Faruk Beşer’in konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (23.06.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Yükselmenin Yasaları
Mümin sebepleri de bir yaratanın olduğuna, müsebbibu’l-esbab’ın bulunduğuna inanır. Tıpkı kaderin üstünde bir kader vardır dendiği gibi. Her hangi bir oluşun son merhalede mutlaka bir sebebi vardır. O oluşun gerçekleşmesini isteyen, işte o sebebe sarılmalıdır, ancak onun bütün hal ve harekâtının, ahlak ve davranışlarının oluşturacağı bir toplam sebep de olduğu gibi, toplumları ilgilendiren konularda bütün fertlerin bu toplam sebeplerinin hepsinin birden oluşturacağı bir en üst sebep de vardır ki, o da Allah’ın irade ve meşietinin sebebidir. Demiştik ki, biz olaylara en son sebepleriyle baktığımız için üst sebepleri fark edemeyebiliriz. Size toplumların ve özellikle de İslam ümmetinin yükselişi ve alçalışı ile ilgili olarak Allah’ın kitabından ve onun beyanı olan Sünnetten öğrendiğimiz bu üst sebeplerle ya da Allah’ın yarattığı şaşmaz toplum yasalarıyla ilgili bazı kurallardan söz etmek istiyorum. Bunların bilimsel ispatı olmayabilir, bu bir iman meselesidir, Allah öyle diyorsa mümin öyle inanır. İkinci olarak da tarihi böyle bir süzgeçten geçirdiğimizde bunun doğruluğuna kanaat getirebiliriz.
Önce İmam Malik’in şu çok anlamlı sözünü hatırlatalım: ‘Bu ümmetin ilki ne ile salah bulmuşsa, sonu da ancak onunla salah bulabilir’. Yani iflah olmak, aşağılanmaktan kurtulmak, onur ve izzet kazanmak için yeni formüller aramaya gerek yok. Sadece ilk sebepleri iyi kavramamız ve zamanımız için ne yapmamız gerekiyorsa onları eksiksiz yapmamız yeterli. Biz herhangi bir oluşumun bağlandığı son sebebi devreye sokarsak sebepler üstü sebepler kendiliğinden oluşmuş olur.
Bu toplum yasalarına geçmeden önce şunu da söyleyelim; insan iradesinin oluşturduğu sebepler toplamının, tabir hoş değil ama Allah’ın fiili olarak yansıması da Sünnetullahtır. Sünnetullaha Allah’ın şaşmaz yasaları diyebiliriz. ‘Sünnetullah’ta değişme olmaz’, ama yapıp ettiklerinizle onun oluşmasının sebebi olabilirsiniz. Burada da tıpkı kader konusunda olduğu gibi bir zaman aşılması, önü sonu belli olmayan bir döngü söz konusudur. Allah murad etmişse biz sebeplere sarılırız, biz sebeplere sarılacağımız için Allah murad etmiş. Hangisi önce? İşte işin sırrı burada. Sizin iradeniz var, ama yine de O dilemeden siz dileyemezsiniz. Bu da aynen öyle.
Gelelim bu umumi yasalara
‘İnsan için kendi çabasından başkası yoktur’ (en-Necm 39). Demek ki, Allah’ın dilemesi ve sebepleri yaratması bizim sa’yimize göredir ve yükselenler için kura çekilmez.
‘Hûd (sa), kavmine dedi ki, rabbinizden mağfiret isteyin, sonra da O’na dönün ki, sema kapılarını size şarıl şarıl açsın, gücünüze güç katsın. Bu günahkâr halinizle dönüp gitmeyin’ (Hûd 52). Bereketin, rızkın, güçlü olmanın manevi sebeplerinden birisi bu. İnsanın hatalarını görüp Allah’tan bağışlanma dilemesi ve sonra O’nun yoluna girmesi. Demek ki, bir dönemde hata yapmış olsak bile bunun telafisi mümkün.
‘Ey peygamber, müminleri savaşa hazırla. De ki, sizin sabırlı yirmi kişiniz iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz kâfirlerden bin kişiyi yener. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Ama şimdi Allah sizde bir zaaf gördüğü için yükünüzü hafifletti. Bu durumda sizin sabırlı yüz kişiniz iki yüz kişiye galip gelir. Sizin bin kişiniz Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir. ’ (Enfal 65-66). Demek ki mesele iman gücü ve sabırla da alakalı. Bu ayetlerden İslam âlimleri imanlı ve dirençli olmaları halinde müminlerin kendilerinden on kat fazla düşmanı alt edebilecekleri sonucunu çıkarmışlar. O halde bu önceki bir durumun tespiti/haber değil, Allah’ın böyle olunmasını istemesidir. Yani eğer siz böyle iseniz sizden on kat fazla düşmanla savaşabilirsiniz demektir. İmanda ve sabırda kalite düşüp zaaf oluşunca dengeler değişir. Yani Isfehanî’nin dediği gibi, bu ayetler neshedilmiş değildir.
‘Anlama’ diye çevirdiğimiz ‘fıkıh’, Allah’ın kelamının iyi kavranmasıdır. Demek ki, böyle ince bir anlayış mümine Allah’ın rızasının büyüklüğünü, dünyanın değersizliğini ve ölümden korkmamayı da öğretir. Aynı şekilde meselenin esasını fıkhedemeyen kâfir ise varlığı dünyadan ibaret sanır ve elinden çıkmasından korkar, cesareti kırılır, mağlup olur.
‘Allah size yardım/nusret ederse sizi artık kimse mağlup edemez. Ama sizden desteğini keserse O’nun dışında size kim yardım edebilir? O halde müminler sadece Allah’a dayansınlar (Âl-i İmran 160). Allah’ın Nusret etmesi ise müminlerin O’ndan taraf olmalarına bağlıdır. ‘Ey müminler, eğer siz Allah’a nusret ederseniz O da size nusret eder ve ayaklarınızı sabit kılar’ (Muhammed 7). Bir kural da bu.
Allah’a dayanma, O’na tevekkül etme elbette kişinin kendi oluşturması gereken sebepleri oluşturmasından sonraki güvenin adıdır.