Yasin Aktay / Yeni Şafak
Yunanistan göçmenlere karşı kimin adına savaşıyor?
Yunanistan’ın uzun süredir taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olarak, ülkesine ayak basan göçmenlerin çoğunu iterek, insanlık dışı muamele ederek, Türkiye’ye geri gönderdiğine hatta Akdeniz’in mavi sularında botlarını batırmak suretiyle ölüme gönderdiğine dair haberleri izliyoruz.
Bu insanlık dışı muamelelerin göçmenlere karşı Yunanistan’ın kendi politikası mı olduğu yoksa Yunanistan’ın bunu bütün Avrupa adına vekaleten mi yürüttüğü ise kuşkusuz asıl sorudur. Zira Yunanistan’a ayak basan göçmenlerin çok azı burada kalıyor, neredeyse tamamına yakını Avrupa’nın başka ülkelerine bir yolunu bulup geçiyor.
Yunanistan göçmenler için cazip bir yer değil, çünkü ekonomisi çok kötü, kendisi AB desteğiyle ayakta durabildiği için göçmenlere vaat edebileceği hiçbir cazibe yok. Bu durumda Yunanistan’ın aslında bu kadar ağır insan hakkı ihlallerini ve taraf olduğu sözleşmelere aykırı davranmayı göze almasını gerektiren ciddi bir tehlike yok kendisi açısından. Dolayısıyla bu ihlalleri Yunanistan’ın bütün bir Avrupa adına yapıyor olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yıl ki BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bu ihlallere dair Yunanistan’a yönelttiği eleştiriler de “Yunanistan sana söylüyorum AB sen işit” kabilinden sözlerdi aslında. Erdoğan konuşmasında Mülteci krizinin, kendilerine daha iyi bir gelecek aramak için yola çıkan masumların botlarını batırıp onları ölüme terk etmekle, sınırlara duvarlar örmekle, insanları toplama kamplarına doldurmakla çözülemeyeceğini, bu krizin çözümünün, insanı ve insan hayatını merkeze alan gayretlerden geçtiğini ifade etmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “hal böyleyken Yunanistan’ın Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de göçmenlere yönelik zulümlerinin giderek arttığına” da dikkat çekmiş ve ardından Ege’de botları batırılan ve boğularak hayatını kaybeden çocukların fotoğrafını göstererek şunları söylemişti:
“Türkiye olarak biz, yeni Aylan bebeklerin cesetleri kıyılara vurmasın diye çırpınırken, Yunanistan, hukuksuz, pervasız geri itmeleriyle Ege’yi bir mülteci mezarlığına çevirmektedir. Geçen hafta 9 aylık Asım bebek ve 4 yaşında Abdülvahap, aileleriyle birlikte Yunan sahil güvenlik güçlerinin botlarını batırması sonucu vefat etmiştir. AB ve BM kurumlarının insanlığa karşı suç teşkil eden bu acımasızlıklara artık bir ‘Dur’ demesinin vakti çoktan gelmiştir”
Erdoğan’ın bu sözleri Yunanistan basını tarafından manşetlere taşınmış ve Erdoğan’ın Yunanistan’a saldırmak için yaptığı temelsiz bir propaganda olarak nitelenmişti.
Geçtiğimiz günlerde Aljazeera’da yayınlanan belgesel ilk defa Yunanistan’ın ihlallerini bu kadar açık bir biçimde bütün dünyaya göstermiş oldu.
Aljazeera yayın kuruluşunun en etkili programlarından biri olan ve şimdiye kadar çok kritik olaylarla ilgili çok başarılı belgesellere imza atmış olan “Ma khafiya a’zam” (gizli kalan görünenden büyüktür) Yunanistan’ın ihlalleriyle ve bu ihlallerin ilişki, boyut ve detaylarıyla ilgili çok ciddi fotoğraf ve görüntülere ulaşarak çok değerli bir belgesel ortaya koymuş. Olayları ve görüntüleri Yunan resmi makamlarına da sorarak onların cevaplarını ve tepkilerini de belgesele dahil etmiş.
Belgeselde şimdiye kadar bir söylenti olarak değerlendirilen, göçmenlere karşı adeta bir savaş mantığıyla Yunan makamlarınca kullanılan özel bazı birliklerin detayları belgelenmiş. Bu iş için oluşturulmuş olan ve “Gölge Ordu” olarak isimlendirilen maskeli birliklerin yakaladıkları göçmenleri dövüyor, işkence yapıyor, tüm eşyalarını çalıp Türkiye’de doğru itiyor. Tabi burada bu zulme maruz kalan göçmenler yine bir miktar şanslı sayılıyor, Akdeniz’de göçmenlerin bindikleri botların delinerek batırılması ve göçmenlerin boğularak ölüme terkedilmesi de göçmenlere karşı mücadelenin rutinleri haline gelmiş.
Belgesel gizli olanı aşikar etmeye çalışmış ama iddiası gizli olanın hepsini aşikar edebilmek değil, gizli kalan hakkında bir fikir vermek. Mesela Yunan hükümeti şu ana kadar maskeli birliklerin veya bir ordunun varlığını kabul etmedi. Ancak görüntüler, maskeli birliklerin Avrupa güvenlik servislerinin gözü önünde mültecileri taciz ettiğini gözler önüne seriyor. Oldukça profesyonel ve eğitimli olarak iş gören bu “gölge ordu”da Arap kökenli insanların da görev aldığı belgeselde ortaya konuluyor.
Aljazeera’de yayınlanan Belgeselin başarılı yapımcısı Tamir el-Mishal, İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu ile de konuyla ilgili kapsamlı bir görüşme yapmış
İçişleri Bakanlığı›nın paylaştığı verilere göre, Yunanistan 2020›den bu yana 14 bin 987›si kara sınırından olmak üzere 61 bin 737 göçmeni Türkiye›ye bu yollarla geri göndermiş. Bu esnada geri itmeye maruz kalan 152 göçmen ölmüş, 200’ü ise yaralanmıştır, ama bu rakamlar tespit edilmiş olan rakamlar, bunun dışında gizli kalanların çok daha fazla olduğu tahmin edilebilir.
Düzensiz göçmenlerle mücadele kavramının giderek dünyamızda hoş görülmeye başlanması bu mücadele adına ortaya konulan şiddeti, hak ihlallerini de adeta normalleştiriyor. Aslında en büyük sorun bu. Göçmenliği yaratan koşullara karşı insanlık adına bir sorumluluk üretmeden, hatta bu sorunu daha fazla besleyen tutumuyla dünyamız bu sorumsuzluğunun sonucuyla yüzleşme sorumluluğundan da kolayca kaçmanın yolunu arıyor.
Öyle görünüyor ki, tam da bu zemin, Yunanistan’ın kendisini uluslararası sözleşmeler ve hukuk nezdinde insanlık suçlusu konumuna düşürecek ihlallerde cesaretlendiriyor. Çünkü göçmenlere karşı verdiği mücadeleyi kendi adına değil, Avrupa adına, yani uluslararası sözleşmeler ve hukuk konusunda yaptırımı olan güçler adına veriyor.