Bütün bir toplumdan "Yüce Türk adaleti önünde boynumuz kıldan incedir" repliğine uygun düşen bir rol oynamasını bekleyen hatta bunu dayatan kimi amigo ve besleme aydınların kılavuzluğu nasıl bir sonuç doğurur? Sorunları, sıkıntıları, çelişkileri ve ortaya çıkardığı çarpık fakat acı tabloları konuşulmaz kılarak yargı kurumu ve kadrolarının toplum nezdinde muteber kılınacağını zannedenler sadece mevcut uçurumu büyütmekteler.
Türkiye'nin yakın siyasi tarihinde utanç verici kararlara imza atmış bir yargı zihniyeti, kurumu ve teamülünü yok sayarak kendinizi aldatmanızda bizim için hiç bir mahsur yok. Ancak işi toplumu aldatmaya kadar vardırırsanız bu tuzağa kimse geçit vermez. Türkiye'de mahkemelerin adalet dağıttığına dair propagandif söylencelerin masaldan daha değerli olmadığını hemen herkes tecrübe ederek öğrenmiştir. Aldığı kararlar ve işleyişiyle yargı bugün de tartışmalıdır, ileri düzeyde kuşkuludur daha önemlisi toplum nezdinde hiç de muteber değildir. Yakıcı ve yıkıcı olansa bu durumun suni ya da geçici olmamasıdır.
Yargıya Neden Güven Duyulsun?
Eğri oturalım, doğru konuşalım: Yargı hangi dönemde ciddi bir itibar sahibi oldu ki şimdilerde birileri çıkıp da yargının itibarsızlaştırılmaya çalışıldığından şikayet ediyor? Neyi savunacaksınız; uzun yıllar boyunca askeri vesayetin tetikçiliğini yapmış, bürokratik oligarşinin mütemmim cüz'ü olmuş, iktidar sınıfları ve devlet destekli sermayenin muhafızlığını yapmış 'yüce Türk adaleti'nin teamüllerini mi? Laiklik ve Türk ulus kimliği namına İslami değer, sembol ve pratiklere ahlaksızca savaş ilan etmiş Kemalizme iltisaklı hakimler ve savcılar oligarşisini mi? Bin bir türlü haksızlığa selam durmuş bir zihniyet ve geleneği eleştiriden masun kılmak, saçma sapan benzetmelerle ona itibar kazandırmak olmayacak duaya amin demektir.
Son dönemde alınan yargı kararları kimleri sevindiriyor ve kimleri üzüyor? "Şeriatın kestiği parmak acımaz" elbette ama o parmağı hakikaten de şeriat kesmişse. Şeriat adaletin tesisinde hassas bir kuyumcu terazisi gibi işler ve kişiye göre hüküm kurmaz. Lakin şahit olduğumuz tablo bundan çok ama çok uzaktadır. Şeytan Ayetleri'nin Türkiye temsilcisi, askeri ihtilallere giden süreçlerin provokatörü, katil Esed rejimin Türkiye mümessili ve daha pek çok kirli-karanlık ilişki ağının göbeğindeki Doğu Perinçek ve başında bulunduğu örgüt yargı kararlarına avuçlarını patlatırcasına alkış tutuyorsa hiç de hayra alamet işler olmuyor demektir.
15 Temmuz darbesinin hesabını en ince detaylarına kadar görmek ve Fethullahçı cuntanın tüm bileşenlerinden hesap sormak tartışmasız bir hak olduğu kadar hayati bir sorumluluktur da. Yalnız tartışılan mevzu Fethullahçı cuntayla hesaplaşmak etrafında şekillenmiyor. Aksine Fethullahçı cuntanın önemli istihbarat ve operasyon kadrolarını elden kaçırmanın verdiği telaşla teşvik edilen jurnalciliğin kurbanlarından intikam almakla, toplu tasfiyeye soyunmakla, verilen kararlardan asla taviz vermemekle toplum ve devletin bekasını teminat altına aldığını zehabına perçinleyen bir iklimden müştekiyiz.
Devlet kadrolarından temizlenen, siyaset ve sermaye sınıflarından tasfiye edilen, eğitim kurumlarından arındırılan ne kadarıyla Fethullahçılıktır acaba? Şahsi hesaplara kurban gidenler, siyasi veya grupsal rekabetler sonucu elimine edilenler için rıza gösterilmesini bekleyenler ya da hiç değilse sessizlik isteyenler adalete karşı düzenlenen suikast bir parçasıdırlar. Hiç bir idari ve adli soruşturma olmaksızın KHK ile işinden gücünden olanlar için neden sessiz kalalım?
Falsolara Odaklanma Saplantısı
Neden nerede ve ne şekilde hazırlandığını bilemediğimiz istihbarat bilgi notlarına itimat edip on binlerce ailenin acısına umarsız kalalım? Devletin geniş toplum kesimlerini hangi usul ve pratiklerle kronik düşmana çevirdiğine dair yeterince görgü ve tecrübe sahibiyiz. Kürt toplumu ve Alevi kesimler için uygulanan düşmanlaştırıcı siyasetle elde edilen sonucun şimdilerde Fethullahçılıkla mücadele adı altında tekerrür etmesini mi arzuluyor acaba birileri?
'Adalet' talep eden uzun erimli bir eylemi CHP ve Kılıçdaroğlu'nun iradesine itekleyen şartları konuşmaktan daha ne kadar uzak durulabilir? Kılıçdaroğlu'nun zaafları, falsoları, gafları ve günah galerisi hakkında yeterince malumat sahibiyiz elbette. Ancak CHP'nin ideolojik arka planıyla hesaplaşmayıp yer yer Atatürk ve Kemalizme de öykünmeci referanslar da vererek oluşturulan "FETÖ'nün kuklası Kılıçdaroğlu!" imajıyla alınacak güzel bir yol gözükmüyor. Bıkıp usanmayan alaycı yaklaşımların, muhatabı sadece karikatürize eden pek derin analizlerin, yeni bir darbe sürecini ima eden sistematik vesvese kampanyalarının sonuna eklenerek yollara serilen bir kamyon gübrenin işaret ettiği ruh hali çok manidardır. Siyasetin ahlaki temellerini muhafaza ve müdafaa etmesi gereken Müslüman ve muhafazakar kesimler şimdi tam zıddıyla kaim olacaklarını sanıyorlar galiba.
Fethullah Gülen Cuntası'yla mücadelede toplum siyaset ve yargıya sınırsız bir destek vermiştir. Ancak bu demek değildir ki FETÖ'yle mücadele adına sergilenen yanlışlara veya yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarını FETÖ'yle mücadele örtüsüyle gizlenmesine razı olunur. Siyaset ve medya sahasında daha düne kadar Fethullahçı cuntayla al takke ver külah her türlü ilişkiye girmiş tiplerin mevcut haksızlıklara yönelik itirazları bastırmak üzere olağan üstü bir efor sarf etmesi boşuna değildir.
Toplumu amigoların ve kadrolu aydınların şapşalca propagandadan ileri geçemeyen klişe söylemleriyle ikna etmek, siyasete katmak ve coşkuyla harekete geçirmek mümkün değildir. Yağcılık ve yaltaklanmayla, gündem saptırma ve haysiyet cellatlığıyla maruf bu tipler sadece yargının yanlışlarını perçinlemeye hizmet ederler. Siyaseti kötürüm kılıp çürütmeye ve halkı da siyasetten nefret ettirmeye azmedenler bu mantık ve kadrolarla yola bir süre daha devam edebilirler.
Yeni Akit