Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, T.C. rejiminin en tepe noktasındaki isim olarak ve diğer sorumlular da ondan geri kalmıyacak şekilde, Irak’daki son karışıklıklar üzerine, özellikle türkmenlerin yalnız bırakılmayacaklarına ve onların yardımına koşulacağına dair sözler söylüyorlar.
Kaldı ki, bu sözlerin hele de diplomatik açıdan kolayca yerine getirilemiyeceği anlaşılmalıdır. Osmanlı’nın çöküşünden sonra ingilizlerin ve daha sonra da emperyalist güç odaklarının kuklalarının eline geçen Irak ülkesi, kendi iç siyasetine uygun olmayan her durum karşısında komşularına, ‘İçişlerimize karışma!.’ ikazını yapmaktaydı. Bu durum yine tekrarlanabilir.
Hatırlayalım ki, geçmiş 80 yıl boyunca hatırlanmayan türkmenler, Saddam’ın 35 yıllık Baasçı diktatörlük sisteminin yıkılması, iç düzen ve otoritenin bozulmasından sonra, âdetâ, ‘selden kütük kapmak’ hevesi sergilenircesine, hatırlanmış ve sayıları hattâ 3,5 milyon olarak bile telaffuz edilmeye başlanmıştı, bazı türkçü kişi ve çevrelerce..
Irak türkmenleri ise, ‘Bizi 80 yıl hatırlamamışken, bu aşkınız nereden depreşti böyle?’ diye hayret etmekten kendilerini alamadılar.
Açıktır ki, bu yaklaşım, ‘Bütün müslümanlar kardeştir!’ dedikten sonra, ‘türk / türkmen olanlar daha bir kardeştir..’ mânâsı içermesi açısından, ancak, ‘Başka etnik kökenliler de kendi kavimlerine sahib çıksınlar!’ demek gibi bir kavmiyetçi fitne ateşinin alevlenmesine hizmet eder. Ki, bu fitne ateşi, müslüman toplumların hele son 150 yıldır maruz kaldığı en büyük bulaşıcı hastalık ve başkalarının da arabcılık, kürdçülük, farsçılık vs. yapmasına bir çağrı mahiyetindedir.
Başkalarının yanlış yapması, mukabil yanlışlar yapılmasını gerektirmez ve meşrû’ kılmaz.
İslam’a cihanşumûl bir ideal insaniyet projesi olarak bağlı olanlar, herhangi bir etnik ayırım yapmadan, bütün müslüman ve mustez’afları içine alan bir cihanşumûl insanî- İslamî anlayışın bayrakdarlığını yapmak zorundadır.
Aksi halde, ‘Bu ne perhiz, bu ne turşu..’ dedirttirecek bir duruma düşülür.
Hele de kendi ülkenizde de değişik etnik unsurlardan bir halk yaşıyorsa, siz sadece türkmenler sözkonusu olunca, onlar üzerine daha bir titrerseniz; birileri de sizin iç bünyenizdeki kavmî-etnik farklılıkları kaşımaya-kanatmaya yeniden kalkışmak için eline bir fırsat ve dayanak elde etmiş olur.
Bu bakımdan, Tayyîb Erdoğan’ın, ‘türk, kürd, arab, laz, çerkez, gürcü, boşnak, arnavud, pomak, tatar, roman, abaza vs..’ etnik unsurlardan oluşan bir sosyolojik üniteyi, ‘aynı inanç potasında kaynaşmış tek bir millet..’ olarak anladığını anlatmaya çalışmasına rağmen, bizzat bazı Bakan’ların bile ‘millet’ terimini, etnik mânâda bir sosyolojik kavram olarak anladıklarını gösterecek şekilde, alışkanlıklarını terketmemeleri, hattâ bir takım ‘bakan’ların ve diğer üst kademe devlet ricalinin, ‘millet’ terimini tek bir kavim için ve yüceltici bir vurgulamayla kullanmaları esef edilecek bir durumdur.