Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan son dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tutumunu değerlendirerek, "bir zamanlar Tayyip Bey de hayata benim gibi bakıyordu. Dengeli, ölçülü, kanaatkâr… Fakat bildiğiniz gibi güç insanı değiştiriyor, ruhunu alıyor. İnançlı olmak da insanı kurtarmıyor. Çünkü inanç bir enstantane anı. Müslümanlıkta final anındaki performans önemlidir. O final anı için hep doğru yaşamak zorundasındır. Ama güç insana yaptığını hoş gösterir. Tayyip Bey’in yaşadığı da budur" dedi.
Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan Alkan, "laikliğin Türkiye için mutlaka uygulanması gerektiğine inananlardanım. Yani ben laiklikten yanayım çünkü Cenabı Hak da öyle isterdi. Dini bir referansla açıkladım ama gerekiyordu. Eğer Allah isteseydi hepimizi tek bir millet tek bir ümmet yapardı" ifadelerini kullandı.
Ezgi Başaran'ın Radikal gazetesinde Ahmet Turan Alkan'la gerçekleştirdiği (18 Kasım 2013) söyleşinin ilgili kısımları şöyle:
Röportaj: Ezgi Başaran / Radikal
NEDEN
Ahmet Turan Alkan için ‘tarafsız bölge’ diyebilirim. İdeolojilerden bağımsız, herkesin saygı duyduğu, kalem kuvvetine şapka çıkarttığı biridir çünkü. Yıllarca kamu yönetimi ve siyaset bilimi dersleri verdi, öğretim üyeliği yaptı. Hocalıktan emekli oldu ama 70’lerde başladığı yazarlığa aynen, Zaman gazetesinde devam ediyor. Alkan, bir süredir hükümeti eleştiren yazılarına gelen tepki ve baskılardan ince ince şikâyet ediyordu köşesinde. Hatta ‘Hava Puslu, Suskun, Gergin ve Ağır’ başlıklı yazısında askeri vesayetin olduğu günlerde bile daha rahat olduğunu söylemişti. Alkan’la ülkedeki gerginliğin nedenini ve sonucunu konuştuk.
29 Ekim için Radikal’e yazdığınız yazıda halkın Cumhuriyet’i sorgusuz sualsiz benimsediğinden söz ediyorsunuz. Nasıl oldu bu?
Cumhuriyet ilan edildiğinde halkın menfi ya da müspet bir tepkisi olmuyor. Ondan önce TBMM hükümeti kurulduğu zaman çok daha büyük bir olaydı. İstanbul’u devre dışı bırakan bir hamle yapılmıştı ama yine ciddi bir halk tepkisi ortaya çıkmadı. Çünkü Mustafa Kemal Paşa çok politik bir adamdı, siyasi dehası askeri dehasının çok önündeydi. Mesela o vakitler orduda ondan daha iyi kurmaylar da vardı ama o kurmayları da yönetebilecek yegâne adam Mustafa Kemal Paşa’ydı. Halkın büyük değişimlere büyük tepkiler vermemesi onun siyasi dehasındandır. Çünkü çıkıp “Meclis hükümeti modeline geçeceğim, İstanbul’u baypas edeceğim, kendi kanunlarımı çıkaracağım, kendi vergimi toplayacağım” demiş olsaydı, Anadolu’da fazla ömrü olmazdı. Onun yerine mahalli unsurlarla, güç odaklarıyla ittifak yaptı, onları okşayacak sözler söyledi. İnsaf yani, hutbe bile verdi. Bunlar oldu mu halk yönetimle daha fazla ilgilenmez zaten.
Nasıl yani?
Halk bugün de liberal demokrasi mi muhafazakâr demokrasi mi pek aldırış etmez. İlk planda çok oportünist düşünür. Ait olduğu refah dilimidir önemli olan. O dilimden terfi etme ümidi rejime bağlılığı arttırırken, elindekini kaybetme ihtimali ise azaltır. Mesela kimse darbe olmasın diye sokaklara çıkıp tankların önüne yatmaz ama pahalılık için yatar.
