Yunanistan başbakanı Miçotakis, yüzünde bir maske varmış gibi duran
tebessümüyle geldi- gitti.. Evet, Miçotakis- Erdoğan Görüşmesi'nde - HAMAS'ın bir terör örgütü olarak görüldüğü' şeklindeki Yunan görüşü dışında- bir çok noktadaki pürüzlü meseleler etrafında, açık yüreklilikle müzakereler yapılabilmesi elbette memnuniyet vericidir.
Önce şu gerçeği kabul etmek gerekir: Her devlet, önce, elbette kendi ülke ve halkının maslahatını düşünür ve hiç bir devletin asıl niyeti, başka bir ülkenin daha güçlü ve huzurlu bir duruma gelmesi değildir. Hiç bir ülke de, diğerinin ezelî ve ebedî dostu ve de düşmanı değildir. Ama, her devlet, özellikle de komşusu olan ülke, devlet ve halkların huzurlu olmasını ister. Çünkü, 'Komşuda pişer, bize de düşer..' deyimi, sadece imkân ve nimetler açısından değil, felâket ve külfetler açısından da bir gerçeği ifade eder.
Grek/ Yunan halkı 450 yıl Osmanlı hâkimiyetinde yaşamıştır. Bir halkın, kendisine yabancı bir dünyanın hâkimiyeti altında yaşaması, 50-100 yılı bile aştığında kendisinin hemen hemen bütün aslî özelliklerini yitirir.
Ama, Hristiyan yunan halkı, 450 yılı bulan bir süre boyunca Müslüman bir gücün hâkimiyeti altında yaşadığı halde, ne dinini yitirmiştir, ne dilini, ne de diğer kendine özgü örf ve âdetlerini.. Bu durum, Osmanlıların veya onun etnik açıdan en etkin unsuru olan bir kavmin üstünlüğünden değil, İslâm'ın, Müslüman olmayan kişi veya halklara, herhangi bir 'din dayatması' yapılamayacağı açısından, ortaya çıkan ilginç bir tablodur. Nitekim, bizim sosyal hayatımızdan İslam uzaklaştırılmaya çalışılınca, bu durum, bırakalım, gayrimüslim halkları; hattâ aynı sosyal bünye içinde inanç potasında kaynaşmış farklı etnik-sosyal Müslüman unsurlar bile, kemalist-laik uygulamaların en dayatmacı özellikleri altında eritilme ve hattâ yok sayılma çabalarının hedefi olmuşlardır. Şimdilerde biraz-biraz, o derin yaraya, 'inanç merhemi' sürülerek acılar giderilmeye çalışılmaktadır.
*
Milâdî-1800'ün başlarında, ünlü Fransız yazar René Chateaubriand, Paris'ten Kudüs'e kadar süren ve o zamana göre uzuun bir yolculuk sırasında, Osmanlı yönetimi altında yaşayan Grek halkına neredeyse ağıt yakacak kadar acınası ve sadece yaşamış olmak için yaşayan, uyuşuk bir halktan ve Osmanlı Paşası'nın da o itaatkâr halkı rahatsız etmeyecek bir yönetim tarzı geliştirdiğinden söz eder. Ama, aradan 15-20 yıl geçmeden nasıl olup da, o uyuşuk halkın Osmanlı'ya karşı çetin bir ayaklanmaya kalkıştığını izah etmek zordur.
Denilebilir ki, 1789/ Fransız İhtilâli'nin Avrupa toplumlarında etnik unsurların nasyonalist, hattâ şovenist duygularla harekete geçmesinde özel bir yeri vardır.
Ondan sonra, özellikle 1800'lerden itibaren, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin kültürlerinde sürekli vurgulanan romantik bir Helenizm/ grekçilik/ yunancılık aşkının uyandığını hatırlamak gerekir. Avrupa kültürünün dört temel sütunundan söz edilir:
'Roma rasyonalizmi /akılcılığı,
Grek idealizmi ve romantizmi,
Hristiyan sosyalizmi,
Germen personalizmi/ şahsiyetçiliği..'
