HAKSÖZ HABER
Toplantı, yürüyüş ve gösterilerle ilgili haklar kanunen de güvence altına alınmasına rağmen uygulamada birçok problemle karşılaşılıyor. AK Parti iktidarının örgütlenme, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri, yürüyüş meselelerinde statükonun birçok anlayışını değiştirmesine rağmen son zamanlarda bazı olaylara ilişkin sergilediği tutumu anlamak mümkün değil. Nitekim bazı Baro başkanlarının barolarla ilgili yapılacak düzenlemeyi protesto yürüyüşüne yapılan müdahale de bunun son örneği. Haklı ya da haksız olduğundan bağımsız olarak insanların yapılacak düzenleme ile ilgili olarak söz söyleme, reddetme, eleştirme, protesto etme hakkı vardır. Şiddet, hakaret vb. durumlar olmamak şartıyla elbette. Dar bir grubun yaptığı Baro eylemine polisiye tedbirlerle yapılan müdahale sonuç olarak hadisenin gündemleşmesini sağladı. Acaba diyoruz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ya da kolluk kuvvetlerinin yöneticilerinin istediği de bunun gündemleşmesi mi? Çünkü akıl, mantık başka tür ihtimal vermiyor bu müdahalenin gerekçesi olarak.
Türkiye’de tutarsızlıklar, çelişkiler ve komediler bitmiyor ki! Yürüyüşü gerçekleştiren Baro başkanları güya özgürlük adına, faşizme karşı çıkma adına yürüyorlar. Nereye? ‘Anıtkabir’e… Tek Parti döneminin daha ilk yıllarında İstanbul Baro Başkanlığını Mustafa Kemal’e ve Hükümete rağmen Lütfi Fikri'nin seçilmesinin intikamını Avukatlık Kanunu’nda yapılan düzenleme ile alınır. Kanun’un 17. Maddesine göre:
"Mevzuu irtica olan yahut milli vahdet ve şuurla telifi mümkün olmayan fiillere müteallik davaları deruhte etmeyi itiyat edenler, disiplin takibatına lüzum kalmaksızın baro idare meclisinin talebi üzerine Haysiyet Divanı kararıyla meslekten çıkartılabilirler.
Muhitindeki temas ve faaliyetleri itibariyle muayyen bir baro mıntıkası dahilinde avukatlık yapmaları milli, mesleki, ahlak veya menfaat bakımından tecviz edilmeyenlerin isimleri baro idare meclislerinin talebi üzerine haysiyet divanı kararıyla mensup baro levhasından silinir.
Bu maddeye göre haysiyet divanı tarafından verilecek kararlar kat'i olup aleyhine hiçbir mercie müracaat edilemez."
Avukatların sadece zapt-u rapt altına alınmasını sağlamıyor bu düzenlemeler. En temelde avukatlık mesleğinin resmi ideolojinin vesayeti altına alınmasını hedeflemekte. Bu tarihsel gerçekler ortada iken bazı Baro temsilcileri faşizme karşı çıkmak için yürüyorlar. Çok uzağa bakmalarına gerek yok!
Avukat Mustafa Doğan İnal da, Baro Başkanlarının Anıtkabir yürüyüşü sırasında dile getirdikleri eleştiri ve talepleri tartışmaya açarken Emniyet’in yasakçı müdahalesiyle nasıl bir mahiyet kazandığına dikkat çekiyor.
Baro’nun Cumhuriyet döneminde resmî ideoloji ve devletle olan ilişkisini sınıfsal bir menfaat ortaklığına çevirdiğini örnekler üzerinden ifade eden Av. İnal buna karşın hukuksuz ve mantıksız bir müdahale biçimiyle Baro’nun eylemini haklı ve kitlesel bir pozisyona taşıyan Ankara Valiliği ve Emniyetinin tutumunu da eleştirdi.
Mustafa Doğan İnal sosyal medya hesabından görüşlerini paylaştı:
“Bazen insan gerçekten hayrete düşüyor. Baro esnafının kişisel konumlarını savunma kaygısı ile başlattıkları eylem, gereksiz bir müdahale ile nerdeyse tüm avukatların sahiplendiği bir sürece dönüştü. Cılız olan eylem, birilerince büyüsün mü istendi acaba?
Cumhuriyet Döneminde Baro/avukatlar ve devlet arasında yaşanan en önemli fikir ayrılığı ve çatışma İstanbul Barosunda Lütfi Fikri'nin Hükümetin ısrarına rağmen baro başkanlığına seçilmesi sürecinde yaşanmıştır. Mustafa Kemal bu durumu acıklı bir olay olarak nitelemiştir.
Akabinde süreç, 1938 tarihli avukatlık kanunu ile avukatlık mesleğinin zapt-u rapt altına alınmasıyla tamamlanacaktır. 27 Haziran 1938 tarih ve 3499 Sayılı Avukatlık Kanunun 117. Maddesine göre:
"Mevzuu irtica olan yahut milli vahdet ve şuurla telifi mümkün olmayan fiillere müteallik davaları deruhte etmeyi itiyat edenler, disiplin takibatına lüzum kalmaksızın baro idare meclisinin talebi üzerine Haysiyet Divanı kararıyla meslekten çıkartılabilirler. Muhitindeki temas ve faaliyetleri itibariyle muayyen bir baro mıntıkası dahilinde avukatlık yapmaları milli, mesleki, ahlak veya menfaat bakımından tecviz edilmeyenlerin isimleri baro idare meclislerinin talebi üzerine haysiyet divanı kararıyla mensup baro levhasından silinir. Bu maddeye göre haysiyet divanı tarafından verilecek kararlar kat'i olup aleyhine hiçbir mercie müracaat edilemez."
Görüleceği üzere serbest bir şekilde ifa edilebilecek olan avukatlık mesleği yerleşik ideolojinin vesayetine alınmaktadır.
Baro başkanları bu bağlamda avukatlığın tarihinde faşizm arıyorlarsa, tek parti dönemine bakmaları yeterlidir.
Yine 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden yalnızca dört gün sonra, dönemin İstanbul Barosu Yönetim Kurulu toplanıp bir karar aldı. Kararın Türkçesini de okuyacaksınız, ama önce ‘‘hukukçası’’:
‘‘Sabık iktidarın zaman-ı idaresinde hukuka aykırı fiil ve hareketleri ika veya bunlara iştirak sebebiyle haklarında açılacak davalarda maznun ve davalıların müdafiiliğinin İstanbul Barosu'na mensup avukatlar tarafından deruhte edilmemesine, ve keyfiyetin Türkiye Baroları'na temenni suretiyle teklifine, keyfiyetin umumi heyete arzına ittifakla.’’
Yani İstanbul Barosu diyordu ki, devrik başbakan Adnan Menderes'in, cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ve suçlanan diğer Demokrat Partililerin avukatlığı alınmasın, onların savunmaları İstanbul Barosu avukatları tarafından yapılmasın.
Şimdi soru şu; geçmişinde tektipçilik ve vesayetçilik olan daha düne kadar kapısında ”başörtülü giremez” yazan,bu yapının gerçek yüzünü topluma anlatmayıp, sıradan bir eylemi “savunma susturuluyor”a evriltenler ne yapmaya çalışıyor?
Baroların geçmişini ve ne kadar savunma tarafında olduğunu tartışmak yerine , 10 dk anitkabire gidecek başkanları engelleyip , baroların bütün geçmişini tartışmayı perdelemek de özel bir çaba ile oluyor sanırım. İnsan gercekten hayret ediyor...”