Cumhuriyet elden gidiyor diye yatmazlar mı?
Onu laikçiler yapıyor, evet. Bu bakımdan onlarınki daha anlaşılır bir şey.
Atatürk’te sözünü ettiğiniz siyasi dehanın bir benzeri geldi mi memlekete?
Hayır. Sağın çıkardığı liderler ilerlemeci programlarıyla göz doldururlar. Halbuki Atatürk’ün siyasi dehası çok başkadır. Aslında oturup bunları uzun uzun konuşmak lazım. Onun yerine ‘Olmasaydı Olmazdık’ ya da ‘Olmasaydı da Olurduk’ gibi abuk subuk, çocukça şeyler konuşuyoruz. Konu bu değil ki… 21. yüzyıldan rol çalmış, Türkiye’nin sadece yönünü değil, dümenini de değiştirmiş bir siyaset adamından söz ediyoruz.
Bu sene Anıtkabir’e giden ziyaretçi sayısındaki rekor düzey size ne anlatıyor?
Hükümetin izlediği gerginlik politikasının bir sonucu olduğunu. Atatürk bugün sosyal muhalefetin yegane ifade biçimi oldu. Çünkü CHP yetersiz, MHP yetersiz, diğer sol partiler yetersiz. Ve hükümet de çok güçlü. Gücü azalacağa da benzemiyor. Çaresiz insanlar, ne yapacaklar? Bir evliyaya, bir yatıra sığınır gibi Atatürk’e sığınıyorlar. Bu seneki rakam gösteriyor ki, bu sığınan insanlar sadece ulusalcılar değil. Bütün siyasal muhalefet oradaydı.
Ulusalcı olmayanlar Atatürk simgesinde nasıl buluştu?
İşte bu Tayyip Bey’in başarısı. İnsanları öfkelendiriyor. Kedi köşeye sıkışmış, ona bir kaçma koridoru dahi vermiyor. Ve bunu bilerek yapıyor, halktan puan topladığına inanıyor. Bir kamyon düşünün. Onu rampada itiyor, zirveye doğru yaklaştıkça daha çok enerji harcamak zorunda. İtme eforunu arttırıyor, şu anda yaptığı budur Başbakan’ın. Çünkü, mesela yüzde 49’u bile bir mağlubiyet olarak görüyor. Bu, çok tehlikeli bir şey. Hiç gerek yok ki buna. Türkiye’de yüzde 36’yla da tek başına iktidar olabilirsiniz. Ama yok, Başbakan gerginlik üstüne siyaset inşa ediyor. AK Parti tabanı Gezi’den korktu mesela.
Nasıl bir korku?
Bunlar yarın bir gün iktidar olursa bize nefes aldırmazlar korkusu. AK Partili siyasetçiler de bu korku üzerine oynadılar. Herkesin anlayacağı, en kaba dile tercüme ederek tekrar tekrar dile getirdiler.
Biraz önce zirveye itilen bir kamyon metaforu kullandınız. Başbakan’a göre bundan sonraki zirve nedir, o zirvede neler var?
Zirvede bize çok komik görünebilecek şeyler var. Mesela sen bugün dışarı çıkarken pardösünü kendin giydin, kimse tutmadı değil mi… İşte o zirvede pardösüyü hep birilerinin tutması var. Karikatürize ediyorum ama bu güç bağımlılığıdır. Şu anda elinde bulundurduğu güç Tayyip Bey’e yetmiyor.
Bu güç bağımlılığının dönüm noktası nedir sizce?
