Faşizm’i Şoven duyguların devlet yönetiminde hâkim olması olarak adlandırırız.
Şovenizm nedir?
Fransa’da Napolyon zamanı Fransız Ordusunda savaşan ve 17 kez ölümle burun buruna gelen Nicolas Chauvin adlı askerden mülhem “Chauvinist” kelimesinin Türkçe telaffuzu. Orijininde “ileri derecede vatanseverlik” ve “saldırı durumu” olarak kullanılsa da, günümüzde kendi aidiyetini üstün görüp, toplumsal diğer tabakaları aşağı gören bir eğilimi içerir.
İslam tarihinde İbn Haldun medeni olmayan toplumlarda, soya dayalı bir dayanışma duygusuna “Kabile Asabşye”si der. Kur’an da Kabile Asabiye’sinin dayanışmadan öte saldırgan ve düşmanlık içeren biçiminde olanına“Cahili Asabiye” olarak nitelenir. Yine İbn Haldun medeni/şehirli toplumlarda Kazanılmış/Müktesep Asabiye’den söz eder. Biz bu sonradan oluşan dayanışma duygusunun etkenlerine bakarak, bunun ne derece ilke, ahlak ve dini duygularla oluştuğuna, ne derece meslek, mahalle, hısım ya da ortak paylaşılan başka dünyevi olgularla oluştuğuna bakarız. Asılolan birinci tanım olarak insanların tercihleri ile oluşan asabiye bizim için daha olumlu bir dayanışma duygusu, ikincisini de dünyevi meselelerde oluşan topluluk dayanışması olarak doğal dayanışma duygusu olarak kabul ederiz. Lakin bunların diğer toplumsal kesimlere olan üstünlük taslama, baskı kurma aracı olarak vuku bulmasına yine “Cahili Asabiye” diyoruz ve reddediyoruz.
Fransız Devrimi sonrası Avrupa’da, Latince de “Aynı babadan,atadan, nesebi” tanımlayan “Nation” kelimesinden gelen Nationalism yeni bir toplum modeli olarak ortaya çıkar. Kapitalizm’in gelişimi ile homojenleştirilmeye çalışan toplumsal farklılaşmış kesimler “Nationalizm” adı altında tek tipleştirilmeye başlanır. Daha sonraki Kapitalist dönemlerde ve en nihayet Global Kapitalizm için “Nationalism” eskimiş bir kavram olsa da, Liberalizme tepki ile oluşan şoven ideolojiler için totaliter bir toplum modeli olarak devam etti.
Türkiye Modernleşmesi de Max Weber’in terminolojisi ile “Kendi Modernitesini Oluşturamayan/Taklit Modernlik olarak” oluştu. Weber Almanya, İngiltere gibi devletlerin Protestan ahlakı ile ilintili modernleşmesini, toplumu ile fazlaca çatışmayan modernite olarak adlandırır. Meici Restorasyonu sonrasında Japonya Modernleşmesini de bu sınıfa sokar. Japonlar bu dönemde ve uzun süre teknolojik meselelerdeki taklide karşılık kendi kültürel değerleri ile barışıktır. Weber Fransa, Rusya ve Türkiye Modernleşmesini ise; kültürel taklitle toplumları ile çatışan, bu nedenle de Jakoben, teknolojik ve endüstriyel bakımdan da nispeten az gelişmiş olarak tanımlar.
Türkiye’de Osmanlı Modernleşmesi uzun süre Batı Modernizmi’nin ekonomik, teknolojik yönünü almak formunda diretti. Ekonomi ve teknolojinin kültürden ne derece bağımsız olduğunu irdeleyecek fırsatı bulamadan İttihatçılar tarafından siyasi, nihayet ardılı Kemalistler kültürel taklide yöneldi. Kemalizm’in “Kendi Burjuva”sını oluşturma babında emperyalizm’in doğrudan işgalini kabul etmeyen ama kültürel entegrasyonu sağlayacak Reformları Jakoben/Baskıcı, kendi toplumsal değerleri ile çatışan olmak zorunda idi ve öyle oldu. Bu güçlü tepeden inme paradigma değiştirme girişiminin “Türk soLu” tarafından “Devrimcilik” olarak tanımlanması ayrı bir fecaat, buna burada fazla değinmeyelim.
