Peygamberimiz Tüm Alemler İçin Rahmet Olarak Gönderilmiştir
21.Enbiya Suresi 107. ayette, Muhammed (sav)’in, kendi zamanında ve kıyamete kadar yaşayacak tüm insan toplumları – toplulukları (alemler) için rahmet olarak gönderildiği – görevlendirildiği bildirilmektedir.
Bu rahmetin mahiyeti müteakip 108’den 112’ye kadar olan ayetlerde açıklanmış olup, peygamberimiz Kur’an mesajları ile tüm insanları tevhide davet etmekte, bu davete icabet edenler dünyada ve ahirette kurtuluşa erişmekte, inkar edenler ise hüsrana uğramaktadırlar.
Rahman Olan Allah’ın Merhametli Kulları Olmalıyız
7.Araf Suresi 156. Ayette, Yüce Allah’ın (hak ettiğinden dolayı) dilediği kimseye azabını isabet ettireceği, rahmetinin ise her şeyi kuşattığı ve rahmetini hak eden kimselere yazacağını bildirmektedir. Bu ayette rahmetin kuşatıcılığı ile azabın istisnalığı dikkat çekmektedir.
Malum olduğu üzere her hayırlı işe rahman ve rahim olan Allah’ın ismi (besmele) ile başlamamız emredilmiş olup, Yüce Allah’ın 100 civarında güzel isminden rahman ve rahim isimleriyle başlanmamızın emredilmesi üzerinde durulmalıdır.
Rahman olan Allah’ın rahmetini umanlar, bunu hak etmek için mutlaka kullara karşı merhametli olmak durumundadırlar. Bu merhamet ise, hiçbir insana haksızlık, adaletsizlik, zulüm yapmamakla başlayıp (4.Nisa Suresi 135. ayet); kendi imkanlarımızdan ihtiyaç sahiplerine ikram etmekle (infak, zekat) devam eder ve haksızlık ve zulme uğrayanların haklarının savunulması, haksızlık ve zulmün engellenmeye çalışılmasıyla (4.Nisa 75. ayet) ve de insanlara hakkın ulaştırılması ve bu yolda karşılarına çıkan engellerle mücadele etme çabalarıyla (cihad) devam eder.
Gözlerimizden Öfke Ve Kin Değil, Merhamet Ve Muhabbet Okunmalı
Merhametli olabilmenin temeli ise muhabbetullah, yani Allah’a (hakka) olan sınırsız sevgidir (2.Bakara Suresi 165. ayet). Ancak bu sevgiye sahip olanlar merhametli olabilir, insanlara karşı merhametle muamele edebilirler.
Ancak muhabbetullah kaynaklı merhamet, haktan gafil olanlara hakkın ulaştırılmasını, zulmedilenlerin zulümden kurtarılmasını, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının giderilmesine sevk eder kişiyi.
Elbette bu merhamet her zaman bu şekilde tezahür etmez. Nasıl ki Rahman olması Yüce Allah’ın yeterince uyarılmış bir kavmi helak etmesinden, cehennemi hak eden kişileri cehenneme atmasından alıkoymuyor, bilakis hakkın tecellisi açısından rahmet bunu gerektiriyorsa; bizlerin merhameti de zalimlere karşı hak ettikleri tepkileri vermekten bizi alıkoymamalı, bilakis buna sevk etmelidir.
Lakin kısas, hadler, cihad ve gıtal gibi haklı tepkilerimiz bile merhamet kaynaklı olmalı; bu merhamet gerektiğinde arızi olarak öfke ve gazaba dönüşebilmelidir. Böyle bir kişinin gözlerinden (zaruri durumlar müstesna) muhabbet ve merhamet okunur, öfke, kin, buğz vs. değil.
Rahmetten ve merhametten yoksun bir Müslüman, gerçek Müslüman olamaz. Öfke, kin, buğz kişiliğinin temelini oluşturmuş; gözlerinden kin ve öfke akan, tüm insanlara şimşekler çakan bir kişilik, gerçek bir mü’min değildir ve bu kişiliğinden sıyrılmadıkça asla olamaz. İçimizden bazılarındaki bu merhametsizliği, bu daimi öfke ve kini, bu şiddet ve öldürme tutkusunun nedenlerini mutlaka tespit etmeliyiz.
