Başbakan Erdoğan’ın rektörlerle toplantısını protesto etmek amacıyla yürüyüş yapan öğrencilerle polis arasında meydana gelen ‘çatışma’ sonrasında yaşanan gelişme ve tartışmaların dışında kalmak neredeyse mümkün değil. SBF’de Burhan Kuzu’nun öğrenciler tarafından yumurta atılarak susturulması, salondan çıkmaya zorlanması da ‘demokrasinin cilveleri’ olarak nitelendi.
Sol-sosyalist öğrencilerin talepleri, protestoları, çatışma ve şiddeti içselleştiren eylemleri yeni değil elbet. Üniversitelere hâkim olmak isteyen “AKP gericiliği”ne pozitivist-ilerlemeci felsefeleri gereğince “geçit yok!” diyorlar. “AKP defol, üniversiteler bizimdir!” şiarıyla cephe savunması yapıyorlar. Amaç üniversitelerde “dinci-gerici” kadrolaşmanın ve ideolojinin önünü almak olunca sosyalist devrimciler bütün imkân ve araçları seferber ederek cephe mücadelesini örüyorlar.
Sol-sosyalist öğrencilerin toplumsal taban ve siyasal meşruiyetleri son derece zayıf olduğu için cephe mantığı ile hareket ediyorlar. Stratejilerini AK Parti’yi yıpratmak, mensuplarını küçük düşürmek üzerine oturttukları için merkez medyadan beklediklerinden daha fazla destek hatta teşvik görüyorlar. Sol-sosyalist taleplerin beyanından ziyade AK Parti düşmanlığı üzerine odaklanan haber ve görüntülerin öne çıkması tesadüf değil.
Bu süreçte Kemalist CHP kadar Kemalist sermayenin merkez üssü TÜSİAD da protestocu öğrencilere sahip çıktı. Şaşılacak bir şey ki; CHP ve TÜSİAD üniversitelere, gençlere, muhalefete dair hükümet tarafından yöneltilen ‘baskılara’ karşı adeta liberal-demokrat bir siyasal söylem inşa etme sürecine girdiler. Birkaç yüz üniversite öğrencisi bir haftalık devrimci eylemlilikleriyle statükonun sahiplerini, sözcülerini değiştirme-dönüştürme imkânını mı yakalamıştı acaba?
Merkez medya, Kemalist ulusalcılar, TÜSİAD bayram değil seyran değilken sol-sosyalist öğrencileri neden öptü acaba? Bugün, rektörlerin öncülüğünde “ordu göreve” pankartlarının ardında öğrenci yürütme imkânı bulamayanların yumurta güzellemesine razı olmak zorunda kaldıklarının bir göstergesi olmasın bu gelişmeler!?
Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantıları protesto eden, toplantı salonuna girmeyi ve görüşlerini bir rapor halinde sunmayı talep eden sol-sosyalist öğrencilerin daha önceden bu tür talepleri olmuş muydu? Bildiğim kadarıyla hayır.
Mesela Levent’teki Harp Akademileri’nde gerek NATO ile gerekse İsrail’le ittifak adı altında emperyalizm ve siyonizmle işbirliği toplantıları tertip ediliyor. Hiç Harp Akademileri’ne girmeyi denediler veya düşündüler mi acaba?
MGK iki ayda bir toplanıyor ve ülkenin geleceği ile ilgili çok önemli kararlar alıyor. Fakat ben şimdiye kadar hiç MGK toplantılarına girmek veya protesto etmek isteyen devrimci sol-sosyalist örgüte şahit olamadım. Ya siz?
Daha can yakıcı bir örnek verelim isterseniz. Üsküdar’daki 1. Ordu Komutanlığı’nda en ince detaylarına kadar bütün planlarıyla tekmil olunan Balyoz Darbe Planı’nın yapıldığı harekât dairesine girmek, yerinde inceleme yapmak ve Ergenekon askeri cuntasına karşı muhalefet bayrağı yükseltmek seçeneği neden hiçbir sol-sosyalist örgütün aklına gelmez?
Başta Hurşit Tolon, Çetin Doğan olmak üzere üniversiteleri mekân tutan emekli generallerin protesto edildiği, yumurta yağmuruna tutulup kapı dışarı edildiği devrimci veya demokratik bir eylem olmaması sıradan bir unutkanlık olmasa gerek. Tutarlılık ve vicdan testine çok meraklı sonradan görmelere bunları hatırlatmamız çok görülmesin.
Eylemlere müdahale eden polisin tavrı yine çok çirkin benzetmeler eşliğinde sorgulanıyor. Deniyor ki: “Türban ve Gazze eylemcilerine polis neden şiddet kullanmadı, hatta müsamaha gösterdi?” Nasılsa bu aydınlanmış beyler ve hanımlar dışında hepimiz balık hafızalı ve kıyas özürlüyüz ya!
Devrim yolunda silahlar değil bu kez “yumurtalar” konuşmuştu! Fabrikalar, tarlalar değil belki de üniversiteler mekân olacaktı devrime. Hem de bu kez işçiler, çiftçiler, ezilenler değil küçük burjuva denilen öğrenciler öncüydüler. Dinci-gerici sivil diktaya karşı Kemalist, militarist, sermayedar, statükocu her kim varsa sol-sosyalist gençliğin yanında saf tutuyordu.
Oh ne ala memleket, ne ala devrim! Gül Devrimi, Turuncu Devrim derken şimdi de Yumurta Devrimi. Üstelik ABD veya Soros patentli değil TÜSİAD, CHP ve Merkez Medya’nın illizyonu ve manipülasyonu eşliğinde.
Konuya bir sonraki yazıda devam edelim inşa-Allah.
Not: Bu makale aynı zamanda 12 Aralık 2010 Pazar günlü Yeni Akit Gazetesi'nde yayınlanmıştır.