Yeni Türkiye Toplumunda siyasal anlamda da toplumun homojenleştirilmesinde “Nationalism” benimsenmesi gerekiyordu. Nationalismin bizim dilimizde karşılığı yoktu ve “Kavmiyetçilik” olarak reddedilmiş, olumsuz kelime yerine “Milliyetçilik” kelimesi kullanıldı. Bunun için Kültürümüzde, İslami geleneğimizde çokta istismar edilecek atomistik yaklaşımlar kullanıldı. Millet’in “İbrahim’in Milleti” olarak çerçevesinin çizildiği Kur’an literatürü yerine, gelenekteki yanlış, noksan tanımlara sığınıldı ve meşrulaştırma amacı ile kullanıldı. Oysa Kur’an anlatımında İbrahim’e en yakın Allah Elçisi ve ona inananlardı. Kur’an ile genelde “Arap Cahili Asabiyesi”ne, özelde “Kureyş’ın Üstünlüğü”ne dayalı anlayış yıkıldı. İlk İslam toplumu Bilal Habeşilerin, Selman Farisi’lerin, Ammar b. Yasirlerin Ensar ve Muhacirlerin toplumuydu. Bölge, renk ve ırklara göre ayrımını cahiliye kabul eden, insanları bir tarağın dişleri gibi olup, üstünlüğün ancak takva ile olduğunun altını çizen bir Ümmet anlayışı oluştu. Ümmetçi bir yaklaşımla Ademoğlu’nun takva’ya ve Allah’a yönelmesine bağlı “Yeryüzü Halifeliği” bizim “Millet” anlayışımdı. Lakin zamanla Emevi, Abbasi gibi mevali’yi küçümseyen sülale iktidarları, daha sonra Batılılaşma ile de Arap, Fars ya da Türk Milletlerigibi bir kelimelerkullanılmaya başladı.
Bu topraklarda ise “Türk Milliyetçiliği” daha çok “İslam olmazsa Türk kimliği de olmaz” anlayışlı sağ, muhafazakâr kitlelerin retoriği/söylemi olurken, daha Seküler, daha Batı tipi yaşam tarzına sahip kesimler “Ulusalcılık” retoriğini kullandılar. Gerçekte Mustafa Kemal “Türk Milliyetçiliği” kelimesini ilk dönem meşrulaştırma amacı ile kullanırken, daha sonra Türkçü “Nationalist” amaçlarla Ulusalcılık kelimesini kullanmaya başlar. Bu daha çok kültürel bir paradigma değişimi hamlesidir. “Nation” kelimesi yerine kullanılan Arapça olan ve daha sonra aslına (Kur’ani kavrama) dönülmesi ihtimali olan “Millet” ten vazgeçilmeye çalışıldı. İlginçtir Türkçe karşılığı daha çok “Budun/Boy” olan “Nation” için, bu kelime yeterince karizmatik olmadığından Moğolca olan “Ulus” kelimesi cazip geldi. “Ulus” Moğolcada “Kabileler Federasyonu” anlamına gelen, bütün bozkır topluklarını ihtiva eden bir kavramdır, tek bir kavmi ifade etmez. Kim bilir belki de kafatasçı Türkçülüğün yerine daha sonraki Türkleştirme, asimile etme çalışmaları için kasıtlı seçilmiştir)?!. Zira tarihi gerçekler “Irk” anlamında bir Türk kelimesini oldukça şaibeye soktuğu gibi, Anadolu ve Rumeli insanının genetik zenginliği kafatasçılığa pek uygun gelmiyordu.
“Kafatası Orta Asya Milliyetçiliği”, “Güneş Dil Teorisi” ile Dünyayı Türklere endeksleyen megalomanik benmerkezcilik, “Bin Yıllık Anadolu Milliyetçiliği”, “Türkiyelilik” diye süre giden bir “Milliyetçilik” anlayışı, istediği kadar dönüşüme uğrasın hep homojen bir topluluk oluşturma gayesine matuftu. Tabii bu arada katledilen onlarca kültür ayrı incelenmesi gereken bir fecaat.