Kur’an Hayat Versin Diye İndirildi Ölüm Saçsın Diye Değil Yüce Allah 2.Bakara Suresi 178 ve 179 ayetlerde öldürmelerde misliyle ceza vermeyi (kısası) farz kıldığını, kısasta bizler için hayat olduğunu bildirmekte, (uygun olanlarda) maktulün velisince affetmenin daha uygun olacağını ve bunun bir rahmet vesilesi olduğunu bildirmektedir. Elbette kısasta hayat vardır, ama aşırı gitmemek ve gerekirse affetmek kaydıyla söz konusudur bu hayat.
Sadece bu ayetler bile, asıl olanın öldürme değil hayatta bırakma olduğunu; lakin haksız yere öldürmelerin ve maktulün yakınlarınca başlatılacak sonu gelmez kan davalarının önlenebilmesi açısından kısasın zaruri olduğunu ortaya koymaktadır.
Nitekim 5.Maide Suresi 32. Ayette, bir insanı haksız yere öldürenin tüm insanlığı öldürmüş gibi büyük bir suç işlemiş olacağı, bir insanın hayatının kurtulmasına vesile olanın ise, tüm insanlığa hayat vermiş gibi büyük bir Salih amel işlemiş olacağı bildirilmiştir. Bu nedenle yaşatmaya talip olmalıyız, öldürmeye değil.
İslam Barış Dini, Savaş Dini Değil
İslam kurtuluş, esenlik ve güvenliğe erişmek anlamına gelen seleme kökünden gelmekte olup, bu bile İslam’ın savaş değil barış dini olduğunu ortaya koymaktadır aslında. İslam insanların hem dünyada, hem ahirette esenliklerini isteyen Yüce Allah’ın rahmetinin eseri olan gerçek dindir.
Bu nedenle temelinde hak, adalet, merhamet bulunur. İslam’a göre asıl olan barış olup, soğuk yada sıcak savaş ancak zaruri olduğu durumlarda söz konusudur.
Nasıl ki sağlıkta temel prensip hastalanmamak olup, hastalanınca önce ilaç tedavisi, zaruri olduğunda cerrahi müdahale gerekiyorsa; İslam’da önce insanları hikmet ve güzel öğütle yola getirmeye çalışır, gerektiğinde ilaç niyetine söz ve tavırlarla mücadeleye girip, ancak zaruri – kaçınılmaz olduğunda şiddete ve silaha başvurur.
Hazır Ol Cengi Cihada İster İsen Sulhu Salah
Bu atasözü, İslam’ın silahlı savaşa bakışını özetlemekte olup, düşmanlara karşı her zaman savaşa hazırlıklı olmanın zaruretini ifade eden 8.Enfal Suresi 60. ayetin özlü bir tefsiri mahiyetindedir. Müteakip 61 ve 62. Ayetler ise, hile olma ihtimali olsa bile, düşmanların barışa (selme) yanaşması halinde, Müslümanların da yanaşması emredilmektedir.
Kaldı ki, cihadın silahlı boyutuyla ilgili tüm ayetler, İslam’ın ayrı bir devlet olarak vücut bulduğu Medine dönemine ait olup, hicretten önce Müslümanlara yapılan haksızlıklara misliyle mukabele edilebileceği, 42.Şura Suresi 39’dan 43’e kadar olan ayetlerde ifade edilmiştir. Ayetlerde ancak misliyle mukabele edilebileceği, lakin (uygun olduğu takdirde) affederek sulhu sağlamaya çalışmanın daha hikmetli olduğu ifade edilmiştir.
Kantarın Topuzunu Kaçırdık mı?
İslam’ın barış dini olması, temelde barış dilini kullanmasını ve barış tavrını göstermesini gerektirmekte olup, peygamberimizin hayatı bunun en açık misallerini içermektedir.
Özellikle son 200 yılda, Müslümanların devletlerini kaybetmeleri ve kafirler karşısında zayıf duruma düşmelerine ve ekonomi, siyasi, sosyal, dini her türlü alanda katliamlar, tecavüzler, işgaller, sömürüler gibi çok büyük haksızlıklara - zulümlere maruz kalmalarına sebep oldu.