Hattâ o kadar ki, İngiliz şairlerinden Lord Byron Yunan isyanlarında Müslüman Osmanlı'ya karşı savaşa katılmak üzere bizzat silahlı mücadele alanında yer almış ve mücadeleler içinde öldürülmüştür.
Yunan İsyanı, 1821'de istiklalle noktalanınca, Müslüman halkın nasıl korkunç şekilde katledildiği de bir ayrı konu..
Yunanistan Devletinin doğuşunu kolaylaştırmak için, sadece Avrupa'nın güçlü devletleri değil, Rusya'nın da Osmanlı aleyhine bir sonuç çıkması için Osmanlı Donanması'nın yok edilmesi gibi nice entrikaların içinde Avrupa ülkeleriyle işbirliği içinde olduğu unutulmamalıdır.
Ki, Yunan siyasetçilerinin, kendi halklarına hemen daima , bir Türkiye ve Osmanlı ve Müslüman korkusu şırıngaladığı bilinmektedir.. 1897'de Osmanlı'ya saldırdıklarında, Gazi Edhem Paşa kumandasındaki Osmanlı Ordusu 1 ay içinde Atina'ya dayanınca, bütün Avrupa, 'Yunanistan'ı yedirmeyiz!' diye ayağa kalkmış ve de yedirmemişlerdi.
Ve unutulmamalıdır ki, Yunan resmî marşında, bugün de yer almakta olan 'düşman'ın kim olduğunu ayrıca söylemeye gerek yok.. Tamam, iyi komşuluk olsun, ama, iyi komşuya böylesine azgınca saldırıları devamlı, her ulusal marş okunuşunda devamlı tekrarlayan bir komşunun iyi niyetine nasıl inanılır?
O 'ulusal marş'ta,
'(...) Köpekler azalıyorlardı,
Ve 'Allah- Allah!' diye bağırıyorlardı..
Fakat, Hıristiyanların dudakları daha doğruydu:
'Ateş!' diye bağırıyorlardı, 'Ateş!'
şeklindeki sözlerin bulunduğunu hatırlatmak bile durumu izaha yeter..
Yunan yazarı Kazancakis de, 'Girit İsyanı'nı romanlaştırdığı eserinde, Venizelos'un liderliğindeki isyancılara, 'Ey benim sivri, keskin kılıcım.. / Sen Osmanlıyı iyi kesersin..' teranesini söyletir..
*
Tamam, eski düşmanlıklar unutulsun, ama.. Sahte tebessümler de terkedilsin..
Miçotakis, 2 sene önce, Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmada, Kıbrıs konusuna gelince, Türkiye'nin 1974'deki Kıbrıs Çıkarması'nı hatırlatarak, 'Helenizmin 48 yıllık acılarının artık dindirilmesi için' yardım istememiş miydi? Dakikalarca ve ayakta alkışlanarak..
*
Bugün, Lozan Antlaşması'na göre askersiz ve silahsız bulundurulması gereken Ege adalarında ve de Batı Trakya'da, Edirne'de sınırın öte yakasında, Amerika'nın 7 ayrı üssü bulunmaktadır.. Bu Amerikan 'üss'leri , Yunanistan'ı, doğusundaki hangi düşmana karşı korumak içindir; izah edilebilir mi?
Üstelik de, Türkiye ve Yunanistan; ikisi de NATO üyesi iken..
2-3 yıl önce, Osmanlı döneminin anlatan bir tarih dizisi Yunan televizyonunda gösterildiği zaman, yazarı olan tarihçi, Osmanlı'yı saygılı bir dille anlatınca, o dizi, 3'ncü bölümünde durdurulmuştu..
Şunu da hatırlayalım ki, 500 yıl kadar Müslümanların elinde ve bir Müslüman şehri olan Selanik'te irili- ufaklı 150'yi aşkın câmi varken, (Göz doktoru Erhan Sarışın'ın ilginç araştırmasından da anlaşılacağı üzere) bugün bir tane bile câmi yoktur; hepsi yerle bir edilmiştir..
Batı Trakya Müslümanlarına yapılan baskılar ise, daha bir ayrı konu ve mesele..
Miçotakis'in yüzündeki tebessüm, samimî olur ve gerçek bir iyi komşu olmak isterse, karşılığını da bulur..
STAR