Bir zamanlar Tayyip Bey de hayata benim gibi bakıyordu. Dengeli, ölçülü, kanaatkâr… Fakat bildiğiniz gibi güç insanı değiştiriyor, ruhunu alıyor. İnançlı olmak da insanı kurtarmıyor. Çünkü inanç bir enstantane anı. Müslümanlıkta final anındaki performans önemlidir. O final anı için hep doğru yaşamak zorundasındır. Ama güç insana yaptığını hoş gösterir. Tayyip Bey’in yaşadığı da budur. Diyelim ki bir aşırılık yapıyor, etrafındakiler “Çok güzel oldu efendim” diyorlar. Halbuki nefsi onu uyarıyor fakat o sonunda gücün söylediğine inanıyor. Böyle bir kayma söz konusu. Yoksa onunla hayat görüşlerimiz ve dini telakkilerimiz aynı. Yolumuz farklı. Gücün zehirleyici etkilerini toprağa vermek için büyük karakter olmak, her gün yeniden doğmak gerekiyor. Müslümanlık buna çok yardımcı olabilir ama demek ki bazı güç zehirlenmelerinin çaresi olmayabiliyor. Zaten insanlar bununla imtihan ediliyor. Tayyip Bey referandumda aldığı oy ile her şeyi aşabileceğini, vesayete galebe çalabileceğini gördü ve içindeki muktedir ortaya çıktı.
Askeri vesayete galebe çaldı mı, bu dert bitti mi?
Kısmen, tam değil. Başka bir iktidar gelse askerden pekâlâ başka bir tavır görebiliriz. Gücü yetmesine rağmen AK Parti sistemi kökten değiştirmiyor, belki risk hesabı yapıyor belki de zamanı gelince o sistemi ben de kullanırım diye düşünüyor. Bu mantığı şike meselesinde açıkça gördük. Kanunu Türkiye’de bir daha şike yapmanın imkânsız olacağı şekilde değiştirebilirdi ama burada gürül gürül bir elektrik ırmağı akıyor, biz de bundan istifade edelim dediler. Yasayı sulandırdılar. Futbol Federasyonu’na bak. Son derece gayri ciddi bir vaziyetteler. Milli Takım’ın teknik direktörüne kadar karışan Başbakan, federasyona dokunmuyor çünkü bu yapı işine yarıyor. Sayıştay’da da aynı şey yaşanıyor. Bir noktaya kadar Sayıştay’ın yetkisiz olmasından şikâyet ediyor fakat Sayıştay’ın statüsünü değiştirme gücünü elde ettiğinde, Sayıştay’ın her şeyi denetlemesine gerek olmadığına karar veriyorsunuz. Olay budur. İşte tüm bunları ben gücün bozuculuğu ile izah ediyorum.
Bu durumda ileri demokrasi sözü sizde nasıl bir etki yaratıyor?
Demokrasi adına önemli adımlar da atıldı, yol kat edildi ama ileri demokrasi diye bir şeyin yakınında değiliz. Çok büyük bir demokratik gelişme olmadı, zaten en son çıkan demokratikleşme paketine bakmak yeterli. AK Parti çok daha fazlasını yapabilirdi ama yapmıyor. Bu işi bayram sabahı harçlık vermek gibi görüyor çünkü. Çocuğa 5 bin lira verilir mi, 10 lira kâfidir.
Kızlı-erkekli kalınan evlerin denetlenmesi konusuna ne diyorsunuz?
Anayasaya aykırı. Aykırı olmasa da çok otoriter ve totaliter bir yaklaşım. Kızlarla erkeklerin aynı evde kalmasını tasvip etmeyebilirsiniz, ben de etmem ama bunun düzenlemesini yapamazsınız. Yapamayacağını o da biliyor ama üstüne gidiyor. Çünkü seçimler yaklaşıyor. Oy rezervini her zaman canlı tutması lazım.
Bir kısım vatandaşını gözden çıkarmak pahasına mı?
