Ali Sağıroğlu / HAKSÖZ HABER
Mevdudi’nin güncel anlamı ve “Bir Düşünür Olarak Mevdudi”
2012 yılında Yusuf el-Karadavi tarafından kaleme alınan “Bir Düşünür Olarak Mevdudi” kitabı Ekin yayınları tarafından Türkçeye çevrilip geçtiğimiz Haziran ayında yayınlandı. Ebu’l Ala Mevdudi’nin vefatından bir sene sonra bazı öğrencileri, Mevdudi’nin düşünceleri ve etkileri hakkında Yusuf el-Karadavi’nin kaleminden bir eser talep etmiş. Elimizdeki değerli eser işte bu talebin bir ürünü.
Kitap dört bölümden oluşmakta. İlk iki bölümde, Mevdudi’nin düşüncelerini şekillendiren ortamın tahlili ve onun ıslahatçı düşünce yapısının özelliklerine vurgu yapılırken daha dikkat çekici olan üçüncü bölümde ise Mevdudi’nin düşüncelerini eleştirenlere ve bunların sebeplerine yer verilmekte. Kitap Mevdudi’nin düşüncelerinin bütüncül bir şekilde değerlendirmeye tâbi tutulmasıyla son bulmakta.
Mevdudi’nin düşüncelerinin kendine has özellikleri ve onları diğerlerinden ayıran bariz nitelikleri vardır. Bu özellikleri anlamak için öncelikle, Mevdudi’nin ortaya çıktığı dönemin ve özelde Hindistan, genelde ise bütün İslam aleminde var olan yaygın düşüncelerin tahlilinin yapılması gerekmektedir. Mevdudi’nin yaşadığı 20 yy’da İslam dünyası baştan aşağı batılı güçler tarafından askeri, siyasi ve kültürel sömürge altında bulunmaktaydı. Bununla birlikte özellikle 19 yy’dan itibaren etkisini artıran ihya ve tecdid geleneği ise bu sömürüye karşı takındığı direngen tavırla İslam dünyasının içinde bulunduğu buhranlı durumdan çıkabilmesi için yegane umut kaynağı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Karadavi, o dönemde İslam dünyasında ortaya çıkan düşünce akımlarını yedi başlık altında sınıflandırmış.(s.15) Karadavi geleneksel düşünce yapısına sahip olan sınıfın her türlü yeniye karşı durduğunu, içtihat kapısının kapandığını, zaman ve mekan değişse de her şeyin eskisi gibi kalması gerektiği düşüncesini savunduğunu söylüyor. ‘’Hiçbir yasayla düzenlenmemiş ve hiçbir sistem tarafından yürütülmeyen bir varlık alemi tahayyül eden’’ hurafe düşüncesi olarak adlandırdığı ikinci sınıfa ait kimselerin; akidelerinde şirk, ibadetlerinde bidat ve aşırılık, ahlaklarında boyun eğme ve pasiflik, akıllarında ise körü körüne taklit olduğunu belirtiyor. Batının kuyruğuna takılanlar olarak adlandırdığı diğer bir akımın temsilcileri, batı düşüncesinin öğrencisi olmaktan ziyade -zira öğrenci öğretmeniyle tartışır, fikir alışverişinde bulunur ve öğretmenin bazı fikirlerini kabul eder, bazılarını reddeder - batı düşüncesinin kölesi olmuşlardır. Sürekli mazeret üreten ve yenilgi psikolojisinden çıkamayan diğer bir sınıf, İslam’ı reddetmemelerine rağmen, batının sunduğu her yeni durumu, İslam’a aykırı olsa dahi - batının üstünlüğüne her koşulda inandıklarından ötürü- bir şekilde tevil ederek kabul etmektedir. Kendilerini İslam’a ait hissetseler de özgüveni olmayan diğer bir sınıf ise, Batı’nın hoş karşılamadığı herhangi bir durum karşısında hemen savunmacı ve özür dileyici bir kimliksiz tavra bürünmektedir. Tüm bunların yanında sünneti inkar edip sadece Kuran bize yeter diyenler ve Kadıyanilik düşüncesine sarılıp kurtuluşu onda bulacaklarını düşünenler de söylem ve eylemleriyle İslam toplumunu bir şekilde etkilemişlerdir.
