“Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerin genel yönetim ve denetimini yürüten aynı zamanda Yargıtay ve Danıştay'ın kendi içlerinden çıkardıkları 7 asil üyeden oluşan seçimlerin, yargısal denetimini de sağlayan karma egemen üst merciidir.” deniyor. Bir başka deyimle, üst merci olduğu için, verilen kararları bir başka yere taşımanın imkânı yok.
Başbakan Erdoğan’ın da son kararlarından birinde ateş püskürdüğü YSK, seçime sessiz sedasız giremeyeceğimizi flaş haberleriyle hissettirmişti.
Başbakan Erdoğan ‘Açığa düştük, sen bizi sabote mi ediyorsun?’ diyerek kızmıştı YSK’ya. Yurtdışındaki vatandaşların oy kullanmalarına son dakika hamlesiyle golünü atan YSK’ya, veryansın etmişti. Konsolosluklarda sandık kurmayarak, gurbetçilerin oylarını çöpe atmış, onları gümrük kapılarına mahkûm etmişti. Yabancılara yönelik uygulamalarıyla, pek de yumuşak olmayan tavırlarıyla tanıdığımız Almanya Başbakanı Angela Merkel’in bile yeşil ışık yaktığı bir mevzuda, YSK’nın bu tutumu şahsına münhasırdı yine.
Skandal kararlardan biri de öğrencilerin oy kullanmasına getirilen kısıtlamaydı. Oy kullanmak isteyen öğrencilere ikamet ettikleri yerde kullanmalarını salık vermişti. Sayıları iki milyonu bulan öğrencilere okudukları yerde oy kullanma hakkını tanımayarak, ‘oyunu kullanamayacak’ seçmen sayısını ikiye hatta üçe katlamıştı.
Son skandal kararı ise her şeyi tuz buz etti. BDP’nin desteklediği 12 bağımsız adayın adaylıklarını iptal ederek, siyasi bir karara imza attı. Leyla Zana, Salih Yıldız, Gülten Kışanak, Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Hatip Dicle, İsa Gürbüz diye uzayıp giden adayların çoğunun eski mahkûmiyetleri bulunduğu iddiasıyla iptal edilen adaylık başvurularının gerekçelerinde ‘komik durumlar da’ söz konusu. Sebahat Tuncel, Leyla Zana ve Hatip Dicle milletvekili adaylığını engelleyecek eski mahkûmiyetleri sebebiyle, Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak'ın ise adli sicil kaydında kızlık soyadıyla(!) arandığında milletvekili seçilmesini engelleyecek sabıka kaydı çıkması nedeniyle milletvekili adaylığının iptal edildiği duyuruldu.
Bölge adaylarına yönelik bir operasyonu andıran bu tasfiye girişimi, yeniden ortalığın karıştırılması ihtimallerini akla getirici şüpheler taşıyor. Masumiyeti, her haliyle tartışılacak bu kararın, birçok ilde yarattığı infiali görmezden gelmek doğrusu çok zor. Çıkan olaylarda çocuklar dâhil birçok insanın yaralanması, belleklerimize taze ama nahoş görüntüler resmediyor. Temennimiz o ki, olaylar ölümlerle sonuçlanmadan, bu karar yeniden gözden geçirilsin.
Polisin Van’da, camideki cemaate karışma gayreti içindeki eylemciye ise dini bilgisini test eden bir soru sorduğuna , ekran sayesinde şahit oluyoruz. Cevabın yanlışlığına kanaat getiren polis memuru, mezhep karmaşasına verdiği cevapla kurban olan eylemciyi, zanlı kabul edip, gözaltına alıyordu. Aslında Şafii Mezhebinin kurallarına göre, öğle namazı 4 rekâttı. Dolayısıyla cevap doğruydu. Polis, belki de o sorudan önce ‘hangi mezheptensin?’ diye bir soru yöneltmeliydi, diye düşünmeden de kendimizi alamıyoruz.
Görünmeyen ellerin yeniden sahnede boy göstermesi, seçim arifesinde önü tıkayıcı her yolun mubah görülmesi, halkın seçeceği vekili meclise taşımasının önüne engel koymak demektir elbette ki .
Tam da ‘Örtülü milletvekili olsun’ söylemini dillendirdiğimiz bir zamanda, önceliklerimizi değiştirmenin hazzını bize tattırmanın zamanı mıydı?
Kürtlerin siyasete katılımını engellemek, demokratik haklarını gasp etmek bugüne kadar kime ne fayda verdi?
Meclisin yolu tıkanırsa, başka yolların önü açılmaz mı?
‘Dağdan inip siyaset yapın’ denilen ısrarın üstü çizilmez mi?
‘Şiddete davetiye çıkarmak’ demek değil midir?
Silivri’de yatanlara meclis kapısının sonuna kadar açıldığı bir yolun, Kürtlere kapatıldığı gerçeği, Kürtlere nasıl izah edilebilir?
Ak Parti’nin sorumlu olmadığı açıkken, BDP’nin oku Ak Parti’ye yöneltmesi, sürecin ne kadar başarılı işlediğinin de kanıtı. Faturanın Ak Parti’ye çıkacağı şimdiden açık bir şekilde görülüyor. Öte yandan samimiyetin yolunu bir daha kurmak için kolları sıvamanın demi işte. Ak Parti seçim tarihini değiştirmek de dahil bütün yolları mubah görmelidir.
Kurgulanmış bir siyasi komplo ile karşı karşıya getirilen Kürt seçmenine, başka yollar gösterilmeden çözüm önerileri sunmanın gerekliliği ortada. Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın suskunluğu ise ayrıca manidar.
YSK ‘piyon’ olmaktan ne zaman vazgeçecek? Son derece adaletsiz ve hava durumunu bozmanın ötesinde bir işe yaramayacak karar için, derin endişeler içinde, ‘bu bir komplo ve darbe’ uyarısı yapalım.
İşte hepimize bir barış şansı daha. Hem de tarihi bir fırsat…
Yazıyı yazıp ekranlara yeniden döndüğümde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün girişimleri gündemi meşgul ediyordu.
Haydi hayırlısı…