Kafirler tabiatlarının gereğini yerine getirerek yaptı bu zulümleri. Bu zulümlerin karşısında birey ve gruplar bazında direnmeye çalışan bazı Müslümanlar ise, elbette yüz akı direnişler sergilediler.
Lakin gerek zaruret söz konusu olmaksızın silaha sarılma ve gerekse zaruri durumlarda başvurulan silahlı direnişler esnasında İslami sınırları zorlayan ve yer yer aşan durumlarda oluştu geçmişte ve günümüzde.
Eğri Oturup Doğru Konuşmanın Zamanı Gelmedi mi Hala?
Elbette kafirlerin ve Müslüman görünümlü yerli işbirlikçilerinin zulümlerinin haddi hesabı yok. Elbette genelde zulüm gören Müslümanlar. Ama bu durum, tüm silahlı direniş hareketlerinin silaha başvurmasının doğru olduğu anlamına gelmediği gibi, zaruri şartlar nedeniyle silahlı direnişe geçen hareketlerin her yaptıklarının doğru olması anlamına gelmemektedir.
Bu nedenle bu konu üzerinde ciddi değerlendirmeler yapmak, sapı samandan ayırmaya, eğriyi doğrudan ayırmaya çalışmamızın zamanı gelmişte geçmektedir kanaatimce.
Bu şekilde hem doğru duruş ve hareket tarzının tespiti ile ilgili kişi ve grupların uyarılması, bu uyarılara rağmen yanlış tutumlarında devam etmekte ısrar edenlerden uzak olduğumuzun – yaptıklarından sorumlu olmadığımızı (beraat) deklare etmemiz gerekmektedir.
Bu beraatimiz, zaruri olmadığı halde silahlı direnişe geçen hareketlerin direnişini onaylamamak; zaruret nedeniyle direnişe geçen hareketlerin ise, (varsa) İslam’a aykırı tutum ve davranışlarını onaylamamak şeklinde olmalıdır.
Bu Gidiş Gidiş Değil
Özellikle başta Işid’in Suriye ve Irakta yaptığı mezalimler olmak üzere, Nijerya’da Boko Haram’ın, Somali’de Şebab’ın yaptıklarının ciddi olarak masaya yatırılması gerekmektedir. Çünkü gelinen noktada bu konuda kantarın topuzunun kaçırıldığı açıkça görülmektedir.
Bu aşırı hareketlerin kendisinden doğduğu yada etkilendiği El Kaide üzerinde, direnişi zayıflatmamak adına bu güne kadar pek yapılmayan bu tür değerlendirmelerin, bu aşırı hareketlerin ortaya çıkmasının en önemli sebeplerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle, daha fazla gecikmeden bu konu üzerinde durulmalıdır ki, yeni Işid’ler ortaya çıkmasın, Işid ve benzeri yapılar üzerinde normalleşmeleri için baskı oluşsun, diğer yapılarda kendilerine çeki düzen versin ve anormalleşmesin.
Haksöz Haber Sitesinde 2 Haziran günü Al Jazeera'dan alıntılanan Muhammed Ebu Rumman'a ait " El Kaide ile IŞİD Arasındaki Anlaşmazlığın Boyutları" isimli makale, bu konuyla alakalı olarak mutlaka okunması gereken bir çalışmadır kanaatimce.
Ev Sahibinin Hiç Kabahatı Yok mu?
Elbette bu tür anomalilerin ortaya çıkışında kafirler ile yerli uşaklarının zulümleri birinci derece de etmendir. Lakin bu durum bu yanlışları temize çıkaramaz. Elbette öncelikle evi soyan hırsız suçludur, lakin ev sahibinin de bu hırsızlıkta kendi kusurlarını tesbit edip gidermesi, yeni hırsızlık vakalarının olmaması için elzemdir.
Biraz daha geriye gittiğimizde, kafirler ile yerli uşaklarının yüz yıl önce başımıza musallat olmasında, en az onlar kadar İslam Ümmetinin de suçlu olduğunu, açık bıraktığı kapıyı bir türlü kapatamadığı için bu zelil hale düştüğünü görebiliriz.