Mevdudi, bir yandan sömürgecilik bir yandan da farklı düşünce akımlarının etkisiyle bir kimlik bunalımına sürüklenen ümmeti, doğrudan ve yoğun bir şekilde etkileyerek ufkunu açan İslami şahsiyetlerin başında gelmektedir. Bu anlamda ümmete kim olduğunu hatırlatmış ve izzetin nerede aranması gerektiğini sözleri ve eylemleriyle göstermeye çalışmıştır. Mevdudi’nin düşüncesinin temel özelliklerine baktığımızda öncelikle akidevi anlamda net olup cahili her türlü kirden arınmış bir İslami kimliğe sahip olmayı önemsediğini görmekteyiz. İkinci temel özelliği ise İslam’ı bütüncül bir şekilde anlamasıdır. Ona göre İslam ibadi, ahlaki, sosyal, iktisadi ve siyasi hayatın tamamını tanzim etmektedir. Allah’ın dininin hayatın belli alanlarında uygulanıp belli alanlarında uygulanamayacağını savunan cahili yaklaşımların hiçbir şekilde Müslümanın hayatında yer etmemesi gerekmektedir. Mevdudi’de öne çıkan bir diğer temel özellik ondaki özgüven duygusunun güçlülüğüdür. Batının İslami kavramlara yoğun şekildeki saldırıları karşısında, öykünmeci bir şekilde İslam adına özür dileyenlerin yolundan gitmemiş, “Hicab” adlı eserinde Batı uygarlığının sosyal yönünü, “Faiz” adlı eserinde ise Batı medeniyetinin üzerine inşa olduğu kapitalist sistemi tenkit etmiştir. (s.33) “İnanıyorsanız, üstün olan sizlersiniz” ayetini hayatı boyunca yaşamlaştıran Mevdudi, o günlerde çok yoğun bir şekilde Batı tarafından taarruza uğrayan İslam dünyası için önemli bir örnek olduğu gibi, Müslümanların kendi kimlik ve kavramlarıyla hesaplaşma içine sokulmaya çalışıldığı şu dönemde de bizler için örneklik teşkil etmektedir.
Mevdudi, sadece akademik bir düşünür ya da sözünü söyledikten sonra hiçbir sorumluluk almadan fildişi kulesine çekilen bir teorisyen değildir. Bilakis o toplumun sorunlarıyla ilgilenen ve toplumun içine düştüğü hastalığa nasıl bir çare sunacağını iyi bilen ıslahatçı bir düşünürdür. Mevdudi, İslam coğrafyasında yaşayan toplumların en temel problemini çağdaşı Seyyid Kutub gibi ‘cahiliye’ olarak tanımlamakta ve cahili anlayışın bertarafı için hem söylem hem eylem düzeyinde mücadele etmektedir. Bu anlamda o sadece kitap neşreden bir yazar değil, düşüncesini bir harekete dönüştüren ve kendisini bu hareketi sürdürülebilir kılacak nesiller yetiştirmekle sorumlu gören bir mümin olmuştur. Bu sorumluluk, onu, bugün ulaştığı kitleler bakımından en büyük İslami hareketlerden biri konumuna gelen Cemaat-i İslami’yi kurmaya yöneltmiştir. Bu sayede dünya üzerindeki farklı yerlerde faaliyet gösteren birçok çağdaş İslami hareketin fikirsel ve eylemsel yönden gelişimini etkilemiştir.
Geçmişte ve günümüzde hiçbir büyük şahsiyet eleştirilmekten kendini beri tutamamıştır. Eserleri ve hareketiyle milyonları etkilemiş ve etkilemeye devam eden, ihya ve tecdit geleneğinin en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Mevdudi’nin de eleştirilmemesi ve kendisine muhalefet edenlerin olmaması düşünülemez. Kitabın müellifi, İslam dünyasını etkileyen düşünce akımları için yaptığı benzer bir sınıflandırmayı Mevdudi’yi eleştirenleri tasnif etmek için de yapmış. Mevdudi’nin verdiği ilk mücadele, batı düşüncesinin kölesi olan ve İslamı bir yaşam biçimi olarak kabul etmeyen grubun eleştirilerine karşıdır. Bu eleştiriler şekli ve tali konularla ilgili olmayıp en temelde ilke ve usulde kendini göstermektedir.(s.85) Mevdudi’nin bu cephenin düşmanlık derecesine varan eleştirilerine karşı yaptığı şahitlik bugün bizler için de örneklik teşkil etmeye devam etmektedir.
