YSK seçimlere el koydu

Hilal Kaplan

Uzun zaman sonra ilk defa maraz çıkmadan seçime gidebileceğimizi düşünmüştüm ki 'devlet' soğuk yüzünü gösterdi. Pazartesi akşamı Yüksek Seçim Kurulu âdeta seçim sürecine el koydu. Biz başörtülülerin seçilme hakkını talep ederken, YSK BDP'li Kürtlerin seçme hakkına el koydu...

Seçim sonrası mecliste BDP grubunu oluşturması beklenen sekiz bağımsız milletvekili adayının başvurusu veto edildi. Bu kararları hukukîliği üzerinden tartışmak anlamsız ama yine de hukukî boyuttaki bazı paradokslara örneklerle işaret edelim.

Başvurusu veto edilen adaylardan ikisi, 2007 seçimlerinden sonra halihazırda milletvekili olan Sebahat Tuncel ve Gülten Kışanak. Ancak YSK, 2007 yılında "milletvekilliğine uygun" bulduğu bu iki ismi 2011 yılında uygun bulmuyor! Dört yıl önce verdiği kararı, dört yıl sonra yanlışlamak en başta bir yargı kurumuna yakışmıyor. Kaldı ki Gülten Kışanak, Adli Sicil Kurumu'ndan "sicili temiz" belgesi alıyor ama nedense YSK içinden birileri gidip araştırıyor ve kendisinin 1990 yılında "Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu"na muhalefet ettiğini dair bir belge buluyor. YSK bu yoğun araştırma mesaisini diğer bağımsız adaylar için de veriyor mu merak ediyorum. Saydığım sebepler, bu kararların hukukî değil siyasî endişelerle verildiği izlenimini doğruluyor.

İşin gayri-hukukî boyutu bir yana, YSK yetkililerinin sanki BDP'lilerle hiç temas halinde değillermiş gibi böyle bir bombayı kamuoyunun kucağına bırakmaları anlaşılır gibi değil. BDP milletvekili Sırrı Sakık'ın beyanatına göre YSK Başkanı ve yetkilileriyle, sonuncusu veto kararının açıklanmasından iki gün önce olmak üzere, adaylıklar konusunda iki defa görüşme yapılmış ve adaylıkları sakıncalı olan isimlerin olup olmadığını sorulmuş. Kendilerine Ağrı'dan aday gösterilen Murat Öztürk'ün dışında hiçbir ismin adaylığının önünde bir engel olmadığı söylenmiş. Ardından da "birden" 7 kişinin veto edilmesine karar verilmiş!

Üyelerini Danıştay ve Yargıtay'ın seçtiği YSK'nın kararında herhangi bir siyasi partinin dahli olduğunu düşünmek abestir. Ancak yıllardır defaatle hatırlatılan Siyasi Partiler Yasası ve Milletvekili Seçim Kanunu'ndaki gerekli değişikliklerin yapılmamış olmasının YSK'ya bu 'gol'ü atma şansını verdiği de bir gerçek.

Bu yazıyı yazdığım süre içerisinde YSK'dan geri adım anlamına gelebilecek "Belge getirirlerse adaylıkları kabul edilebilir" açıklaması geldi. Bu açıklama daha önceden BDP'lilere yapılmış olsaydı, ülke bu sunî gerilimin içine çekilmemiş olacaktı ama ne gâm! Eğer bu kriz hakkıyla YSK tarafından çözülebilirse bu kabustan çok yara almadan uyanabiliriz ancak mevcut durumda herhangi bir değişiklik olmaması seçimlerin ve oluşacak yeni parlamentonun meşruiyetine gölge düşeceği anlamına gelir. Böylesi bir durumda parlamentonun duruma el koyması gerekir. Aksi takdirde yine savaş ve savaşkanlar kazanacaktır çünkü seçime giderken olması arzu edilen barış ve huzur ortamı muhtemelen sağlanamayacaktır. Hatırlatmama gerek var mı bilmem ama böyle bir durumda Ak Parti'nin barajı geçmesini arzu etmediği MHP'nin de barajı aşması kuvvetle muhtemeldir.

Bu kararın ardından ağız dolusu BDP eleştirisi yapmaksa, bir elini YSK'nın diğer elini KCK davasının bağladığı bir siyasî partinin karnına yumruk atmaktan daha delikanlıca değildir. YSK'nın son kararının BDP'ye etkisi, demokratik sürece verdiği zarar bağlamında, 27 Nisan muhtırasının Ak Parti'ye olan etkisine benzerdir. 27 Nisan muhtırası ardından nasıl ki AK Parti'yi eleştirmek değil, TSK'yı protesto edip sivil siyasete sahip çıkma zamanıysa; şimdi de "inadına siyaset" demenin zamanıdır. Bu molotof kokteylleriyle ortalığı savaş alanına çeviren 'göstericiler' için de geçerlidir.

BDP'nin meşru siyasal haklarının gaspına bigâne kalıp, seçimlerin ve meclisin meşruiyetine sahip çıkmayan partiler ortaya çıkabilecek menfi manzaradan YSK kadar sorumludur. Geçen haftaki yazılarımdan birisini "adalet, istikrara kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir" diye bitirmiştim. Eğer adaletin tesisi için küçük bir çaba bile çok görülecekse, daha büyük istikrarsızlıkların göze alındığının da farkındayızdır umarım.

Ezcümle, 'bilinmeyen bir dil'i konuşan bu halkın seçme hakkına da sahip çıkamayacaksak, hangi barışı kiminle konuşacağız?

YENİ ŞAFAK