Zalimin zulmüne karşı durmak sünnetullahın gereğidir!

Taha Kılınç, zalimlere karşı onurlu bir karşı koyuş gerçekleştirilmediği vakit dünyadaki dengenin nasıl bozulduğunu inceliyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Zalimin mühleti

Dünya tarihinde “şiddetle” kınandığı için durdurulan herhangi bir katliam veya soykırım yoktur. Keza “Bir daha asla!” denen nice acı hadise de sürekli ve sürekli tekrarlanmıştır. “Suçlular mutlaka cezasını çekecek!” şeklindeki hamasî vaatlerin ne derecede gerçekçi olduğunu anlamak isteyenler ise, yakın ve uzak tarihteki nice trajedinin mimarına nasıl muamele edildiğine bakabilirler.

Yukarıdaki cümleler, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda düzenlenen “Srebrenitsa Soykırımı’nı (1995) Uluslararası Anma Günü Olarak İlân Etme” konulu oylamayı izlerken zihnimde dönüp durdu. 84 ülkenin “evet” oyuyla kabul edilen tasarıya 19 ülke “hayır” derken, tam 68 ülke de “çekimser” kaldı. Sırbistan’la birlikte Rusya’nın “hayır” demesi elbette şaşırtıcı değildi. Çin ve Suriye de -akla gelebilecek sebeplerle- aynı kervana katıldı. Ancak çekimser kalan ülkeler arasında Cezayir, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Lübnan, Umman ve Sudan’ı görmek, söz konusu ülkelerin dış bağlantıları hakkında önemli noktalara işaret ediyordu. Orta Asya’da Kazakistan ve Tacikistan “çekimser” kalırken Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan temsilcileri oylamaya katılmadı. Bu tablo da Rusya’nın bölgedeki etkisini ve etkinliğini göstermesi bakımından oldukça çarpıcıydı.

Avrupa’nın göbeğinde ve sözde “barış gücü” askerlerinin gözetimi altında binlerce Müslümanın katledilmesini boş gözlerle izleyen “modern” dünya, aradan neredeyse 30 yıl geçtikten sonra “Srebrenitsa Soykırımı’nı Anma Günü” adlı bir merasimi kucağımıza bırakıp geri çekildi. Üstelik çeşitli ülkelerin menfaat haritalarını da gözlerimizin önüne sererek…

Srebrenitsa’ya bakarken, Gazze’den bir başka katliamın haberi geldi. İsrail işgal güçleri, devam eden soykırımda yeni bir perde açarak, Refah’a sığınan masum sivillerin yaşadığı bir çadır kenti gece yarısı bombaladı. Çok sayıda insanın yanarak can verdiği feci saldırı, gündemi kısacık meşgul etti, sonrasında insanlar yeniden rutin programlarına döndüler. Soykırım uzadıkça ve zamana yayıldıkça alışıldı, normalleşti ve “haber değeri” düştü çünkü.

Hiç şüpheniz olmasın: Günün birinde, BM Genel Kurulu’na tasarılar sunulacak. Yine devletler arasındaki rekabet ve kapışmalar eşliğinde oylar kullanılacak. Ve Gazze’deki İsrail vahşeti “anma günü”ne dönüştürülecek. Gelecek nesiller, kendi dönemlerindeki trajedilere elleri uzanmadığı halde, bizim bugün içinde yaşadığımız mezalimi merasim şeklinde takvimlerine işaretlemeye ve ateşli nutuklar eşliğinde ihya etmeye başlayacaklar. Keza Suriye’de, Mısır’da, Doğu Türkistan’da ve başka yerlerde yaşanan nice güncel acının da istikbaldeki akıbeti bu. Yakın ve uzak geçmişteki sayısız benzerleri gibi…

Herkesin aklındaki sorular aynı:

Bu döngü hiç kırılamayacak mı? Katliamlar, soykırımlar ve tehcirler hep seyredilecek, sonra her şey bittiği zaman ve riskler geçtiğinde, anma günlerine mi dönüşecekler? Bir zulmü, yaşanırken ve gerçekleşirken durdurmanın imkânı yok mu?

Hadiselere “sünnetullah” (insan fıtratına, toplumlara, tarihe ve coğrafyaya konan, asla değişmeyen ve dönüşmeyen ilahî yasalar) çerçevesinde bakan Müslüman bir göz için, bu soruların birbirini tamamlayan iki ayrı cevabının bulunduğunu söylemek mümkün:

1) İlahî taksimatta, zalimlere verilen mühletler vardır. Zalim, zulmünü bu mühlet içinde icra eder. Hem kendisi imtihan olur hem de zulmettiği kitleler için imtihana dönüşür. Bu sebeple mü’minlere “Bizi zalimler için sınama konusu yapma!” duası öğretilmiştir.

2) Zalim kendi mühletini kullanırken, mezalimi seyredenlerin de bütün güçleriyle onu durdurmak üzere organize olmaları gerekir. Durdurmak için attıkları her adım, zalime tanınan süreyi kısaltacak, tersi durumlarda ise zulmün vebali ve neticeleri hiçbir şey yapmadan seyredenlerin üzerine sıçrayacak ve onları da yutacaktır.

Tarih, zalimlerle mazlumların mücadelesinden ibarettir. Mazinin satır aralarına göz atıldığında, bütün senaryoların yukarıdaki iki husus çerçevesinde seyrettiği görülecektir. Bugün için sorulacak esas soru da aslında şudur:

Yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla, zalimlere tanınan mühleti kısaltıyor muyuz, uzatıyor muyuz?

Yorum Analiz Haberleri

İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”