Zamanı hicrete göre tanzim eden bir ümmet...

Yaşar Değirmenci, hicri yılbaşında hicretin Müslümanların tarihindeki inşa edici vasfına dikkat çekiyor.

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Hicret ve zamanı Müslümanca tanzim -1 

Bizden öncekilerin yaşamadığı en dehşet gurbeti, modern zamanların insanları yaşadı. Bu nankör ve kör zamanlarda tüm insanlık insanlığından sürülüp çıkarıldı. Tüm insanlık, insanlığının garibi oldu. Yani insan insanlığından “göç” etti. Tabi, bu bir hicret değildi ki teselli olalım. İnsanın insanlığından edilmesini nasıl “hicret” diye adlandırabilirdik? Bu tam anlamıyla bir sürgündü ve biz hepimiz kendimizin uzağına düşürüldük. Şimdi bir hicret seferberliği olmalı. Önce, Kur’an-ı Kerim’in “Aranızda hayra çağıran, iyi doğru ve güzeli emredip kötü, yanlış ve çirkinden sakındıran bir topluluk bulunsun” dediği o topluluk kendine hicret etmeli. Hiç merak ettiniz mi, hicri takvim kimin zamanında nasıl başladı, muharrem ayı nasıl birinci ay olarak tespit edildi?..

Eğer bu yazıyı okuma sabrını gösterirseniz hicri takvimin başlatılışını hayalinizde canlandırmakta zorluk çekmeyeceksiniz. Olayı vakıaya uygun olarak şöyle canlandıralım isterseniz. Güneş yakıcı sıcaklarını Medine sokaklarında olanca etkisiyle hissettirirken adresi belli evlere haber verme görevini tamamlayan Abdullah, dönüp meşveret binasının kapısında tekrar beklemeye başladı. Çok geçmedi haber verdiği evlerden çıkan zatlar da tek tek yolda görünür oldular. İşte ashabın ileri gelenlerinden Saad bin ebi Vakkas. İşte Talha. Şu gelen de İmam-ı Ali olsa gerek. Yolda görünenler vakit kaybetmeden aceleci adımlarla meşveret binasına giriyorlardı. Uzaktan biri daha göründü. Bu, Halife Hazreti Ömer’in ta kendisiydi. Meşveret meclisini de o davet etmişti zaten. Nitekim içeriye girer girmez vakit kaybetmeden, Allah’a hamd, Resulüne de salat-ü selamdan sonra konuya girdi: “Devlet işlerine tarih koymakta zorluk çekmekteyim. Gönderilen evraklarda kimi Resulullah’ın hicretinden önce diyor, kimi de sonra diye tarih koyuyor. Böylece bir tarih tespitine ihtiyaç ortaya çıkıyor. Artık kendi tarihimizi başlatma zamanı gelmiştir. Bir mühim olayı tarih başlangıcı olarak tespit ve ilan etmeliyiz. Karışıklık son bulmalıdır. İşte bunun için davet ettim sizleri.” Mecliste hazır bulunanların hepsi de böyle bir tarih tespitine gerek görüyorlar, ancak hangi olayı tarih başlangıcı olarak kabul edeceklerini pek kestiremiyorlardı. Zira Peygamber Efendimizin hayatının her ayı, her günü bir tarih başlangıcı olacak kadar mühim olaylarla doluydu. Nitekim Saad bin ebi Vakkas kendisini çok meşgul eden olaya ait teklifini yaptı:  

-Ey müminlerin emiri, dedi, ben Resul-ü Ekrem Hazretleri’nin vefatını tarih başlangıcı olarak teklif ediyorum. Bu, çok büyük bir olay! -Peki, sen ne dersin ya Talha? Saad’ın teklifini duydun, uygun buluyor musun? -Ben böyle üzüntülü bir günü tarih başlangıcı yapmayı uygun bulmuyorum. Bunun tam aksine Resulü Ekrem’in doğumunu tarih başlangıcı olarak teklif ediyorum. -Peki, ya Ali! Sen ne dersin? Bir de seni dinleyelim. Teklifleri duydun.  

-Ben bu iki mühim olayın ikisinden de mühim üçüncü bir olayı teklif etmek istiyorum.  