Her homojenleştirme, şoven duyguların ve farklılıklara tahammül edememenin de tetikleyicisidir. Nitekim Türkiye, tarihi boyunca bu kamburu ile yaşadı ve sık sık arızalar nüksetti. Aslında bir anlamda Milliyetçilik kompleksif bir ideolojidir. Hâkim ideolojiyi arkalayan kitle histerisi. Milliyetçilik gerçekte oluşturulan birçok ‘mit’e rağmen, cesur değil gücünü kitleden alan, tek tek elemanlarının pasif ve sinik kaldığı bir ideoloji. Anlatılanların aksine ve münferit örneklere rağmen; Milliyetçiler tek tek fazla cesur olmayan, ancak kitle oluştuğunda özgüvenleri artan, tabii bu arada kolaylıkla güruh’a dönüşen insanlar topluluğu. Bu bütün Milliyetçiler için, Türk, Arap, Kürt ya da herhangi bir “Kavim Milliyetçisi” için geçerli. Ayrıca bireysel olarak düşük ahlaklı, hamasatlı kişilerin kendilerine kolaylıkla oluşturdukları, sığıntı bir aidiyet türü. Zira Milliyetçi olmak, fazla bir çaba, ahlak oluşturma, ibadet vs gibi meşakkatli(!) şeyler gerektirmiyor, seramonik günlerde infiale gelmek yeterli. Bu Milliyetçi yapı tarihi olaylarla da uyumludur. Tarih boyunca Şoven, Irkçı, Milliyetçi kitle histerileri saman alevi gibidir, hızlı oluşur, çabucak söner, lakin kolaylıkla güdülür, yönlendirilebilir. Milliyetçiliğe sığınanlar; kişisel yağma, suç, şehvet gibi hayvani güdüler, bazen hayvani güdüleri bile aşan işkence, katliam gibi eylemlere yönelenlerden oluşur. 6-7 Eylül olaylarına bir göz atalım. Detaya giremeyeceğim, ahlaksızlıkta zirve yapmış eylemler için çevre il ve kasabalardan gelenler siyasal bir idealden çok daha fazla yağma ve tecavüz için gelmişlerdir. Devlet ve kurumların yönlendirmesi olmasa toplanamayacak, kolluk kuvvetleri kararlı davransa dağıtılabilecek bir güruhtur bunlar. Yine detayına girmeyeceğim son menfur Muhacir karşıtı eylemlerde de; milliyetçi, ötekileştirici, şoven duyguları tahrik eden oldukça geniş çevrelerin, ki buna MHP tandanslı Yeni Oluşumculardan, Kemalist CHP zihniyetine, Baasçı ya da Mezhep fanatiği kesimlerin, Türk soLu’nun fırsatçı polemiklerine kadar geniş bir çevrenin tahrikleri sebep olmuştur. Sonuçta eylemi yapan üç beş ahlak düşkününe bakıp “münferittir” demek tam bir cahillik, aymazlık. Suç ortaklığınızı inkâr edemezsiniz.
Bizi ilgilendiren bir husus ta İktidarın tavrı. İktidarın tepesinden, içerisinde birçok kimseye kadar ırkçı ve şoven duygulara tavır alsa da karşıt söylemler kullansalar da. Söylemlerinde bu Cahili Türk Milliyetçiliği kavramını kullanmaktan vaz geçemiyorlar. “Rabia İşareti” gibi darbeye karşı Mısır Müslümanlarının kullanıp sonra ümmete yaygınlaşan bir sembol, popülist gerekçeler ve seküler taarruzun defedilmesi için “tek devlet, tek bayrak” vs gibi totolojik çerçeveye hapsedilebiliyor. 6-7 Eylül olayları gibi devlet tarafından organize edilen, yönlendirilen eylemler olmadığından, gözlenen“Yabancı Düşmanlığı”, “Muhacir Karşıtlığı” şoven hareketler kitlesel boyuta geçmese de etkin bir “Medya” ve “Muhalefet Odakları” tarafından motive ediliyorlar ve bunlara karşı ciddi anlamda “Nefret Suçu” işletilmiyor. Şu ya da bu her kim olursa olsun “muhacir istemiyoruz” söylemleri basit bir fikir değil, açık bir ötekileştirme, dışlama, düşmanlık oluşturan söylemlerdir.Türkiye Cumhuriyeti’nin, daha önemlisi bu ülke toplumunun hala “Türk Milleti” ya da (yumuşatılmış anlamda) “Türkiye Milleti” gibi Cahili Asabiye kavramı ile anılması, tanımlanması Müslümanlar tarafından asla kabul edilmeyecektir, edilmemelidir.
