yapılmaktadır.
Rabbimiz Nahl Sûresi’nde “Kiminizi kiminizden üstün kıldık” diye belirtiyor. Ama nimetlerin dağıtımı konusunda adaletli olmamıza da şu beyanı ile işarette bulunuyor: “Üstün kılınanlar, hakimiyeti altındakilere kendi rızıklarından vermezler. Ama rızıkta bunlar da onlarla eşit hakka sahiptirler.”[29] Çünkü Fussilet Sûresinde açıklandığı gibi “Yerde ve dağlarda bereketler yaratan Allah, orada isteyip arayanlar için eşit ya da dengeli (sevâen) olmak üzere rızıklar takdir etmiştir.”[30] Önemli olan isteyip arayanların rızıklardan adalet içinde eşit ya da dengeli olarak yararlanma imkânını bulması veya bu imkânın oluşturulmasıdır.
Rabbimiz müminleri, adalet yapmak isteyenleri ve tüm maddi imkânları sınırlı olanları küresel sermayenin zulümlerinden, mevcut yönetimin yol açtığı haksızlıklardan ve icraattaki beceriksizliğin mağduriyetlerinden, mühtekirlerin karaborsacılığından ve ihtikâra meyletmekten korusun.
Rabbimiz bizleri infak için mal ve servet konusunda “ihtiyaç fazlasını af etme”[31] bilincinin salihlerinden eylesin. Rabbimiz Talut’un askerlerinin nehirden geçerken sadece bir avuç içme meselinde[32] olduğu gibi ihtiyaç algımızı da adaletle ve içtihad şûrasıyla istinbat edebilecek bir ulu’l-emr meclisine ümmetçe ulaşmamızı, en azından yaşadığımız coğrafyadaki muslihun ile ulaşmamızı nasip eylesin.
[1] Yusuf, 12-47-48.
[2] Erfal, 8/25.
[3] Acluni, Keşfu'l-hafa, I / 146; II / 127.
[4] Â’raf, 7/85.
[5] Şuara, 26/176-179; Â’raf, /85.
[6] Â’raf, 7/85-86, 90; Hud, 11/84-86; Şuara, 26/181-183.
[7] Taberî, Târîḫ, I, 327; İbn Ebû Hâtim, VIII, 2814; Kurtubî, VII, 248.
[8] Â’raf, 7/91; Ankebut, 29/37.
[9] Hud, 11/94.
[10] Şuara, 26/189.
[11] Müslim, Müsâkât 129.
[12] İbn Manzûr, Lisanü’l Arab, Beyrut, IV, 208.
[13] İmam Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahihi Müslim.
[14] Müslim, Müsâkât 130; Ebû Dâvud, Büyû’ 47; Tirmizî, Büyu’ 40.
[15] İbn Heanbel, el-Müsned, XIV, 265.
[16] Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 1410, VI, 103.
[17] Â’raf, 7/88.
[18] Â’raf, 7/87.
[19] Cengiz Kallek. TDV İslâm Ansiklopedisi “İhtikâr”, 2000, İstanbul, C. XXI, s. 560-565
[20] Tövbe, 9/34.
[21] Yûsuf, 12/47-49, 55.
[22] İmam Malik, el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 56.
[23] İbn Mace, Ticaret, 27; Ebu Davut, Büyû, 49; Tırmiz”i, Buyû, 79.
[24] Cengiz Kallek, “Narh”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2006, C. 32.
[25] Maide, 5/2.
[26] Âl-i İmrân, 3/104, 110, 114; Tevbe, 9/71, 112; Hacc, 22/41
[27] Cengiz Kallek, “Hisbe”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, Cb 18.
[28] Haşr, 59/7.
[29] Nahl, 16/71.
[30] Fussilet, 41/10.
[31] Bakara, 2/219.
[32] Bakara, 2/249.