Karadavi, Mevdudi’ye yönelik İslam dünyası içinden eleştirilere de kitabında yer vermiş. Ebu’l Hasan en-Nedvi “İslam’ın Siyasi yorumu” isimli kitabında Mevdudi’nin “Kur’an’a Göre Dört Terim” kitabını eleştirir. Aynı şekilde Muhammed Ammara da Mevdudi’nin cahiliye ve tekfir hakkındaki düşüncelerini eleştirmiştir. Ammara, Mevdudi’nin İslam tarihini ve İslam medeniyetinin tamamını da içine alarak günümüz Müslüman toplumlarını cahiliye ile nitelerken aşırıya gittiğini ve bunun tehlikeli olduğunu düşünmektedir.(s.96) Müellif de “İftiraya Maruz Kalmış Tarihimiz” isimli kitabında aynı kanaati paylaşmaktadır. Mevdudi eserlerinde yer verdiği ‘cahili toplum’ tanımıyla birçok kesim tarafından eleştiri almıştır. Fakat o aslında bu yaklaşım ile insanları tekfir etmemiş, İslam coğrafyalarında yaşayan toplumun vahiyle şekillenmediğini bilakis batının değerleri ile kuşatma altında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca “cahiliye” kavramı kendisinin kavramsallaştırdığı ve yalnızca kendisine has bir kavram da değildir. Bu anlamda müellifin, tekfiri benimseyerek aşırıya giden kişilerin tekfirci davranışlarına, Mevdudi’nin bazı ifadelerini dayanak göstermelerinin Mevdudi’yi bağlamayacağı vurgusu önemlidir. Tekfirci söylemin İslam tarihi boyunca ciddi problemlere ve zulümlere sebep olduğu aşikardır ve bu söylem muhakkak eleştirilmelidir. Fakat yanı başımızda Suriye’de yüzbinlerce insanın katledildiği bir vasatta, katilleri İslam dairesinde kabul ederek “Müslümanlar birbirlerini öldürüyorlar” türünden bir söylemin ısrarla kimi çevreler tarafından sürdürülmesi örneğinde olduğu gibi tekfirciliği eleştirirken bir başka yanlışa düşülmemelidir.
Mevdudi’nin demokrasiye karşı bakışı da kitaptaki tasnifte yer alan eleştiri konularından bir tanesidir. Yazar, Mevdudi’nin demokrasiyi reddedip, çok sert bir dille eleştirdiğini ve demokrasiyi Allah’ın hükmüne karşı halkın hükmü olarak gördüğünü belirtmektedir. Halbuki 1957 yılında Pakistan’da cemaatini seçimlere katılmaya ikna etmeye çalışmıştır. (s.35) Bugünden bakıldığında belki bu iki farklı yaklaşımın tutarsızlık taşıdığından söz edebiliriz. Bununla birlikte Mevdudi’nin demokrasiye karşı cephe aldığı zamanlarda Müslümanların Hindistan’da azınlık konumunda olduğunu fakat demokrasiyi savunduğu dönemde ise Hindistan’dan ayrılıp bağımsızlığını kazanan Pakistan’ın İslami bir devlet kurma çabası içinde olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Mevdudi’ye yönelik bir başka eleştiri konusu da Mevdudi’nin eserlerinden, toplumsal dönüşümün sağlanabilmesi için şiddetin bir mücadele yöntemi olarak kullanılabileceğinin çıkarılmasına yöneliktir. Yazar, Mevdudi’nin arzulanan değişimi gerçekleştirmek için silah veya şiddeti bir yöntem olarak benimsemediğini ve askeri darbe yoluyla gelen değişimi kabul etmeyeceğini söyleyerek yerinde bir tespit yapmıştır. (s.79) Ancak liberal bir söylemi de içinde barındıran topyekûn bir şiddet karşıtlığının da ne Mevdudi’nin eserlerinden ne de Kur’an’dan çıkarılabileceğini belirtmeliyiz. Şiddet haksız yere kullanıldığında zulüm olmaktadır. Fakat Keşmir’de, Suriye’de, Filistin’de ve diğer mazlum coğrafyalarda Müslümanların durumuna baktığımızda yeri geldiğinde silahlı mücadelenin gerekli olabileceğini görmekteyiz.
Doğrusu Mevdudi’nin düşünceleri, yapıp ettikleri ve eserleri her insan ürünü gibi hatadan beri değildir ve dolayısıyla eleştiriye açıktır. Fakat İslam’ın hayata hakim kılınması adına mücadele içinde geçen bir ömre karşı değerlendirmelerimizde önceliğimiz insaflı bir şekilde yaklaşmak olmalıdır. Rabbimiz Saff suresinde ‘’Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz’’ buyurmaktadır. Mevdudi savunduğu düşünceleri korkusuzca dile getirmiş ve sorumluluktan hiçbir zaman kaçmayarak yaptıklarını yaşamına şahit kılmıştır.
‘’Yazdığı bütün eserlere bakmadan Mevdudi’nin herhangi bir kitabının bir yerinde zikrettiği bir görüşüne bakarak onun hakkında hüküm verilmemelidir. Zira o bazı kitap ve risalelerini Hindistan’ın henüz bölünmediği, Pakistan devletinin kurulmadığı, kendisinin olgunluk ve tecrübesinin henüz tamamlanmadığı gençlik yıllarında ortaya çıkarmıştır.’’ (s.119) Karadavi bu söylemiyle Mevdudi’nin eserlerini derinlemesine incelediğini göstermektedir. Ayrıca İslami şahsiyetlerin değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken önemli bir usulün altını çizmektedir. Sonuç olarak elimizdeki bu değerli eserin Mevdudi’yi anlamak isteyen okuyuculara önemli katkılar sunacağına inanmaktayız.
Haber görselinde Yusuf el-Karadavi, Mevdudi'nin cenaze namazını kıldırdıktan sonra cemaate konuşma yapıyor.