O halde silahlı direniş hareketlerinin şu anda geldiği durum hakkında da aynı duruma düşmemeli, en azından evimizin kapısını kapatmalıyız ki, hırsız rahatlıkla giremesin.
Keskin Sirke Küpüne Zarar
Kafirler ile yerli uşaklarının başta Suriye, Myanmar, Mısır olmak üzere dünyanın hemen yer yerinde Müslümanlara yaptıkları zulümlerin sınırı yok maalesef. Bu durum haklı olarak duyarlı Müslümanları öfkelendiriyor ve kinlendiriyor. Lakin keskin sirke küpüne zarar verir diye çok güzel bir söz söylemişler
Bu zulümler karşısında elimiz kolumuz bağlı oturalım, söz ve eylem dışında tepki göstermeyelim demiyorum. Lakin öfke ile kalkıp zararla oturanlardan olmamak için, bu öfke ve kinimizi kontrol edip, zalimlerin zulümlerini doğru yol ve yöntemlerle engellemeye dönüşen meşru bir yumruk haline getirebilmeyiz mutlaka. Aksi halde, yanlış yol ve yöntemlerle savurduğumuz yumruklar, kafirleri ve işbirlikçilerini değil, yine mazlumları ve bizleri vuracaktır.
Kurt Puslu Havayı Sever
Küfür gerçeğin üstünü örtmek, batıl hakkı görünmez kılmak demektir. Hakkın gelip batılın mesnetsizliğinin ortaya çıkışı ise, hakkın - gerçeğin üstünün açılmasıyla mümkündür ancak.
Bu nedenledir ki İslami mücadele hak, adalet, açıklık, şeffaflık, dürüstlük, ahde vefa gibi yüce değerlerle mümkündür ancak. Batıl ise zulüm, aldatma, kandırma, karıştırma, hile, hıyanet gibi sefil değerlerle mücadele eder.
Bundan dolayı batıl güçler puslu ortamı sevip tercih eder, oluşturmaya çalışırlar. Hak – İslam güçleri ise, açık ve her şeyin apaçık – net göründüğü ortamı sevip tercih eder ve oluşturmaya çalışırlar.
Lakin özellikle yukarıda isimlerini verdiğimiz bazı silahlı direniş areketlerinin hatalı uygulamaları nedeniyle ortamın gün geçtikçe bulanıklaştığı, direnişçilerin böyle bir arzusu olmasa bile, (en azından) kurdun sevdiği puslu havanın oluşmasına katkı sağladıklarını görmek gerekiyor.
Şiddet Sarmalını Çoğaltan Değil, Azaltan Ve Engelleyenler Olmalıyız
Zaruri bile olsa şiddet ihtiyaçtan fazla kullanıldığında (israf) hayra değil şerre vesile olur. Şiddetin nerelerde zaruri olduğunu, bu zaruretin hangi sınırlar içinde nasıl uygulanacağı Kur’an ve peygamberimizin hayatında bellidir.
Zaruri olmadığı durumlarda şiddete başvurmak ya da şiddetin zaruri olduğu durumlarda ihtiyaçtan fazla şiddet kullanmak, şiddet kullanmaksızın ıslahın mümkün olduğu durumlarda bile şiddeti tercih etmek, niyetimiz hayır olsa bile kesinlikle şerre vesile olacaktır.
Zaten bir şiddet sarmalı haline gelmiş olan İslam dünyasının bu sarmalını iyice arttıracak tutumlardan uzak durmak, azaltmaya ve engel olmaya çalışmaya öncelik vermek durumundayız.
Bu Ateşi Kontrol Altına Alamazsak, Düşmanı Değil Bizi Yakacak
Aksi halde bu şiddet sarmalı düşmanlarımızı değil, bizzat bizleri yutacak bir canavar haline dönüşme istidadı göstermekte; şiddetin asıl hedefi olan kafirlerin bir kenara çekilip ellerini keyifle ovuşturarak, bizim bu şiddet sarmalında kendi kendimizi yiyip bitirmemizi beklemelerine imkan verecek gibi görünmektedir.