-Neymiş Resulullah’ın doğumundan da ölümünden de mühim olan olay? -Hicret!.. Müslümanların İslam’ı yaşamak ve yaymak için her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye hicretleri. İlk Müslümanların imanı uğruna mallarını, mülklerini, hatta aile efratlarıyla birlikte bütün akraba ve yakınlarını dahi bırakarak, bir torba içine koydukları bir avuç hurma ve bir parça kuru ekmekle yola çıkmayı göze alışları, tarih boyunca unutulmayacak çapta bir fedakârlık örneğidir. Ben hicreti, tarih başlangıcı olmaya layık bir hadise olarak görüyorum. 

-Müslümanların Medine’ye hicretlerinin, İslam tarihinin başlangıcı olması uygun mu? 

-Ben Ali’nin bu teklifini yerinde buluyorum. Ben de. Ben de. Böylece Hz. Ali’nin teklifiyle Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicret ettiği sene İslam tarihinin ilk senesi, ilk hicret kafilesinin yola çıktığı öteden beri mübarek bilinen Muharrem ayı da birinci ay oldu. Hicretten (17) yıl sonra Halife Hazreti Ömer’in başkanlığında toplanan meşveret meclisinin aldığı bu kararı kapıda bekleyen Abdullah, Medine sokaklarında halka şöyle ilan etti: -Ey Müslümanlar! Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicret ettiği sene, birinci sene ve ilk hicret kafilesinin hareket ettiği hep mübarek bilinen muharrem ayı da birinci ay olmuştur. 17. hicri yılınız mübarek olsun!.. Peygamberimizin hicret yapacağı akşam Hz. Ali’nin Resulullah’ın yatağına girmesi üzerinde de durmak gerekiyor. Bu iman ve sadakat bize çok şey söylüyor. Bu muhabbetin, hürmetin ve fedakârlığın en hakikatli ifadesi, canını canana feda örneğidir. Müşrikler Efendimizin evini basıyorlar. Yorganı kaldırdıklarında orda yatanın Hz. Ali olduğunu fark ediyorlar.

Hicret sırasında Peygamberimizin bir başka önemli uygulaması şudur: Efendimiz bir müşrik olan Abdullah bin Uraykıt’ı kendisine kılavuz seçiyor. Niçin? Çünkü ayette “Emaneti ehline veriniz!” buyuruluyor. Resulullah’ın stratejistliğine işaret olarak sadece Uhud’a dikkat çekiyoruz, okçuları yerleştirdiği yerin seçimindeki isabeti anlatarak. Hâlbuki Efendimiz, yaşayışında aynı hassasiyete sahiptir. Hicret de bu anlamda bize çok ipucu veriyor. Efendimiz ise zaten her zaman emaneti ehline vermiştir. Abdullah bin Uraykıt, yıldızlara bakarak yolu tayin edebilecek kadar yol rehberliği anlamında ehil birisiydi. Efendimiz onun müşrikliğine bakmadan ehil oluşunu esas almıştır. Hicret’ten alacağımız derslerden birisi de budur. Hicret günümüzde çoğunlukla “mekân/yer değişikliği” olarak bilinmesine karşılık, Kur’an- Kerim “hicret”i daha geniş manada kullanmış ve müminler için olmazsa-olmaz şartlar arasında saymıştır. Hicret, sözlüklerde “terk etmek, ayrılmak, ilgi kesmek” anlamlarına gelen bir terimdir. Kur’an’da ise, sözlük anlamı esas olmakla birlikte bazı kimselerden, bazı hususlardan farklı veya uzak olmak ve bu farklılığı veya uzaklığı sürdürmek için bilinçli bir şekilde tavır ve tutum sergilemektir. Hicret, bir başka ifade ile yanlış inanç ve davranışlardan, yanlış inanç ve davranışların sahiplerinden ve bütün bunların hâkim olduğu ortamdan bilinçli bir şekilde uzak duruştur. Bu manasıyla her mümin hicret edendir; yani muhacir olandır. Zira mümin olabilmek ancak hicret etmekle mümkün olabilmektedir. Çünkü bir kişi, ancak, daha önce değişik sebeplerle mensubu olduğu yanlış inanç ve ortamları terk ederek mümin olabilir. Yanlış inanç ve davranışlardan, mensuplarından, ortamlardan uzak olan durumuna devamlılık kazandırarak müminliğini devam ettirebilir. 1445. yılımız mübarek olsun. (Devam edeceğim inşallah.) 

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?