Evet öyle. Ben balkon konuşmasındaki adamı çok sevmiştim ama maalesef uzun ömürlü olmadı. Bir kısım vatandaşını irrite ediyor çünkü etmese diğerlerinden istediği oyu alamaz. O yüzer gezer oyları bu tür çıkışlarla toplamayı planlıyor. Onlara aslında şöyle diyor: Ya benimsin ya da kara toprağın. Ya ona oy vereceksin ya da yok hükmündesin. Önümüzdeki seçimleri atlatana kadar bu gerilim devam edecek.
Yasal ve sosyal meselelerin, düzenlemelerin daha sık İslami referanslarla gündeme getirilmesi de aynı sebeple herhalde?
Öyle tabii. Tüm dindarlar adına konuşamam ama ben bir köprünün açılışını yaparken bile dini göndermeler yapılmasından rahatsızlık duyarım. Çünkü İslam zaten hizmet etmeyi öğütler, bu hizmetin o biçimde dile getirilmesi iyi değildir. Laikliğin Türkiye için mutlaka uygulanması gerektiğine inananlardanım. Yani ben laiklikten yanayım çünkü Cenabı Hak da öyle isterdi. Dini bir referansla açıkladım ama gerekiyordu. Eğer Allah isteseydi hepimizi tek bir millet tek bir ümmet yapardı. Onun yerine bize muhtelif dinler, kültürler, karakterler verdi. Bu yüzden bir kimseye din dayatmak bana göre zulümdür. Laiklik bizim için bir iç barış aracıdır. Ben bunu 28 Şubat’ta da yazdım, öfkelenmemiz gereken şey laiklik değildir diye.
28 Şubat demişken… Siz 28 Şubat’a, 27 Nisan muhtırasına giden günlerde hiç baskı görmediğinizi, bugün ise zorlandığınızı yazdınız bir yazınızda.
O dönem öğretim görevlisi olduğum üniversitedeki amirlerim, rektör, dekanlar ulusalcı insanlardı. Paşalar okula davet edilir, konuşma yaparlardı. Ama bana baskı yapan olmadı. Belki başkalarına yaptılar ama bana olmadı. Bugün, evet, daha zor.
Duyduğuma göre sizin eleştirel yazılarınızın ardından uyarılmanız, hatta yazmamanız istenmiş. Doğru mu?
Evet ama ben bunu yeni duydum. Sözünü ettiğin yazıyı yazdığımda bilmiyordum, inan. 5-6 ay önce… Gezi olaylarının ertesiydi, o sırada yazdığımız yazılar nedeniyle ben ve birkaç arkadaşım aynı elden çıktığı belli olan mektuplar aldık bir süre. Galiz küfürler de vardı, bizi hükümete karşı nankörlük yapmakla suçlayanlar da. Organize bir saldırıydı. Bunalmış olmalıyım ki o yazıyı yazdım.
Zaman gazetesi muhalif bir gazete mi oldu şimdi?
Hayır ama prensipleri, kendi doğruları olan bir gazetedir. O istikamette gidiyor. Bunların hükümeti rahatsız ediyor olması Zaman gazetesinin meselesi olamaz. Ama bu süreçte özel bir yer edindi. Vaktiyle hükümeti desteklerken şimdi eleştiriyor. Bu da husumet celbediyor olabilir. Hocaefendi’nin bir düşüncesi vardır: Doğru olanı yap, gerisini boş ver. Zaman da öyle yapıyor.
Bugüne kadar AK Parti’yi desteklemiş olduğunuz için pişman mısınız?
Hayır, o gün öyle gerekiyordu onu yaptım. Bugün ise hoşuma gitmeyen gelişmeler oluyor, söylüyorum. 2007’ye, aynı şartlara dönsek, yine desteklerim. Referandumu da doğru buluyordum, ona da oy veririm. Fakat referandumdan sonra bir anayasa beklentim vardı, birçokları gibi. Fos çıktı. Çok büyük hayal kırıklığıdır benim için. Kendimi biraz aldatılmış hissediyorum. Bu his de demokrasi paketleriyle yatışmıyor.