Gündem olduğundan dolayı “adalet Yürüyüşü” hakkında da “Yüzleşme” içermesi açısından ironik tahlillerde bulunalım.
Kılıçdaroğlu’nun çok iyi organize olmuş, retoriği iyi düşünülmüş bir “adalet yürüyüşü”nü izledik. İktidar karşıtı bütün cepheleri kapsayan bir de dil geliştirildi. Üstelik gerçekten vuku bulan mağduriyetlerde başarılı bir dille gündeme getirildi. (Saman alevi gibi ve tepkisel kısa vadeli hareket eden) Muhafazakâr, sağ camianın kolaylıkla yapamayacağı uzun soluklu organize bir hareket oluşturuldu.
Nihayetinde Maltepe mitinginde kürsüden Kılıçdaroğlu’nu dinledik. Arka plana, niyet okumaya(!) bakmadan sözlerine bakalım:
Sayın Kılıçdaroğlu bol bol ayet, Hadis hatta belirli mezhebi tabanın karşı hassasiyetine rağmen Allah Elçisi’nin arkadaşı ve idareci ardıllarından Ömer b. Hattab’dan alıntılar yaptı. İslami kavramların siyasette kullanılmasına karşı çıkan laik düşünceye gönderme yaptığına “bunlar toplumun değerleridir karşı çıkmayın” demek istediğine yoralım.
“Birlikte yaşamak için yürüdüm”
Gerçekten yüzleşme içeren bir cümle olmasını dileriz. Asırlık asimilasyonların, muhacir karşıtlığının, İnsanları tek tipleştiren kılık kıyafet dayatmalarının inkâr edildiğine yoralım.
“PKK, İŞİD ve FETÖ terörüne karşı yürüdüm. “
Bu kesimlere destek veren ama aynı zamanda adalet yürüyüşüne de destek veren kesimlere yönelik ihtar algılayalım.
“Bizim için iktidara gelirse başörtüsünü yasaklayacak diyorlar. Hayır ben onlar için de yürüdüm”
İkna odalarının, bu hanıma haddini bildirincilerin, 28 şubatçı yasakçıların ve Gerici sembollere izin vermeyizci seküler tabanına bir gönderme olarak alalım.
“Tek adam iktidarına karşı yürüdüm”
Fiilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Yeni seçim sistemine atfen yapmış olsa da, genele teşmil bir yüzleşmenin işareti olarak hayra yoralım.
“Sarayın 5 Temmuzuna karşı yürüdük, Bir halk hareketi olarak 15 Temmuz, bir de 20 Temmuz darbesi var”
Aslında birçok kesimin hatta iktidarın içerisinden de özeleştirilerin geldiği bir konu. Biz daha derinlikli düşünüp, daha çok İslami değerlerden neşet eden ama muhafazakar, milliyetçi halk hareketinin 3-5 gün sonra Demokrasi ve Kemalizm’i korumaya dönüştürülmesinin de bir karşı darbe olduğuna yoralım.
“Hitler’in adalet müşaviri Hans Frank’ın hakimlere yönelik ‘Benim yerimde Führer olsaydı nasıl karar verirdi? Bunu düşünün ve öyle karar verin’”
“Bugün Hakimler iktidarın ağzına bakarak karar veriyor. Hakimler kimsenin karşısında ayağa kalkmaz, önünü iliklemez”
Brifing alan Hakimlerin ve Türbelere koşup onlar gibi düşünmeye çalışan hakimlere ağır bir ihtar olarak düşünelim.
“Ben Darbe’nin Siyasi Ayağına karşı yürüdüm”
Yorum yok…
Fazla deşelemeden, doğru kelimeleri farklı bir niyetle söylenmiş olsalar dahi bir gün hatırlatmak için kenara yazmalıyız.
Öyle ya! Biz de yüzleşmeye çağırmalıyız herkesi…
Toplum yüzleşip bu habis urlardan kurtulmadıkça kanserlidir, cahildir, problemlidir, Islah’a önemle muhtaçtır.