Görünen o ki Ergenekoncuların tahliyesinin sorumluluğunu hiç kimse üzerine almak istemiyor. Tersine Hükümet kanadı geciktirilen gerekçeli karar yazımları dolayısıyla mahkemeleri, Gülen Cemaati’nin yargıdaki ve medyadaki kadroları da Hükümeti suçluyorlar.
Uzun tutukluluk sorunundan daha geniş bir siyasal-hukuki sorunla karşı karşıya olduğumuz muhakkak. Ancak Türkiye bir asrı aşkın bir zamandır kendisine kan kusturan, toplumsal hayatını karartan, siyasi iradesini ipotek altında tutan darbeci ideoloji ve kadrolarla hesaplaşmaya hiç bu kadar yakın olmamıştı. Şimdi gelinen noktada bütün bir toplum için hayat-memat meselesi olan bu imkân elimizden kaçıyor mu acaba?
Tahliye Beraat Değildir Ama…
Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın tahliyelerine imkân sağlayan süreç kim ne derse desin Ergenekon davasındaki çözülmenin işaret fişeği olmuştur. Darbe örgütlenmesindeki suçları dolayısıyla ağır hüküm giydikleri halde Kemalist-CHP’li kimlikleri sebebiyle her iki isim için tahliye ve Meclis yolunu açan kimdi? Anayasa Mahkemesiydi elbette.
Peki, KCK’dan tutuklu olup da haklarında hiçbir hüküm verilememiş olduğu halde beş BDP’li vekilin tutukluluğun devamına hükmeden kimdi? Kemalist cepheyi destekleyip cesaretlendirirken Kürt sorununu kışkırtırcasına kara kaplı kitaptan ahkâm kesen hâkimler ve savcılar hukukun tecellisini hedeflemiyorlardı. Çünkü alınan karar hukuki değil siyasiydi ve bürokratik mekanizmaların imkânlarıyla Hükümeti köşeye sıkıştırmak gibi bir amaca matuftu. Sonrası malum ortaya çıkan derin çelişkinin izah edilememesi ve kamuoyundan yükselen tepkiler neticesinde tahliyeler geldi.
İsterseniz ta 15 Kasım tarihinde Fethullah Gülen’in yaptığı bir açıklamaya bakalım da bu tahliye kapılarını kimlerin açtığı hakkında bir fikrimiz olsun: “Bana dokunan bir yanı vardı, yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimden bir imkân olsa ben onların hepsine serbestsiniz; nasıl yani, Efendimiz’in Kâbe’yi fethettikten sonra dediği gibi “gidin hepiniz serbestsiniz” derim. Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor, 'Topuklarını birbirlerine vurdu. Karşımızda dimdik durdu bu adamlar. Bunlara bunu dedirttik.' diyorlar bir taraftan kapalı kapılar ardından diyorlar, fakat bir taraftan da camia onu sanki bir kısım elamanlarına yaptırtıyormuş gibi onlara fısıldıyor. Bir taşla iki kuşu vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar. Bana yakışmayan şeyler ama müsaadenizle bu kadarını da söyleyeyim.” (Zaman, 15 Kasım)
Sizce de Fethullah Gülen kendisine yakışmayan şeyler mi söyledi yine? Yani Ergenekon yargılamalarının gidişatından camianın bir kısım hâkim-savcı elemanlarının sorumluluğu yokmuş da bütün işi nifak salıp bir taşla iki kuş vurmak isteyenler yapmış. İsmi anılmıyor ama Başbakan Erdoğan’ın yaşlı başlı adamları hesaba çekip Silivri’de tutsak ederek Fethullah Gülen’in ciğerini yaktığından şüphe ediliyor.
Hükümet cephesinde de tahliyelerin sorumluluğunu karşı sahaya yükleyen beyanların oranında ciddi bir artış oldu. Başbakan Erdoğan’ın “darbe yoktur, darbe girişimi yoktur diyemem” beyanlarıyla birlikte Hükümet kanadından başlayan bir dizi açıklama oldu. Beşir Atalay başta olmak üzere hemen her yetkili “mahkeme tahliye kararı verdi, beraat etmediler” sözüyle gerekçeli kararları uzun zamandır yazmayan mahkeme heyetini suçladı.
Maktul Darbeci, Katil Siyaset mi?
Uzun tutukluklarla mağduriyet oluşturulduğu, gerekçeli kararların kasten geciktirildiği, suçsuz bir takım insanların da intikam hissiyle yargılama sürecine dâhil edildiği yönündeki itirazlar doğru olabilir. Ancak bütün bunları gidermenin yolu azımsanamayacak kadar suç deliliyle yakalanıp cezaevine gönderilen darbeciler için tahliye kapısını sonuna kadar açmak olmamalıydı.
Tahliyeler için sevinenler şu birkaç sorunun cevabını verebilir mi? Darbeciler yargılansın mı yargılanmasın mı, militarizm-askeri vesayet bitsin mi bitmesin mi?
Yakın siyasi tarihte işlenen siyasi cinayet ve provokasyonların hesabı sorulsun mu sorulmasın mı? Ergenekon ve Balyoz gibi NATO-Gladyo türü darbe örgütlenmeleri dağıtılsın mı dağıtılmasın mı? Psikolojik savaş sorumluları tarafından inşa edilen toplumsal acılara son verilsin mi verilmesin mi? Ulusalcı bataklığın organize eylemi Hrant Dink cinayetinin hesabı sorulsun mu sorulmasın mı?
28 Şubat ve 27 Nisan’da siyaset ve topluma Topyekûn Savaş ilan eden TSK-TÜSİAD-Yüksek Yargı-Medya ve Beşli çete adıyla maruf Mustafa Kemal’in Askerleri işledikleri suçlardan yargılansın mı yargılanmasın mı? Kamu iktisadi teşekküllerini ve bankaları batıran, ülkeyi milyarlarca dolar zarara uğratanların yaptıkları yanlarına kar kalsın mı kalmasın mı?
“İç Düşman Konsepti”nde İslami değer ve sembollere karşı, Kürt halkına karşı savaş pozisyonuyla konuşlananlara hak ettikleri ceza verilsin mi, verilmesin mi? Faili belli katliam operasyonlarının adresi JİTEM’den hesap sorulsun mu sorulmasın mı?
Bu sorulara Kemalistler, ulusolcular ve ak saçlı liberallerden tutarlı ve ahlaklı bir cevap beklemek beyhude olur. Ama bu cevaplara en önce AK Parti Hükümeti ve Türkiye’deki İslami camianın tutarlı, ahlaklı ve pratik bir cevap vermesi acil bir zarurettir.