Yüreklerimiz pas tuttu

Dünya şiddetin kıskacında... İnsanlık âlemi derin bir bunalımda... Varlık sebebini unutan insan, “madde” bağımlısı oldu...

Para ve güç eksenli hayat felsefesi, altta kalanların canını çıkardı...
Artık bir yanımız terör, bir yanımız savaş...
Bu kıskacın içinde bunalıyoruz.
Bunaldıkça bir birimizle dalaşıyoruz.
İnsanın “Ahsen-i takvim” sırrında yaratılmış “Eşref-i mahlûkat” olduğu gerçeğini kavrayamayan, bunu kavrayamadığı için de “Yaradandan ötürü yaradılanı hoş görme” basiretini gösteremeyen ve bu yüzden, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi hor gören nesiller yetiştirdik...
“Anlayış”ın yerini “şiddet” aldı... “Barış”ın yerini “kavga”... “Sevgi”nin tahtına “kin” oturdu... “Müsamaha”nın yerine “öfke” geldi... “Helâlinden kazanma” düşüncesi, “Ne pahasına olursa olsun kazanma” hırsına dönüştü.
Devletlere de, insanlara da şiddet hâkim oldu. Artık güçlü devletler daha güçsüz devletlere saldırıyor (maddeci insan ihtirasına iki Dünya Savaşı yetmemiş olmalı ki, yeni savaşlarda kendini tüketiyor)...
Olumsuz tabloyu normal yollardan değiştirme umudunu yitiren gruplar ve grupçuklar, terörden medet umuyor...
Terör zaman zaman bireyselleşip Samsun’da Ahmet Türk’ün, Kayseri’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın burnuna yumruk olup iniyor!..
Ne bir “haksızlık yapma” endişesi, ne bir “kul hakkı” korkusu, ne “sevap”, “günah” endişesi...
Gençlerimize çoktandır öfke hükmediyor.
Bu tablo dünyaya Batı’nın armağanı!
Yoksa Devr-i Saadet’i en iyi şekilde kendi çağına yansıtan Selçuklu-Osmanlı terkibi içinde şiddete yer yok...
Hoşgörüsüzlüğe yer yok... Anlayışsızlığa yer yok... Zorlamaya, horlamaya yer yok...
Çünkü bu terkipte insan “kutsal varlık”tır ve “Her şey insan için”dir.
Bu anlayışı terk ettik edeli, gitgide “İnsan insanın kurdu” haline geldi...
Batı’lı “aydınlanmacı”ların (her konuda akla öncelik tanıyan düşünce sisteminin etkisi ile 18. Yüzyıl’da Avrupa’da bilimde ve felsefede büyük gelişmelerin olduğu döneme “Aydınlanma Çağı” deniyor) dünyaya dayattığı “Yeni Yaşam Modeli” böyle bir sonuç verdi işte.
“Allah sadece insanın var ve yok olmasına karar verir” dediler, “bu ikisinin arasındaki bölgede, yani hayatın içinde (haşa) Allah’a yer yoktur, her şeye akıl karar verir”.
Böylece “Deist” (akılcı) eksende yeni bir dünya kuruldu. İnsanın Allah’la irtibatı koparıldı...
Bununla birlikte insan, kendini “yanlış”tan ve “günah”tan koruyan manevi dizginlerinden kurtulmuştu. “Kutsal” ile ilişkisi kalmamıştı.
Sonuç olarak hem bencilleşti, hem de acımasızlaştı. “Daha fazla para kazanma”, kazanıp daha çok güçlenme ihtirası insan hayatına hükmetmeye başladı...
Ezebildiğini ezdi, ezemediğine “bende” oldu; kimi zaman eğilip büküldü, ezilip büzüldü; gitgide insanlıktan çıkıp alabildiğine vahşileşti.
Havayı kirletti, denizleri kirletti, ozon tabakasını deldi. Hiçbir tedbir almadan kurduğu fabrikalarla çevreyi, eğlence düşkünlüğüyle (uyuşturucu dahil) hayatı kirletti!
Geliri arttı belki, ama hiçbir kural tanımayan “kazanma” hırsı, envai çeşit ayrımcılığı ve eşitsizliği de beraberinde getirdi...
Dünyanın tüm gelirinin yüzde yetmişini yüzde otuzluk bir “kaymak tabaka” yiyor, geriye kalan yüzde yetmişlik ekseriyet ise dünyadan yalnızca yüzde otuz pay alabiliyor...
Dünya nüfusunun neredeyse yarısı açlık sınırında... Milyonlar ne doğru dürüst doyuyor, ne de sağlıklı içme suyuna ulaşabiliyor...
Bir kesim dünyalı fazla gıda almaktan, diğer kesim dünyalı ise açlıktan ölüyor!
Ahlâkî normlar da zaten hızlı üretim-tüketim kıskacında yaralanıp berelendi.
Bu son derece dramatik olgunun değişmesi ise hayli zor görünüyor.
Bu da geniş kitleleri umutsuzluğa düşürüyor. Umutsuzlukların içinden terör fışkırıyor.
İnsanlık uzun zamandır üretim-tüketim kıskacına sıkışmış durumda... Bir bölümü çok çalışıp aç yatarken, bir kısmı az çalışıp çok kazanıyor, ultra lüks yaşıyor, fakirin hakkını kemiriyor, hukukunu gasp ediyor... Nihayet “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” atasözü hükmünü icra etti ve paylaşımsız zenginlikle sabırsız fakirlik arasındaki uçurumlardan komünizm doğdu.
“Onlarda her şey var, ama bizde hiçbir şey yok” diyenler Rusya’da 1917’de ayaklanıp zenginleri fukaralaştırdılar, ama “insanlar arasında eşitlik” vadeden komünizmin hızla devlet kapitalizmine dönüşmesini engelleyemediler...
Geniş kitleler yine mutsuz, yine çaresizdi. Hiçbir beşeri reçetede aranan huzur ve saadet bulunamamıştı. Bu noktada kitleler, yeni bir çare arayışına çıktı.
Gözler ister istemez “Devr-i Saadet”e döndü.
Yarın devam edelim inşallah.

VAKİT